Ahmet Asena: Türkiye’nin Ortadoğu Kumarı

ortadoguHollywood filmlerinin beylik konularından birisi de kumarhanelerdir.  Hayatta kaybedecek bir şeyi kalmayan insanların son bir zar atarak milyonlar kazanmaları veya çok zengin insanların her şeylerini kaybetmeleri bir çok filme konu olmuştur. “Türkiye artık bu noktada kalamaz. Statüko bir şekilde değişecek. Ya ileri hamlelerle atılım yapıp kazanacağız ya da küçülmeye mahkum olacağız. Ben kendi adıma ileri hamleler yapmaya kararlıyım.” sözlerini okuyunca aklıma ilk gelen bu tür filmler oldu. Türkiye’yi yönetenler Ortadoğu kumarhanesinde risk almaya hazırdılar. Masaya sürdükleri ise kendi servetleri değil bu toplumun çocuklarımız adına bekçiliğini yaptığımız geleceğidir.

Ortadoğu’da yeni bir düzenlemenin yapılmak istendiği ve statükonun değişeceği doğru bir saptamadır. Ne var ki bu düzenlemenin sadece bölgeyle sınırlı olmadığı ve aslında küresel ölçekli bir kavganın yansıması olduğu da görülmek zorundadır. Ukrayna ve Kırım üzerinden gerçekleşen Rusya- Batı kavgası bunun bir diğer dışa vurumu niteliğini taşımaktadır.

Bu kavganın başlayacağını Putin’in bundan birkaç yıl önce ardı ardına yaptığı “bundan sonra tek yanlı düzenlemelere izin vermeyeceğiz ve gerekirse savaşı göze alacağız” anlamı taşıyan açıklamaları açıkça göstermişti. Mevcut duruma baktığımız zaman kavganın yeni bir küresel denge oluşuncaya kadar süreceğini anlamak mümkündür.

Ortadoğu bu kavganın en önemli coğrafyasıdır. Petrol üretiminin merkezi olan bu coğrafya tarih boyunca emperyalist emellerin etkisi, bunların ürettiği etnik ve dinsel kavgalar vb. faktörler nedeniyle sürekli bir istikrarsızlık içinde yaşamaktadır. “Sürdürülebilir istikrarsızlık” diye bir kavram icat edilecekse bunun ilham kaynağı Ortadoğu olacaktır. Küresel güç kavgası işte böyle bir coğrafyada gerçekleşmektedir.

Bu bölgedeki etnik ve dinsel saflaşmaların çeşitliliği,  konunun uzmanlarının bile başını döndürecek kadar fazladır. Yahudi-Müslüman,  Sünni-Alevi- Yezidi- Dürzi-Nasturi, Kürt-Arap-Türkmen-Çerkez gibi bir çırpıda sıralanması zor bölünmeler hayatın her alanında kendini ortaya koymaktadır. Kesişen kümelerin yarattığı alt kümeler en az ana kümeler kadar kritik bir önem taşımaktadır. Örneğin Musul müdahalesi tartışılırken Türkmen kavramı kullanıldığı zaman bunların bir bölümünün Sünni diğerlerinin Şii olduğunu unutmak Türkiye’nin politikalarını tam olarak anlayamamak sonucunu doğurur.

Bölgedeki kavganın,  küresel kavgayı sürdüren güçlerin karşılıklı kabulleneceği bir dengeye ulaşılmadan sona ermeyeceği her kesin gördüğü bir gerçektir. Ne var ki bu dengenin küreselgüçlerin bu güne kadar çeşitli ittifaklar içine girdiği, manipüle ettiği bölgesel güçlerin de, kerhen bile olsa kabullenebilecekleri bir “çözüm” olmadan  sağlanması da mümkün gözükmemektedir.

Türkiye dışındaki bölgesel güçlere baktığımız zaman, büyük bir kısmı açısından Türkiye’nin çok da “dost” görülmediği ortadadır. Osmanlı dönemi ve 1. Paylaşım Savaşı’nın etkileri toplumsal belleklerde halen yaşamaktadır. Bunlara son dönem politikalarının etkileri eklenince, savaşın yerel taraflarının ülkemize konukseverlik göstermemeleri daha iyi anlaşılabilecektir.

Bu durumu bizlerden çok daha iyi bilen AKP Hükümetleri, kendi ideolojik ve politik konumlanışlarının etkisiyle Sünnilik temelli bir ittifaklar zinciri oluşturmayı hedeflemişlerdir. Bu yönelişin diğer bir ayağını da PKK karşıtı olduğu düşünülen Barzani ile kurulmaya çalışılan ittifak oluşturmaktadır. Bölgede konfedere yapı altında olsa bile bir Kürt devletinin kurulması ihtimalinin yüksekliğini gören yönetenlerimiz, bunun “küçülme” sonucu doğurmaması için bu ittifaka yönelmişlerdir.

İlk bakışta akılcı gözükse bile bu politikanın hedeflenen sonuçları sağlama ihtimali çok da yüksek değildir. Bunun bir çok nedeni arasında Şii- Sünni, Kürt-Arap, Laik-Radikal islamcı gerilimlerini ön sıralara koymak yanlış olmasa gerektir.

Savaş Suriye’de yoğunlaşmış gözükmekle birlikte, bu güncel dışa vurum niteliğindedir. Rus bebekleri misali iç içe geçen bir dizi çatışma yaşandığı bilinmektedir. IŞID’a karşı mücadele başlığı altında Musul bölgesinin kimin tarafından kontrol edileceği yatmaktadır. Bunun altında ise Irak petrollerinin denetimi kavgası yer almaktadır.  Irak’taki farklı etnik ve yerel kümeler bu pastayı Barzani’ye teslim etmeyeceklerini göstermektedir. “Musul Sünni Arap, Türkmen ve Kürtlerin olacaktır” şeklindeki açıklamalar  Türkiye’ye duyulan tepkileri daha da arttırmaktadır.

Diğer yandan henüz sahne ışıklarının altına çıkmamakla birlikte Yemen’de yaşananlarda büyük önem taşımaktadır. Şii kesimlerin hamisi rolünü üstlenmiş olan İran ile Suudi Arabistan arasında bu nedenle yaşanmakta olan örtülü savaşın her an açık hale dönüşmesini Irak ve Suriye savaşları engellemektedir. Tam da bu nedenle bu iki savaşın sona ermesini sağlayacak olan denge, Ortadoğu ülkelerindeki Sünni-Şii kavgasıyla doğrudan bağlantılı gözükmektedir.  Bu kavgada güç kaybına neden olacak çözümler taraflar açısından kabul edilmemektedir.

Çözümün kritik unsurlarından birisi de ABD ve Avrupa’da yaşanmaya başlanan İslamofobidir. Bu toplumlarda oluşan hava, radikal İslamcı Selefi kesimlerin kazançlı çıktığı görüntüsü veren bir “çözüm” biçiminin kabul edilmesine olanak vermeyecek gibi gözükmektedir. ABD ve Hükümetimiz tarafından “Ilımlı” olarak sunulan kesimlerin bu ideolojik hat içinde yer aldığı ve uzun vadede güvenilmez olduğu görülmektedir.

Bütün bu karmaşa içinde  küresel ve yerel güç odaklarının hemen tümünün istemediği şeylerin başında Türkiye’nin kazanma odaklı hamleleri gelmektedir. Başika, Musul, El Bab vb konulardaki politikalarımıza  ÖSO dışındaki yerel güçlerin neredeyse tamamı karşı çıkmakta veya sessiz kalmaktadır. Sessiz kalmak ise Ortadoğu’nun bu günkü koşullarında genellikle “desteklemiyorum” anlamına gelmektedir. Küresel güçler için de benzer bir durum yaşanmakta, Türkiye’ye karşı çıkan yerel odaklara doğrudan destek verilmektedir.

Ortadoğu savaşının bitmesini sağlayacak olan denklemde Türkiye’nin bulunması bir ihtiyaç olmakla birlikte vazgeçilmez bir sabit olmadığımız da görülmelidir. Küresel ve yerel güçlerin ezici çoğunluğunun kabul edeceği bir çözümün bozulmasına karşı durulacağını ve buna neden olanların denklemin dışına itileceğini öngörmek gerekmektedir. Bunun yaratacağı olumsuz sonuçların neler olabileceğini tahmin etmek için kahin olmaya da gerek yoktur.

Umarım bu politikaların sonu Hollywood filmlerindeki kumarbazın intihar sahnesiyle bitmez.

PAYLAŞ