YAŞAMI SAVUNMANIN YOLU BARIŞI SAVUNMAKTAN GEÇER!
Tüm dünyada ekonomik, ekolojik, sosyal ve siyasal alanlarda büyük toplumsal sorunlar yaşanıyor ve bu durum giderek genişleyen bir paylaşım savaşına […]
Milli Eğitim Bakanlığı, uzun zamandır üzerinde çalıştığını belirttiği ve okul öncesinden başlayarak ortaöğretim düzeyini kapsayan yeni öğretim programını, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla kamuoyu ile paylaştı.
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı verilen düzenleme, başta eğitim bilimciler ve akademi çevreleri olmak üzere, eğitimciler, eğitim sendikaları, öğrenciler, veliler ve toplumun tüm kesimleri tarafından kapsamlı ve çok yönlü bir değerlendirmeyi gerektirir niteliktedir. Yeni programın eğitim bilimi açısından değerlendirilmesi ve kapsamlı bir tartışmaya tabi tutulması gerekmekle birlikte MEB’in yaklaşımını, tutarsızlığını ve yapılan düzenlemenin çelişkilerini göstermek bakımından konuya belli başlıklar halinde yaklaşmak mümkün.
Sürecin İşletilmesinde Mevcut Olmayan Katılımcılık Ve Şeffaflık
MEB, tüm süreci adeta kapalı kapılar ardında şekillendirmiştir. Programın hazırlık sürecinde, şekillendirilmesinde ve program içeriklerinin hazırlanmasında görevlendirilen kişilerin nasıl seçildikleri, bu kişilerin eğitimin tüm bileşenlerini tam anlamıyla temsil edip etmedikleri kuşkuludur. Bakanlık açıklamasında “yaz aylarından itibaren bugüne kadar 1000’den fazla öğretmen ve akademisyen ile toplantılar düzenlendi, 260 akademisyen 700’ün üzerinde de öğretmen toplantılara katıldı” dendiğine göre, tüm bu toplantılar sürecinin Bakan Yusuf Tekin’in göreve getirilmesinin ardından kotarıldığı anlaşılmaktadır. Sürece dâhil edildiği söylenen öğretmen ve akademisyenlerin nerelerden, kim tarafından ve hangi ölçütlere göre seçildiği kamuoyuna açıklanmamıştır. MEB, süreci açık, şeffaf ve katılımcı bir yaklaşımla yürütmemiştir.
Bakanlığın Kullandığı ‘Kavram Seti’
Tüm ideolojiler, bireylere yön tayin ederken, bunu bir söylem içerisinde gerçekleştirir. Düşünce dilden habersiz, dil de düşünceden bağımsız olamaz. Düşüncenin, ideolojinin kitlelere geçirilmesinde dil öncüldür ve çoğu zaman şekillendirici bir araçtır. Halka giden mesajlarla belli düşünceyi inşa etmek üzere kullanılan en önemli araç dildir. Bu bağlamda MEB’in “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nde kullandığı dil ve kavram seti, belli bir ideolojinin inşasını hedeflemektedir. Muhafazakâr dil ve kavram tercihi yeni programın adıyla başlamaktadır.
Bakanlık yeni modeli anlatırken bir yandan sıklıkla “Türkçenin doğru ve etkili kullanımı”ndan dem vururken öte yandan yeni öğretim programında kullanılan dil, bu hedefle çelişecek derecede sorunludur. ‘Eğitim’ yerine ‘maarif’, gelişim yerine ‘inkişiaf’, “inanmış” yerine “mutmain olmuş” ve bunun gibi çok sayıda kavramın kullanılması, bir rastlantı olmanın ötesinde bilinçli bir tercih olarak dikkat çekiyor. Kullanılan kavramlar ve ifadeler ile Değerler Felsefesine yapılan vurgu MEB’in yeniden ve daha güçlü bir şekilde muhafazakârlığı inşa etme niyetinin yansımasıdır.
Kültürel Hegemonyanın Yeni Söylemi, “Yetkin ve Erdemli Nesil”
Bugünkü siyasal iktidarın pratikleriyle özdeşleşmiş bir ifade olan “dindar ve kindar nesil yetiştirme” söylemi yeni programda yumuşatılmış ve biçim değiştirerek “yetkin ve erdemli nesil oluşturma” şekline dönüştürülmüştür. MEB’in yeni müfredat yaklaşımında gündeme getirdiği “yetkin ve erdemli nesil profili” söylemi, geleceğin toplumunu oluşuran çocuklarımız için yeni bir “kavramsal tuzak” niteliğindedir. Çünkü bu değişiklikte satır aralarına sıkıştırılmış pek çok ideolojik imgeye, motife, ögeye ve sembole vurgu yapılmaktadır. Bu bağlamda öne çıkanları tekçi, toplumsal cinsiyet eşitliğine olabildiğince uzak, çoğulculuğa, bilime, laikliğe aykırı, asimilasyoncu, dogmatik metafizik düşünceye yakın ve evrensel demokratik değerlere nesafeli olmak şeklinde sıralamak mümkün. Yeni öğretim programında otoriteye ve muktedire mutlak biat ve itaat edecek bir kültürü pekiştiren, eleştirel düşünmeye, itiraz etmeye ve sorgulamaya sadece “dostlar alışverişte görsün” veya çok tepki gösterilmesin diye içeriği boşaltılmış kavramlar olarak yer verilmiş olması da dikkati çeken başka bir yaklaşımdır.
‘Erdem-Değer-Eylem Modeli’ Neyi Hedefliyor?
Yeni programın açık amaçlarının yanı sıra, örtük hedefleri de çok belirgin bir şekilde dikkat çekiyor. Programın açık amaçları daha çok akademik yetkinliği hedeflerken ve ölçme değerlendirme çalışmalarının asıl konusunu oluştururken örtük hedefleri ise, bireylerin davranışlarını, duygularını, her durum karşısındaki tutumlarını, yönelimlerini şekillendirmeyi amaçlıyor. Programın örtük hedefleri, doğrudan bireylerin duygu ve düşünce dünyalarını hedef alıyor, oraya odaklanıyor. Böylece bireylerin saygı duyulması ve dokunulmaz olması gereken duygu dünyalarına, yönelimlerine ve inançlarına müdahale ediliyor, bireylerin akademik gelişimlerinden çok inançlarına, kimliklerine ve kişilik dünyalarına dönük bir şekillendirme amaçlanıyor.
Program tanıtım metninde yer alan “Modelde yer alan kalp ve zihin kavramları, insanın duygusal, manevi ve bilgisel boyutlarını ifade eder. Kalp ve zihin, madde ve mana bütünlüğündeki mana kısmı olarak kabul edilir. Çünkü insanın kalbi; eğilimlerini, yönelimlerini, duygusal deneyimlerini, değerlerini, ahlaki inançlarını ve içsel dünyasını temsil ederken; zihni ise, düşüncelerini, farkındalıklarını, bilgi ve öğrenme süreçlerini ifade eder.” ifadesi bu açıdan son derece dikkat çekicidir. MEB’in programı, bireylerin kendi aileleri ve mensup oldukları toplumsal hayat içinde şekillendirdikleri kişiliklerini, kalplerini, eğilimlerini, yönelimlerini, duygusal deneyimlerini ve bunun gibi duygu dünyasının tüm yanlarını değiştirip dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu, insan kişiliğine dönük son derece kapsamlı ve saldırgan bir yaklaşımdır.
Programın bir diğer amacı da yurttaş bilincini değersizleştirmek, bunun yerine devlete ve otoriteye koşulsuz itaati benimsetmektir.
Öte yandan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile ‘değerler’, ilk defa ölçme değerlendirme konusu haline getiriliyor. MEB’in programında, ölçme değerlendirme ile ilgili açıklamaların yapıldığı bölümdeki, “Değer, eğilim, okuryazarlık ve sosyal duygusal öğrenme becerilerindeki gelişim ve değişim doğrudan ölçülememektedir fakat öğrenme sürecinde kullanılan performans görevi ve ödev benzeri ölçme araçları, bu becerileri ve değerleri performans ölçütü olarak barındıran dereceli puanlama anahtarı yardımıyla değerlendirilebilir.” ifadesi, öğrencilerin “değerler” bakımından da ölçme değerlendirmeye tabi tutulacağını gösteriyor. Her dersten, her ünite sonunda öğrencilerden birer performans ödevi isteneceği ve bu ödevlerde “değerler” konusunun da işlenmesi gerekeceği göz önüne alındığında, bu konunun ne sıklıkta ölçme değerlendirmeye tabi tutulacağı rahatlıkla anlaşılabilir. Böylece bu ödevlere verilecek notlar öğrencilerin kişiliklerini, eğilimlerini, yönelimlerini, duygusal deneyimlerini değiştirmek için baskı aracına dönüşmüş olacaktır.
Evrensel Değerleri ve Çoğulluğu Yok Sayan Tekçi Yaklaşım
Yeni programın sunuş yazısının ikinci cümlesi şöyledir: “Millî ve manevi değerler manzumesi ile maddi gelişmenin zirvesini hedefleyen bu süreçte temeli milletimiz oluşturur.” Bu cümlede ifade edilen milliyetçi ve tekçi yaklaşım tüm programa şekil vermiş durumdadır.
Bakanlığın program tanıtımında yer verdiği “Modelde yer alan değerlerin temel dayanağını kendi medeniyet dünyamızın referansları olan millî ve manevi değerlerimiz oluşturmuş, değerlerin evrensel boyutu da göz ardı edilmemiştir.” ifadesi, evrensel değerleri ayrıntıya indirgeyen bir yaklaşımın göstergesi durumundadır.
Programda evrensel değerler sadece birer ayrıntı ve yerli-milli olarak ifade edilen diğer ‘değerlerin’ küçük bir parçası gibi konumlandırılmış, böylece evrensel-yerel ilişkisi ters yüz edilmiştir. Oysa bilimsel gerçeklik bunun tersini işaret eder. Yerel kültürler her zaman evrensel değerlerin sadece bir parçasını oluştururlar. İnsanlığın evrensel ortak değerlerini sadece bir ayrıntıya indirgeyen böyle bir yaklaşımla insanlık değerlerinin tamamına saygılı, bu değerleri özümsemiş ve bu değerler çerçevesinde bir toplumsal hayatı inşa edecek kuşaklar yetiştirilemez.
Bakanlığın açıklamasındaki “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; öğrencilerin inanç, kimlik ya da sosyoekonomik durumları nedeniyle dezavantajlı olmadığı bir öğrenme sürecini tasarlar ve bu farklılıkları dikkate alarak gerektiğinde olası dezavantajları giderici tedbirlerle herkes için adil bir eğitim sürecini tahkim eder.” ifadesi, içi boş ve göstermelik bir iddia olarak sırıtıyor. Tüm program boyunca vurgulanarak yüceltilen Türklük kimliği, diğer tüm inanç ve etnik kimlikleri adeta silip süpürüyor. Programın tamamına sinmiş olan bu tekçi-Türkçü yaklaşım, toplumsal hayatın çok kültürlü yapısını düzeltilmesi gereken bir sorun olarak görüyor.
Hedef: Değer Telkini, Davranış Değiştirme, Karakter Eğitimi
Program, okul öncesinden itibaren sistemli bir şekilde Türklük ve Müslümanlık dışındaki tüm var oluş biçimlerini değiştirmeyi ve “düzeltmeyi” hedefleyen bir yapıya sahip. Örneğin, “Erdem” olarak ifade edilen “Vatanseverlik” duygusunun öğrencilere benimsetilmesi, şu şekilde hedefleniyor: “Vatanseverlik” ölçülerinden biri “Türk kültürünün devamlılığı için çaba gösterir” ifadesiyle programda yer almış. Hangi inanç veya etnik kimliğe sahip olurlarsa olsunlar, tüm öğrenciler için belirlenmiş olan Vatanseverlik ölçüsü budur. Öğrencileri bu amaca yöneltmek için önerilen yaklaşım/yöntem de programda “Değer telkini, davranış değiştirme, karakter eğitimi” şeklinde formüle edilmiştir. Tek başına bu örnek tüm programın niteliğinin özeti gibidir. Bu tutum, toplumsal çeşitliliği yok sayan, toplumda tek var oluş biçiminin Türklük kimliğine sahip olmakla mümkün olacağını dayatan, inkârcı, yok sayıcı ve asimilasyoncu bir yaklaşımdır. Eğitim sistemi, toplumdaki tüm insanların varlığını Türk varlığına feda etmelerini isteyen ırkçı yaklaşımla hazırlanmış bir programla karşı karşıyadır.
Bu tekçi ve asimilasyoncu yaklaşım ders programlarında da kendini gösteriyor. Örneğin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretim programının açıklamalarında her ne kadar “Öğretim programı, İslam dini ve diğer dinleri betimleyici yaklaşımla öğretime konu etmeyi amaçlamıştır” denilse de programın içeriği bu şekilde değildir. Buradaki sözde Din Bilimsel yaklaşım içi boşaltılmış bir kavramın ötesine geçmemektedir. Çünkü bu dersin tüm ortaöğretim süresince toplam 73 olan Öğrenme Çıktı Sayısından sadece 2 tanesi Yahudilik, Hristiyanlık, Çin ve Hint Dinlerine ayrılmıştır. Dersin öğretim programı sadece Sünni İslam dinini öğretmekle doldurulmuştur.
Uygulamaya İlişkin Sorunlar
Öğretim programları, sonuçları uzun sürede gözlemlenebilen uygulamalardır. Bu nedenle hazırlık süreci kadar uygulanma süreci de oldukça önemlidir. Eğitim sistemimizin var olan sorunları öğretim programlarının revize edilmesiyle çözülemeyecek kadar kapsamlıdır. Milli Eğitim Bakanlığı yeni programı hazırlarken, toplumun ve eğitim sisteminin gerçek ihtiyaçlarını değil, Türk-İslam sentezi ideolojisinin ihtiyaçlarını gözetecek şekilde hareket etmiştir. Hazırlanan programda, toplumun hassas ve kırılgan kesimlerinin varlığı göz ardı edilmiş, farklı tüm kimliklerin eğitim sistemine dönük ihtiyaçları yok sayılmıştır.
Program, bölgeler ve toplumsal kesimler arasındaki eğitime erişim eşitsizliğini gidermekten, farklılıkların ifadesine yönelik olanakların geliştirilmesini sağlamaktan, okul dereceleri arasında adil ve toplumsal yarar esasına dönük bir geçiş sistemi kurgulamaktan, sınava ve yarışmaya dayalı öğrenci yerleştirme sorununu çözmekten, parasız, bilimsel, anadilinde kamusal eğitimi tüm yurttaşlara eşit bir şekilde sunmaktan, öğretim programlarını dogmalardan arındırarak bilimsel niteliğe kavuşturmaktan çok uzaktır.
Çağdaş bilimsel zeminden daha çok uzaklaşan, çocuklarımızı belli bir ideolojik yaklaşımla tek tipleştirmeyi hedefleyen, demokratik katılımcılıktan uzak bir yaklaşımla hazırlanan MEB’in yeni öğretim programı mevcut sorunları çözmek bir yana daha da derinleştirecek niteliktedir.
Programın hazırlanış biçimi kadar uygulanışı da sorunludur. Pilot uygulamalar yapılmadan, programın olası aksaklıkları görülmeden, eğitimci profili hesaba katılmadan tüm ülkede tek seferde uygulanmaya başlaması büyük bir yanlışlıktır.
Milli Eğitim Bakanlığı, değerlendirme ve tartışma süresini uzatmalı, eğitim sendikaları başta olmak üzere, eğitimcilerin, öğrencilerin, velilerin ve akademi çevresinin görüşleri ile bir tartışma süreci başlatmalı, ülkenin çoğul kimlikli yapısına uygun, bilimsel gelişmelere saygılı, demokratik, laik bir yaklaşımla program değerlendirme sürecinin daha sağlıklı bir zeminde tartışılmasını sağlamalıdır.
Tüm dünyada ekonomik, ekolojik, sosyal ve siyasal alanlarda büyük toplumsal sorunlar yaşanıyor ve bu durum giderek genişleyen bir paylaşım savaşına […]
İKTİDAR HUKUK DARBESİNE SON VERMELİ, AYM VE AİHM MAHKEMESİ KARARLARININ GEREĞİNİ YAPMALI, HUKUKSUZ MAĞDURİYETLER SON BULMALIDIR!Elini attığı her yerde kriz […]
Türkiye’de Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılması planlanan ve sokakta yaşayan köpeklerin toplatılıp “uyutma / ötanazi” adı altında öldürülmesini içeren yasa tasarısı […]
5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle tüm yaşam savunucularını, iklim ve ekoloji mücadelesi verenleri selamlıyoruz. İklim krizini ve ekolojik tahribatı […]