KADINA KARŞI ŞİDDET POLİTİKTİR

Kadına karşı şiddet politiktir.
Av. Z Beydağ Tıraş Öneri

Kadına karşı şiddet ve ayrımcılık –bazen varlığını hissetmesek de- hayatımızın içinde hep var olan kavramlar. Yoğunlukla yazılı basın, televizyon ve sosyal medya üzerinden bize ulaşan haberlerde, neredeyse düzenli olarak işlenen kadın cinayetlerine, aile içi şiddete ya da sosyal platformlarda sözlü, yazılı ya da görsel ayrımcılık ve dışlanmaya, üstü örtülü ya da açıkça tehdide ilişkin bildirimlere maruz kalmayan yoktur sanırım.

Yani; toplumsal konumumuz, eğitim durumumuz, mesleğimiz, yaşadığımız yer vs nedenlerle kendimizi kişisel olarak güvende hissetsek bile, içinde yaşadığımız şiddet sarmalına duyarsız kalmamız mümkün değil.

İçişleri Bakanlığı’nın resmi verilerine göre ; 2024 yılının 10 ayında işlenen kadın cinayeti sayısı 276. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre ise, 2024 yılı en çok kadın cinayeti ve şüpheli kadın ölümünün gerçekleştiği yıl oldu. Geçtiğimiz yıl 394 kadın cinayeti ve 259 şüpheli ölüm gerçekleşti. Bunlar 2010 yılından bu yana kayda geçen en yüksek rakamlar. Bu kadınların % 57’si kendi evlerinde, % 71’i ise aile içerisinde; yani eşleri, babaları, boşandıkları ya da boşanmaya çalıştıkları erkekler tarafından öldürüldü.

Bu rakamların ortaya koyduğu gerçek şu ki ; kadınlar şiddete yoğunlukla ev ve aile ortamlarında maruz kalıyorlar. Geleneksel ve ataerkil yapı, kadına biçtiği değer ve onu konumlandırma şekli ile belli dayatmalar içeriyor. Kız çocuklarının okutulmaması, meslek sahibi olmaması, sosyal ve ahlaki kısıtlamalara maruz kalması, erken ve ailenin tercihleri doğrultusunda evliliğe zorlanması, çocuk doğurmak ve bakımı konusunda tek sorumlu kabul edilmesi gibi onlarca şey sayabiliriz.

Tüm bunların yanında erkek çocuklarına yönelik de farklı yönde baskılar ve yönlendirmelerde bulunulduğu ve “toksik erkeklik” sonucuna varan geleneksel kalıpların dayatıldığı da malum. Bildiğimiz üzere ; “Erkek ağlamaz, zayıflık göstermez, boyun eğmez, hep güçlü olmak ve korumak zorundadır. Bunun için gerekirse öfkesine engel olamayabilir, şiddet kullanabilir… Evin geçimini sağlamak zorundadır ama ev içi işbölümü söz konusu olduğunda yanına bile yaklaşmaz…”

Bu ve benzer yaklaşımların şehrin görece daha kenar mahallelerinde, eğitim düzeyi düşük, dezavantajlı kişi ya da grupların yaşadığı yerlerde sıklıkla sergilendiğini biliyoruz. Ancak diğerleri kadar görünür olmasa ve düzeyleri değişse de daha eğitimli kesimlerde de pekala önümüze çıkabiliyor. Araştırmalar gösteriyor ki; öğretmen, doktor, avukat, mühendis gibi meslek sahibi, üniversite mezunu kadınlar da fiziki, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kalıyorlar ve özellikle ev içi şiddet söz konusu olduğunda, bunu açıklamaları, afişe etmeleri ve gereğini yapmaları çok kolay olmuyor.

Ülkemizdeki yasal mevzuat içinde kadına yönelik şiddete karşı yaptırımlar içeren, mağdurlara koruma ve uzaklaştırma kararları alma hakkı veren yasal düzenlemeler mevcut ve aslında gereği gibi uygulansa pek çok vakada şiddeti ya da cinayeti önleme potansiyeli var.

Anayasa, yasalar, imza atılıp onaylanarak iç hukukun parçası haline gelen Uluslararası Sözleşmeler, bu kapsamda koruma altına alınan temel hak ve özgürlükler için elbette çok önemli bir koruma zemini oluşturmakta. Ancak tek başına yeterli değiller. Bu hukuksal korumanın hayata geçebilmesi için; kamu makamlarının başta kendi personelini, güvenlik görevlilerini, adli ve idari çalışanlarını bu yönde eğitmesi, uygulama yönetmeliklerini çıkarması, koruma mekanizmalarının ulaşılabilir ve sonuç verir olduğunu kontrol etmesi gerekir. Aynı şekilde; topluma yönelik bilgilendirme ve eğitim çalışmaları düzenlenmesi, başvuru mekanizmalarını mağdurların kolaylıkla ulaşabileceği şekilde düzenlemesi ve işler durumda tutması şart. Ancak sistem bu şekilde düzenlendiğinde , şiddet uygulayanların gerçekten ceza ve yaptırımla karşılaşacakları bir ortamda, yasaların caydırıcılığından söz etmek mümkün olur.

Bütün bunların toplumun gelişmişlik düzeyiyle ilgisi çok açık. Toplumsal gelişim için de toplumsal cinsiyet eşitliğinin gözetildiği, iş koşullarının, aile tanımının, eğitim ve fırsat eşitliğinin buna göre düzenlendiği bir toplum modeline ihtiyaç var. Ancak içinde olduğumuz siyasi iklim, bırakalım bu yenilikçi toplum inşasını, mevcudu çok daha geriye götürecek girişimlere gebe.

Zorunlu eğitim müfredatında yapılan değişiklikler, yasal düzenlemelerde mevcut örneğin “Kadının Soyadı” na ilişkin hukuksal çerçevede kazanılmış haklarda geriye gidişler, kadın hakları alanında en gelişkin hak çerçevesini sunan İSTANBUL SÖZLEŞMESİnden çıkılması bu yöndeki olumsuz gidişatın en açık göstergeleri…

Kadınlar her gün evde, işte, sokakta, erkek şiddetine maruz kalırken, şiddet tehdidi altında ölümle burun buruna yaşamlarını sürdürürken maalesef kamu otoritesi kadına yönelik şiddeti önlemek ve kadın kazanımlarını geliştirmek yerine, kadın düşmanı politikaların sürdürücüsü olmaya devam etmekte. Kadın kazanımları sistematik olarak gasp edilmekte, toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı her alanda saldırı geliştirilmekte. Kadın haklarını savunan ve şiddete karşı toplumsal bilinç oluşturmaya çalışan Sivil toplum örgütleri ve aktivistler şeytanlaştırılmakta, basın açıklaması, yürüyüş ya da başkaca sivil direnişleri polis baskısı ya da cezai yaptırımlarla baskılanmaya çalışılmakta. Kayyum atanan belediyelerde, şiddete uğrayan kadınların başvuru merkezleri, kadın birimleri, şiddet mağduru kadınlar için tek yaşam güvencesi sayılabilecek Sığınma evleri kapatılmakta.

Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde en önemli yasal korumaları içeren 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun iptal edilmek istenmekte.

Devleti yönetenlerce sıklıkla, kadını erkeğin malıymış gibi gösteren, “aile”nin korunması yaklaşımıyla kadına yönelik kısıtlamalar içeren, kadınların kaç çocuk doğuracağından, nasıl giyineceğine, sokakta özgürce dolaşmasından, çalışıyor olmasına, kahkahasına kadar, kadının yaşamına müdahale edilen açıklamalar yapılmakta.

Hala ilköğretim kitaplarının görsellerinde; aile kavramı geleneksel şablonlarla aktarılmakta; anne yemek yapar ve bulaşık yıkarken, baba gazete okumakta… Eğitim müfredatı başta olmak üzere her alanda bu bakış açısının yansımalarını görmek mümkün.

Siyasi iktidar ve kamu otoritesinin bu dayatmalarına ve cezasızlık politikasına karşı yapılması gereken; mevcut lehe olan yasal düzenlemelerin korunması ve işler halde tutulması, hakları kısıtlamaya çalışan yaklaşımlara karşı çıkılması, toplumun bu konuda bilinç düzeyinin arttırılması için olabildiğince halka yönelik toplantı, atölye çalışmaları, kampanyalar düzenleyerek konunun gündemde tutulmasıdır.

Yeşil Sol Parti, gerek tüzüğünde gerekse Disiplin Yönetmeliğinde, -övünerek söylemek gerekir ki – özellikle Kadına yönelik Şiddet, Taciz ve Ayrımcılık sözkonusu olduğunda uygulanması gereken usul ve işlemleri çok kapsamlı ve olması gerektiği gibi düzenlemiştir. Doğrudan bu konulardaki en gelişmiş hak kavramlarına yer verilmiş, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere uluslar arası sözleşmeler referans alınarak işleyiş kurgulanmıştır.

Çünkü bizler biliyoruz ki; “Kadına Yönelik Şiddet Münferit Değil, Politiktir” ve bu şiddeti önlemenin en önemli yolu toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaşamın her alanında sağlanmasından geçer. Bu yüzden, evlerimizden, ailemizden, çalışma ve yaşam ortamlarımızdan, sosyal alışkanlıklarımızdan kullandığımız dile varıncaya kadar her zaman ve her alanda özenli olmak, dayatılan geleneksel kalıpları yıkmak, ezberlerimizi yeniden ve yeniden gözden geçirmek zorundayız. Toplumu değiştirmek için önce kendimizden başlamalıyız. Bu yolculuğun kendisi zaten öğretici, değiştirici ve dönüştürücü olacaktır kanısındayım.

Şiddetsiz, eşit ve mutlu bir gelecek umuduyla …

Bizimle İletişime Geç

Yeşil Sol Parti
web sayfasına hoş geldiniz.
Yeşil Sol Parti'ye destek olmak amacıyla bağışta bulunmak için:
Yeşil Sol Parti
Ziraaat Bankası Mithatpaşa Şb.
Hesap No: 97802160 5001
İban No: TR89 0001 0012 6297 8021 6050 01