YAŞAMI SAVUNMANIN YOLU BARIŞI SAVUNMAKTAN GEÇER!
Tüm dünyada ekonomik, ekolojik, sosyal ve siyasal alanlarda büyük toplumsal sorunlar yaşanıyor ve bu durum giderek genişleyen bir paylaşım savaşına […]
AKP İktidarının Sorumsuzluğu İklim Krizinin Etkilerini Derinleştiriyor
AKP iktidarı, 11-22 Kasım tarihleri arasında Bakü’de gerçekleştirilen COP29 Taraflar Konferansında tercihini iklimden, doğadan ve korunması gereken ekosistemlerden değil, fosil yakıtlardan, nükleerden ve sermayeden yana kullandı.
22 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın iklim krizine karşı tutumundaki ve ekosistemlerin korunması konusundaki samimiyetsizliğini, yakın geçmişe bakarak hatırlamak da mümkündür. 2015 yılında 197 devletin imzasıyla kabul edilen Paris İklim Anlaşmasını uzun süre onaylamayan 6 devletten biri de Türkiye olmuştu. Türkiye ile birlikte Paris İklim Anlaşmasını onaylamayan diğer devletler, İran, Irak, Eritre, Yemen ve Libya idi. Bu, Türkiye’nin iklim krizi ile mücadelede hangi ligde olduğunun en açık göstergesi olmuştur.
Türkiye ancak 2021 yılında, o da sırf anlaşma kapsamında gelişmekte olan ülkelere verilecek fonlardan yararlanmak için Paris İklim Anlaşmasını parlamentoda onayladı. Başka zamanlarda dünyanın en büyük ekonomileri arasında olmakla övünen, G20 toplantılarına katılmayı bir saygınlık göstergesi olarak gören iktidar, sırf fonlardan yararlanmak için Türkiye’nin ‘gelişmekte olan ülkeler’ kategorisinde sayılması koşuluyla Paris İklim Anlaşmasını 5 yıl gecikmeyle onayladı.
İklimi ve doğayı değil, her zaman şirketleri, sermayeyi ve alacağı fonları önemseyen AKP iktidarı bu tutumunu COP29’da da sürdürdü. Geçmişte olduğu gibi COP29’da da iktidarın amacının iklimi korumak değil, fon kullanmak olduğu bir kez daha açığa çıktı. Nitekim Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un COP29’da en önemli gündemin “finans” olduğunu belirtmesi, 10 gün sürecek toplantıda finansa erişimin tüm ülkeler adına kolaylaşmasını ve gelişmekte olan ülkelere biraz daha destekte bulunulmasına yönelik kararların alınmasını ümit ettiği yönündeki açıklaması, AKP iktidarının iklim zirvesinden asıl beklentisinin ne olduğunu en açık haliyle ortaya koymuştur.
Aynı değerlendirmede Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda tarihi sorumluluğunun yok denecek kadar az olduğunu ifade eden Kurum, ya istatistiklerden habersizdir ya da gerçeği çarpıtmaktadır. Türkiye’nin 2022’de dünyadaki 200’ü aşkın ülke arasında en fazla emisyona neden olan 15’inci sırada yer aldığı tüm basında bile yer almışken Bakan Kurum’un bu konuda söyledikleri, AKP iktidarının konuya yaklaşımındaki ciddiyetsizliğini, samimiyetsizliğini ve tutarsızlığını gösteren bir yaklaşımın sonucudur.
Türkiye’nin 2053 Hedefinde Fosil Yakıtlardan Çıkış Yok
Türkiye, COP29 Taraflar Toplantısında açıkladığı Uzun Dönemli İklim Strateji Belgesinde 2053 hedefini karbon salımında “net sıfır” olarak ifade etmişse de bu hedefin gerektirdiği ciddi bir hazırlığa, somut bir planlamaya ve her şeyden önce atmosfere salınan karbon gazının kaynağında sınırlama yapmaya ve azaltmaya dönük bir eylem planına sahip değildir.
TÜİK istatistiklerine göre 2022 yılında atmosfere salınan toplam karbon içindeki en büyük payı %71,8 ile enerji kaynaklı emisyonlar oluşturmuştur. Bu gerçek ışığında açıktır ki, enerji üretiminde fosil yakıt kullanımına son verilmeden karbon emisyonunda “net sıfır” hedefine ulaşılması mümkün değildir. Oysa Türkiye’deki enerji üretimine bakıldığında 2024 yılı Ekim ayı itibariyle 69 adet kömür, 339 adet doğal gaz elektrik santralinin çalışmakta olduğu görülmektedir. Enerji Bakanlığı verilerine göre 2023 yılında Türkiye’de toplam elektrik enerjisinin yüzde 57,2’si fosil yakıtlardan elde edilmektedir. AKP iktidarının bir yandan fosil yakıt tüketimine tam gazla devam ederken diğer yanda “net sıfır” hedefi koyması, sadece samimiyetsiz ve tutarsız bir göz boyamadan ibarettir. Her zaman olduğu gibi iklim krizine karşı mücadelede de bir AKP ikiyüzlülüğü ile karşı karşıyayız.
COP29 toplantısına sunulan iklim krizi ile mücadele eylem planında Türkiye’nin fosil yakıtları terk etmesine ilişkin herhangi bir hedef yer almadığı gibi, mevcut termik santrallerin alt yapısının iyileştirilmesine dönük yatırımlar yapılacağının belirtilmesi, kurulu termik santrallerin uzun bir süre daha kullanılacağını ve fosil yakıt kullanımının devam edeceğini göstermektedir. 2021 verilerine göre Avrupa’da son 30 yılda enerjide fosil yakıt kullanım oranının arttığı tek ülke Türkiye olmuştur.
“2053 net sıfır” hedefinin gerçekleştirilmesinde en kritik adım, kömürden çıkıştır. Avrupa’da kömürden çıkış kararı almamış olan dört devlet, Türkiye, Bosna Hersek, Sırbistan ve Polonya’dır. Buna karşılık, Arnavutluk, Avusturya, Belçika, Estonya, İsveç, İsviçre, Letonya, Litvanya, Norveç ve Portekiz’de kömürden elektrik üretimi söz konusu değildir. Fransa (2022), Birleşik Krallık (2024), Macaristan (2025), İtalya (2025), İrlanda (2025), Yunanistan (2025). Kuzey Makedonya (2027) Danimarka (2028), Finlandiya (2029 ortası), Hollanda (2029 sonu), Slovakya (2030), İspanya (2030) ise kömür santrallerini kapatma kararı almış ülkelerdir.
Türkiye, 2030’a kadar kömürden çıkış bir yana, kömür santrallerinin kapasitesini artırmayı hedeflemektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2022’de kamuoyuna duyurduğu Türkiye Ulusal Enerji Planında 2030 yılına kadar 1,7 GW kömür santralinin daha sisteme dâhil edileceğini duyurmuştur.
Türkiye’de 2023 yılında toplam 190 TWh olan termik kaynaklı elektrik üretiminin 2025 yılında 196,4 TWh’ye, 2030 yılında da 201,2 TWh’ye çıkarılması planlanmaktadır.
Görüldüğü gibi enerji üretiminde Türkiye’nin fosil yakıt yolculuğu eskisi gibi aynı hızla devam ediyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un 2022 yılındaki COP27’de açıkladığı güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nda, 2030 yılında emisyonları, referans alınan artış senaryosuna göre yüzde 41 azaltma hedefi dile getirilmişti. Fakat dikkati çeken şey şudur ki, bu planlamada mutlak azaltım değil, artıştan azaltım hedeflenmiştir. Yani emisyonların mevcut seviyeye göre azalması değil, daha düşük bir hızla da olsa artması söz konusu olacaktır. Bu plana göre mutlak azaltım, ancak 2038 yılında başlayacak ve net sıfıra ulaşmak için Türkiye’nin yalnızca 15 yılı kalmış olacak. Bu süre içinde termik santrallere yapılan yatırımlar devam ettikçe, fosil yakıt kullanımı sonlandırılmadıkça konulmuş olan “net sıfır” hedefi hayal satmanın ötesine geçmeyecektir. Konuyla ilgili yapılan çalışmalar, Türkiye’nin 2053’te “net sıfır” hedefine ulaşabilmesi için, 2030 yılı karbon emisyonunu, 2020 yılına göre en az yüzde 35 mutlak azaltma yoluna gitmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bunları yapmayan Türkiye için 2053’teki “net sıfır” hedefi gerçekçi değildir.
Nükleer Yatırımlar İklim Krizinin Çaresi Değil, Yeni Felaketlerin Habercisidir
COP29’da El Salvador, Kazakistan, Kenya, Kosova ve Nijerya’nın yanı sıra Türkiye de “Nükleer Enerjiyi Üç Katına Çıkarma Deklarasyonu”na imza atarak 2050’ye kadar nükleer enerji kapasitesini üç katına çıkarma taahhüdünde bulunan ülkelerden biri oldu.
Şirketlerin ve sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket eden AKP iktidarı, iklim krizini fırsata çevirme gayretiyle tüm canlı yaşamı ve ekosistemi, zararı en az iklim krizi kadar büyük ve kalıcı olan bir başka felakete, yani nükleere doğru sürüklüyor. Nükleer enerji üretiminin hangi facialara yol açtığını hatırlamak için yakın geçmişe yapılacak bir yolculuk, bu tercihin iklim krizine çare olamayacağını ve en az iklim krizi kadar tahrip edici olabildiğini gösterecektir. Bu büyük facialardan sonuncusu 11 Mart 2011 tarihinde meydana gelen ve dünyanın en büyük üç nükleer felaketinden biri olan Fukuşima nükleer felaketidir.
Fukuşima felaketi sonrası 17 nükleer reaktöre sahip Almanya tüm nükleer santrallerini 2023’e kadar kapatma kararı aldı ve bugüne kadar 11 reaktörünü kapattı. İsviçre yeni nükleer santral yapmaktan vazgeçip mevcutları kapatma kararı alırken, İtalya’da yapılan nükleere geri dönüş referandumu “hayır”la sonuçlandı. Bazı ülkeler ise nükleerden tamamen çıkış kararı almasalar da nükleer enerjinin payını kademeli bir şekilde azaltmaya başladı. Nükleer enerji konusunda Türkiye’ye örnek gösterilen Fransa, 2035’e kadar elektrik üretiminde nükleer enerjinin payını yüzde 78’ten yüzde 50’ye indirmeye karar verdi ve 2019 itibarıyla nükleerin payı yüzde 70’e geriledi. Fukuşima, Güney Kore gibi kendi nükleer enerji teknolojisini geliştirmiş bir ülkeyi de nükleerden uzaklaştırdı. Güney Kore 2030’a kadar mevcut 25 rektörden 11’ini kapatmayı planlıyor ve nükleer enerjiden çıkış kararı aldı.
Bir kez daha altını çizmek gerekir ki nükleer enerji üretimi;
Ayrıca, nükleer reaktörlerde operasyon sırasında çok miktarda su kullanır. Yeni nükleer reaktörler inşa etmek, zaman kaybı anlamına gelecek, karbon azaltımını engelleyecek, iklim kriziyle mücadelede zafiyetler oluşmasına neden olacaktır.
İktidar, Havayı, Suyu, Toprağı ve Tüm Doğayı Sermaye İçin Kaynak Olarak Görüyor
AKP eliyle sürdürülen bu talan düzeni ve gerçekleştirilen doğa tahribatı, tüm doğal varlıkların ve hatta tüm insanların sermaye için birer ‘kaynak’ olmanın ötesinde anlam taşımadığı kapitalist sistemin yarattığı bir sonuçtur.
Varlığı ile kriz üreten ve aynı zamanda varlığını da bu krizlerle sürdüren kapitalizm, bugün tüm gezegen için yok olma tehlikesini doğuran iklim krizinin ve ekolojik tahribatın en büyük sorumlusudur. Sermaye, iklim krizini de fırsata dönüştürme gayretiyle başka krizler üretecek teklifleri zorunlu ve tek seçenek olarak dünya halklarına dayatıyor.
AKP iktidarının tüm pratikleri onun sermayenin çıkarlarını öncelik olarak gördüğünü daha önce defalarca ortaya koymuştu. Bunu başta, Kozlu, Soma, Ermenek, İliç olmak üzere çok sayıda iş cinayetine tanık olarak hep birlikte defalarca görmüştük. Şimdi de iklim krizini fırsata dönüştürmeye çalışarak var olan tehlikelere yenilerini eklemenin alt yapısı oluşturulmak isteniyor. Buna izin vermemek tüm yaşam ve gezegen savunucularının birinci önceliğidir.
Uluslararası sermayenin, kapitalizmin ve neoliberal sistemin sadık temsilcisi olan bu iktidarın varlığı, gün geçtikçe hem ülke insanlarına, hem doğal yaşam alanlarına, hem de iklime daha ağır bir yüke dönüşüyor.
Halklarımız, doğamız, havamız, suyumuz ve toprağımız için bu sömürü, talan ve tahrip düzenine karşı mücadele etmeye devam edeceğiz.
Tüm dünyada ekonomik, ekolojik, sosyal ve siyasal alanlarda büyük toplumsal sorunlar yaşanıyor ve bu durum giderek genişleyen bir paylaşım savaşına […]
İKTİDAR HUKUK DARBESİNE SON VERMELİ, AYM VE AİHM MAHKEMESİ KARARLARININ GEREĞİNİ YAPMALI, HUKUKSUZ MAĞDURİYETLER SON BULMALIDIR!Elini attığı her yerde kriz […]
Türkiye’de Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılması planlanan ve sokakta yaşayan köpeklerin toplatılıp “uyutma / ötanazi” adı altında öldürülmesini içeren yasa tasarısı […]
5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle tüm yaşam savunucularını, iklim ve ekoloji mücadelesi verenleri selamlıyoruz. İklim krizini ve ekolojik tahribatı […]