ALTERNATİFİ BİRLİKTE İNŞA ETMELİYİZ

Yok oluş kapıda ama umurlarında değil
Geleceğimizi onların eline terk etmeyelim


Geçen yıl yapılması planlanan ama pandemi yüzünden bu seneye ertelenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi İskoçya’nın Glasgow kentinde toplandı. Dünyanın hemen her ülkesinin devlet veya hükümet başkanı düzeyinde katıldığı zirveye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, güvenlik ihtiyacının tam anlamıyla tatmin edilmemesini gerekçe göstererek katılmayı reddetti.
COP26 Zirvesi’nin ana gündem maddesi, 2015’te imzalanan Paris İklim Anlaşması’nın taahhütlerinin ve o günden bu yana yapılanların gözden geçirilmesi ve yeni “vaatler”de bulunulmasıydı. Bunların tedbir değil vaat olmasının özel bir anlamı var; zira gerek Paris Anlaşması’nın gerekse bu zirvede alınan herhangi bir kararın (daha doğrusu niyet beyanının) bir bağlayıcılığı yok. Yani vaatlerini sıralayan hükümet temsilcileri eğer bunları gerçekleştirmezlerse herhangi bir yaptırımla karşılaşmayacaklar.


İşte tam da bu yüzden tüm dünya hükümetleri bol keseden vaat dağıtır, ama vaatlerinin tam aksine hareket ederken rahat davranabiliyorlar. Hatta çeşitli siyasal ve ekonomik baskılar neticesinde Paris Anlaşması’nı daha yeni onaylayan Türkiye’nin cumhurbaşkanı Erdoğan, zirveye katılmaya tenezzül bile etmiyor; tıpkı şu anda yıllık bazda en fazla karbon emisyonu yapan Çin’in lideri Şi Jinping gibi
Zirveden şu ana kadar üç tane “sansasyonel vaat” çıktı. Bunlardan birincisi, 40’tan fazla ülke kömürden enerji elde etmeyi bırakacaklarını taahhüt etti. Buna göre bu ülkelerden gelişmiş olarak görülenler 2030’larda, daha yoksulları ise 2040’larda kömürü terk edeceklerine söz verdiler. Ancak bu ülkeler arasında üretim ve/veya tüketim yönünden dünyanın en fazla kömüre bağımlı ülkeleri olan Çin, ABD, Avustralya ve Hindistan bulunmuyor. Üstelik vaatçi ülkeler, kömürden ne zaman ve nasıl çıkacaklarını belirtmiş değiller elbette (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59161102).
İkinci büyük haber, Türkiye de dahil 100’ün üzerinde ülke 2030’a kadar orman kaybını durdurmayı vaat etti. Ancak bu vaade de çok itibar edilmemeli; zira bilim insanları aynı konuda 2014’te de benzer bir anlaşma imzalandığını, ama bunun orman kaybını hiç de yavaşlatmadığını söyleyerek uyardılar (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59131548). 2014’te imzalanan anlaşmaya göre imzacı taraflar ormansızlaşmayı 2020’de yarı yarıya azaltmaya, 2030’da da tamamen sona erdirmeye söz vermişlerdi. Ancak 2019’da yayımlanan bir rapora göre ormansızlaşma “alarm veren düzeyde” devam etti. Dünyanın akciğerlerinden kabul edilen Amazon Ormanları’nın önemli bir kısmına ev sahipliği yapan Brezilya’da her ne kadar devlet başkanı Bolsonaro 2021’de ormansızlaşmanın bir önceki seneye göre azaldığını iddia etse de ülkenin Ulusal Uzay Araştırma Enstitüsü’ne (INPE) göre ormansızlaştırma hızı son 10 yılın zirvesinde. Bolsonaro, tarımı ve (tıpkı Türkiye’de de olduğu gibi) Amazonlar’da madenciliği teşvik etme gibi çevre karşıtı politikaları yüzünden ülkesinde eleştiriliyor. Brezilya’da ağaç kesimlerinin yüzde 94’ünün yasa dışı olduğu söyleniyor, ama kerestecileri soruşturmakla görevli resmi kurumların fonları Bolsonaro tarafından kesilmiş durumda (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59147272 ).


Üçüncüsü ise Çin, ABD ve AB’den sonra dünyanın en fazla karbon salımına neden olan dördüncü ülkesi Hindistan’ın 2070’e kadar karbon-nötr olmayı vaat etmesiydi. Elbette bu zirvenin esas amacının tüm dünya yöneticilerinin 2050’ye kadar karbon-nötr olmaya söz vermelerini sağlamak olduğunu ve hiçbir sözün yaptırımının olmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar var (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59119073 ).
Rezillik diz boyu
Aslında dünya hükümetlerinin iklim krizini ne kadar ciddiye aldıkları zirveden önceki gelişmelerden belliydi. Zirvede gündem olacak ve pek çok ciddi uyarı ile politika değişikliğini tavsiye eden önemli bir bilimsel raporun açıklanmasından önce, bir dizi hükümetin ve şirket temsilcisinin raporu değiştirmek ve yumuşatmak üzere “lobi” yaptığı ortaya çıktı. Buna göre örneğin Suudi hükümetinin temsilcisi “‘acil ve hızlı bir şekilde her açıdan sınırlandırma eylemlerine duyulan ihtiyaç…’ gibi ifadelerin rapordan çıkarılmasını” talep etmişken başlıca kömür tedarikçilerinden ve kullanıcılarından olan Avustralya ve Hindistan, raporun kömürden çıkışı talep etmesinden rahatsız olmuş. Rapora müdahale etmeye çalışan ülkeler arasında eskisi gibi fosil yakıt çıkarmaya devam ederken bunu karbon yakalama ve depolama teknolojisiyle (aslında fantezisi dememiz gerekir, çünkü bu tekniğin uygulanabilirliği konusunda pek çok bilim insanı ciddi kuşkular taşıyor) kompanse etmeyi öneren Norveç ve iklim değişikliğiyle mücadelede zengin ülkelerin fakir ülkelere yardımcı olmasına karşı çıkan İsviçre de bulunuyor (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58991717 ). İşin içine para girdiği zaman “ileri demokrasi”-otoriter yönetim farkı kalmıyor.


Ama işin esas vurucu kısmı verilen süslü sözlerle yapılanların birbirinin tam zıttı olması. BM Çevre Programı (UNEP), zirveden on gün önce “hükümetlerin 2030’da küresel ısınmayı 1,5 derece artışla sınırlamak için gereken maksimum miktarın iki katından daha fazla fosil yakıt üretmeyi planladığını” açıkladı (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58978438 ). Buna göre en büyük artış fosil gaz üretiminde (iki kat); petrolde ise yüzde 10 artış planlanıyor. Küresel düzeyde yalnızca kömür üretiminde ufak bir azalış öngörülüyor. UNEP’e göre 2040’a gelindiğinde Paris Anlaşması’nda “niyet edilen” ortalama sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandırılması hedefi için gereken miktarın beş katı kömür, üç katı petrol ve iki buçuk katı fosil gaz üretilecek. Bunu başka bir bilimsel araştırmanın vardığı sonuçla karşılaştıralım: 2100’de ortalama sıcaklık artışının 1,5 derecede tutulması için saptanan maksimum karbon salımı miktarının yüzde 86’sı çoktan atmosfere karışmış durumda. “Karbon bütçesi”nden geriye sadece yüzde 14’lük bir hakkımız kaldı, ama tüm bu bilimsel ve toplumsal uyarılara rağmen hükümetler ve şirketler azaltmak bir yana karbon emisyonunu artırmaya çalışıyorlar.
Küresel trend, Türkiye’de de geçerli. Paris Anlaşması’na imza koyan pek çok hükümet (daha sonra o vaatleri tutmasalar bile) hiç olmazsa karbon salımını 2030’a kadar azaltmaya söz vermişlerdi. Erdoğan hükümeti ise azaltmak bir yana karbon emisyonunu iki katına çıkarmayı vaat etti. Türkiye’de neredeyse her gün ekolojik bir felaket yaşanırken, yazın binlerce dönüm orman ihmal yüzünden yanıyor veya maden firmalarının, termik santrallerin, inşaat müteahhitlerinin karlarına kurban ediliyor; hükümet yeni fosil yakıt rezervleri arama peşinde koşuyor, başta kömürlü termik santraller olmak üzere çevre üzerinde korkunç baskı yaratan enerji tesisleri harıl harıl çalışmaya devam ediyor… Türkiye’nin iklim krizinden en çok etkilenen bölgelerden bir tanesinde yer alması, çevreciliği kendinden menkul Erdoğan’ın umurunda bile değil.
Alternatifi birlikte inşa etmeliyiz
Geçmişte ekoloji mücadelesi yürüten inisiyatiflerin önemlice bir kısmının esas hedefi, hükümetler ve şirketler üzerinde kamuoyu baskısı yaratarak onları çevresel felaketlere yol açan politikalardan vazgeçirmeye çalışmaktı. Çevre üzerinde baskı yaratan uygulamaların teşhir edilmesi, bu uygulamaların meşruiyetinin toplumsal düzeyde sorgulanması hala değerli bir mücadele. Ama artık tek başına bir anlam ifade etmiyor. Çünkü kar ve hegemonyadan başka bir şey düşünmeyen hükümetlerin ve firmaların ikna edilemeyeceği ortada. Sorun, tek başına ahlaki bir mesele değil. Örneğin bir tahmine göre şu anda yer altında yaklaşık 50 trilyon $ değerinde petrol rezervi kaldığı tahmin ediliyor. Petrol firmaları (ve onların siyasi lobicileri) bu petrolü son damlasına kadar çıkarmak için ellerinden geleni yapacaklarını açık açık gösteriyorlar. Çevre için en fazla yapacakları, daha sonra tutmayacakları süslü sözler vermek veya “karbon piyasası” gibi hiçbir işe yaramayacak uçuk neo-liberal projeler üretmek.
Bizi bu günlere piyasa mekanizması ve onun temelinde yatan rekabet olgusu getirdi. Dolayısıyla insanlığın ve doğanın çıkarına olacak çözümler ancak piyasa (veya rekabet) dışı aktörler tarafından ortaya konulabilir.
BM İklim Zirvesi’ne katılan hükümet ve şirket temsilcilerinin ikiyüzlülüklerini protesto etmek ve alternatifleri ortaya koymak için bu senenin başında Britanya’da sendikalar, sivil toplum temsilcileri ve bireylerden mürekkep COP26 Coalition oluşturuldu (https://cop26coalition.org ). Koalisyon hem zirvenin yapıldığı günlerde Glasgow’da protesto eylemleri düzenliyor (6 Kasım’da tüm dünyada küresel iklim adaleti eylemleri yapılacak) hem de 7-10 Kasım arasında tüm dünyadan gelen yaşam savunucularının temsilcilerinin sözlerini söyleyecekleri “İklim Adaleti İçin Halkların Buluşması” adı altında alternatif zirve planlıyor (https://cop26coalition.org/peoples-summit ). Alternatif zirvede Türkiye’den temsilcilerin de söz alacakları iki toplantı yapılacak. Bunlardan birincisi, 8 Kasım’da COP26 Türkiye Koalisyonu’nun düzenlediği “Türkiye’de İklim Adaleti İçin Mücadele” (https://cop26coalition.org/peoples-summit/the-fight-for-climate-justice-in-turkey ), ikincisi ise 10 Kasım’da Kazma Bırak Kampanyası Uluslararası Koordinasyonu’nun düzenlediği “Yeraltında Kalsın” (https://cop26coalition.org/peoples-summit/keep-it-in-the-ground-no-more-fossil-fuel-exploration-in-tne-mediterranean-2 ) toplantıları.
Yeşil Sol Parti’nin İklim Krizi Çalışma Grubu bu iki toplantıyı düzenleyen Kazma Bırak Kampanyası’nın da COP26 Türkiye Koalisyonu’nun da aktif bir parçası.
Bu toplantılara çevrimiçi olarak katılmak mümkün olacak.
6 Kasım’daki küresel eyleme ve 7-10 Kasım’daki alternatif zirveye katılmak, Türkiye’deki yerel ekoloji mücadelelerini birleştirmek için önemli bir başlangıç olacak. Bununla birlikte bu mücadeleyi güçlendirmek için devamlılığını da sağlamamız gerekiyor.


İşte bu yüzden Türkiye’de geçtiğimiz ay COP26 Türkiye Koalisyonu oluşturuldu (https://www.cop26trkoalisyonu.org ). Koalisyona şu ana kadar 40’dan fazla inisiyatif temsilcisi dahil oldu. Koalisyonun bir amacı 6 Kasım’daki küresel eylemlerin yerel ayaklarını inşa etmek ve Glasgow’daki alternatif zirveye katılmak. Diğer bir amaç ise uzun vadede Türkiye’de birleşik bir ekoloji mücadelesi yürüterek “Halkların Glasgow Anlaşması”nın Türkiye ayağını inşa etmek.
Halkların Glasgow Anlaşması, hükümetlerin şimdiye kadarki anlaşma ve niyet beyanlarından farklı olarak kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar neticesinde hiç tutulmayan sözler manzumesi olmanın tersine her ülkeden katılımcıların kendi ülkelerinde iklim felaketini durdurmak için alınması gereken tedbirleri tartıştıkları, ortak eylemlilik süreciyle bunları hayata geçirmek için çaba sarf ettikleri bir süreç (Glasgow Anlaşması için: https://drive.google.com/file/d/ 11RM62BrCHSpHE4C5HyCgJ76TG9iRA8-q/view). Tabandan demokratik katılım üzerinden işleyen bu süreçte katılımcılar bir yandan ülkelerinde iklim felaketine neden olan faaliyetleri ve bunları gerçekleştiren şirket veya işletmeleri ortaya koyarlarken, diğer yandan da alternatifi birlikte oluşturmaya çalışıyorlar. COP26 Türkiye Koalisyonu hem yerel ekoloji mücadelelerine toplumsal desteği artırmak hem de ortak talepler etrafında birleşik bir mücadeleyi inşa etmek için bize önemli bir fırsat sunuyor.
Alternatifi birlikte inşa edelim..

PAYLAŞ