Atilla Aytemur; Seçimler ve Başkanlık Sistemi

Muhalefetteki yaygın beklentinin tersine başkanlık seçimini birinci turda ve MHP’nin bariz desteğiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan kazandı. Milletvekili seçiminde ise Ak Parti’nin büyük oy kaybı ve HDP’nin barajı aşıp üçüncü parti olarak meclise girmesi dikkat çekti.

Ak Parti ve MHP’nin oluşturduğu “Cumhur İttifakı”, Büyük Birlik Partisi’nin de desteğiyle, milliyetçi ve muhafazakar bir ideolojik zeminde ve otoriter bir siyasal yönelimle Türkiye’nin parlamenter sistemden kopup, Latin Amerika’da görülen benzerlerinden daha da merkezileşmiş bir başkanlık rejimine geçilmesini, hiçbir yerinde adalet olmayan bu seçimde sağladı.

Ak Parti fonksiyonu zayıflatılmış mecliste çoğunluğu kaybetti. MHP onun eksiğini tamamlamakla beraber, hem bu ikilinin ilişkisinin geleceğinin, hem de anlamlı bir toplumsal mutabakatla inşa edilmeyen bu yeni rejimin yakın ve orta vadeli geleceğinin nasıl olacağı herkesin merak ettiği bir soru olarak ortada duruyor.

İki bloklu Türkiye’ye devam

Seçimlerde iki bloğun da referandumdakine yakın bir sonuç alması, toplumdaki geleneksel bölünmenin ve bundan beslenen siyasal gerilimin daha uzun süre devam edeceğinin bir göstergesi olarak değerlendirildi. Partiler arası seçmen kayışlarının da esas olarak ideoloji, inanç, hayat tarzı, vb bakımından birbirine yakın olanlar arasında cereyan etmesi bunu kanıtladı. Seçmenlere kümeler arası rahat geçişler sağlayan bireyleşmenin ve ona zemin sunan ideolojik ve siyasal bakımdan rahat bir ortamın oluşmaktan henüz uzak olduğu görüldü.

Ak Parti ve MHP’nin de başkanlık rejimini böyle bir sorunu çözmek iddiasıyla getirmediğini biliniyordu. Balkon konuşmalarında “Herkes kazandı, millet kazandı”, “Mesajı aldık” filan denilse de, politikaların pek öyle yürütülmediğinin yaşanarak farkına varıldı.

Toplumun birbirine değmeyen iki büyük bloka bölünmüş olma halinin iyice katılaşması, ekonomisinin alarm üstüne alarm vermesi, demokrasi ve adalet arayışının OHAL şemsiyesi ve KHK uygulamaları altında iyice boğulması, Kürt Sorunu’nun iç ve dış askeri operasyonlarla halı altına sürülse bile devam etmesi gibi ağır meselelerle malul Türkiye’nin dertlerine bu başkanlık rejiminin nasıl bir çare ve çözüm üreteceğini de herhalde çok beklemeden görmek mümkün olabilecek.

Geride bırakılan parlamenter sistem de Türkiye’deki haliyle çok matah bir şey değildi. Hiçbir zaman toplumumuzun bütününü kucaklanmadı. Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet beklentilerimiz ya sözde ya da kitap sayfalarında kaldı.

Bu bakımdan ne gidene ağıt yakılması ne de yeni gelene methiyeler dizilmesi çözüm gibi görünmüyor. Geniş yelpazeli bir mutabakat üzerinde yükselen bir sistem en belki makulüydü ama Türkiye o fırsatı kaçırdı.  İçine girdiğimiz yeni rejimin olabildiğince demokratikleştirilmesi bakımından toplumsal bir mutabakat arayışının olup olmayacağı ise meçhul.

MHP desteği Erdoğan’a başarıyı getirdi                                            

Malum, Ak Parti yıllar boyu kenarlara itilmiş, horlanmış ve baskı görmüş büyük bir kitle olan dindarların sözcüsü olarak ortaya çıktı ve onları aşan bir toplumsal destek gördü. Merkez sağ ve solun partilerini tasfiye eden 2002’nin büyük bir iktisadi ve siyasi krizin içinde iktidar oldu.

İdeolojik ve politik gıdasını Siyasal İslam’dan almasına karşın kendini zamanın şartlarına da uyarlayan bir parti profili verdi. Son derece önemli demokratik reformları programına koydu ve uzun iktidarının ilk dönemlerinde uyguladı.  Ama bir süredir dünyada örneklerini gördüğümüz popülist, milliyetçi, çoğunlukçu, baskıcı ve otoriter, demokratik değerlere sırtını dönen partilerin benzeri bir rotaya girerek, o takdir gören vasıflarını terk etti. Bu değişim büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında ve söyleminde kristalize oldu.

Rejim değişikliği ve siyasette yeni dönem

Erdoğan ve Ak Parti’nin 1 Kasım 2015’ten beri Türkiye’yi taşımak istediği model güçlü, otoriter, tüm yetkileri elinde toplamış başkanlık, kontrolü altında zayıflatılmış yasama ve kendi yönlendirmesinde bir yargıdan oluşan sistemdi. Bunun için kendine partner olarak, bu role çok istekli, geleneksel taşra milliyetçiliğinin partisi MHP ve Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi seçti.  Onun tavsiyesi, agresif hamleleri ve desteği sonucunda, 16 Nisan 2017 referandumunun ardından yapılan 24 Haziran 2018 seçimleriyle Erdoğan ve partisi amaçlarına ulaştılar.

İktidarın bir süredir uyguladığı olağanüstü medya kuşatması, devasa devlet imkanları, parti örgütü gibi çalışan belediyeler, parti taraftarı gibi davranmayı içselleştirmiş güvenlik güçleri, OHAL şartları ve sosyal medyaya mahkum bir muhalefetle farklı bir sonuç ummak zaten zordu.

24 Haziran’ın sonuçlarından memnun olan MHP Genel Başkanı, siyasal sistemde gerçekleştirilen değişiklikle gelinen bu noktayı “Cumhuriyetimizin üçüncü evresi” olarak niteliyor.

Yapılan bu köklü değişiklikle Cumhuriyet’in kaçıncı aşamasına geldik, şüphesiz önümüzdeki dönem hayli tartışılacaktır. Ama eskisinden çok farklı, siyaset sahnesinde birçok şeyin tepeden tırnağa değişeceğini ve ipuçlarını bir süredir gördüğümüz, alışkanlıklarımızı ve modellerimizi hayli zorlayacak bambaşka bir siyasal döneme girdiğimiz muhakkak.

İttifak Yasası’nın hayırlı sonuçları

Ak Parti ve MHP’nin bu amaçla yola çıkarken getirdikleri İttifak Yasası, kendilerine yaramakla beraber hiç ummadıkları sonuçlar da üretti.  Öyle ki, uzun yıllardır var olan ama nedense hiçbir iktidarın kaldırmaya niyetlenmediği, demokratik çoğulculuğu berhava eden baraj sistemi, ittifak uygulamasıyla ıskartaya çıkarıldı.

Seçmen desteği yetersiz olan birçok parti ittifakların çatısı altına girerek veya ittifaktaki büyük partinin listesinden aday göstererek mecliste temsil edilmeyi başardılar.

İktidar bloğunun HDP’yi barajla meclis dışı bırakma ve İyi Parti’yi seçim sürecinin dışına itme hamleleri sonuçsuz kaldı.  Barajı aşmak için seçmen desteği yetersiz bazı partiler de yasanın sunduğu esneklikten yararlanarak meclise temsilci gönderme imkanı buldu.

Bu nedenle yakın bir zamanda iktidarın girişimiyle barajın düşürüldüğü görmek kimse için sürpriz olmayacak.

CHP’nin toplumla buluşma hamleleri

Muhalefet cephesinde en kilit rolü üstlenip, son derece etkili adımlar atan parti CHP oldu. Yoğun bir eleştiri bombardımanı altında bulunsa bile Kemal Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP, yerleşik toplumsal algısından hayli farklı politikalar sergiledi. İktidar koalisyonunu şaşırtan, muhalefeti toparlayan, örgüt ve seçmenlerine özgüven kazandıran söz konusu politikalar seçim sonuçları itibariyle o kesimdeki beklentileri karşılamasa da bu partinin yerleşik siyaset tarzından farklılığıyla, önümüzdeki süreç için önemli işaretler verdi.

Bu bakımdan, Kemalizmin geleneksel partisi ve laik sosyolojinin kalesi CHP’nin böylesine adımlar atarak etrafından kimlik yelpazesi geniş bir muhalefet bloku oluşturmayı başarması yabana atılacak bir gelişme değildi.

Sıkıcı olmak pahasına bir kez daha hatırlatacak olursam, İyi Parti’nin seçime girmesini sağlayan 15 milletvekili hamlesi, Muharrem İnce’yi başkan adayı olarak ortaya çıkarması, Saadet Partisi’den beş milletvekili adayını kendi listesinden göstermesi ve üçünün seçilmesini sağlaması, seçim matematiğinin bir zorunluluğu ve Millet İttifakı’nın bir hedefi olarak HDP’nin barajı aşmasının gerekliliğini özellikle batıdaki seçmenlerine anlatmayı başarması son derece dikkate değerdi.

Milletvekili seçiminde aldığı oy oranına bakarak bu partide sık rastladığımız kurultay ve genel başkanlık kavgaları yine başladı. Muharrem İnce’in seçim performansından hareketle CHP’nin makus talihini değiştirecek liderin bulunduğunu düşünenler hayli fazla.  İnce’nin oyları aynı toplumsal küme içinde biraz büyüttüğünü ama onun dışına taşmasını sağlayamadığını görmüyorlar. Kolay yolu seçip, partiyi daha büyük sosyal kümelerle buluşturmak amacıyla çıkış arayan ve yeni yollar deneyen liderini kimi ulusalcı çevrelerce kendinden geçercesine hırpalıyorlar.

Dindar seçmene ulaşma çabaları

Gerçekçi olalım, CHP’nin ve Muharrem İnce’nin siyaset dilinin, katı jakoben laik ve Kemalist jargondan uzaklaşarak Ak Parti’li dindar seçmenleri incitmeyecek doğrultuda değiştirilmesi için yoğun çaba göstermesi, hem ülkedeki, kamplaşmanın zayıflatılması, hem de muhalefetin sözünün daha geniş kesimlere ulaşması adına bu seçimlerde altı önemle çizilmesi gereken şeylerdi.

Kılıçdaroğlu’nun seçim sonrası yaptığı talihsiz konuşma nedeniyle, “Adalet Yürüyüşü”nden başlayıp 16 Nisan 2017 referandumundan itibaren derinlik kazanan değişim ve partiyi farklı kesimlere açma gayretini görmezden doğru olmaz.

Aslında toplum olarak tarihi Osmanlı’nın ilk modernleşme hamlelerinin görüldüğü dönemlere kadar uzanan gelenekçi-modernist, dindar-laik, ilerici-gerici, yukarıdan dayatmacı-aşağıdan değişimci, vb bölünmesini/kamplaşmasını miras olarak devraldık ve onun yarattığı sorunları yaşıyoruz.

O nedenle, kimlikler üzerinde yükselip bu günlere gelen politik zihniyetlerin belirlediği dar alandan kurtulup bütün yurttaşlara seslenebilen, kimlik/cemaat siyasetini aşmış bir parti olabilmek öyle birkaç haftalık sığ seçim çalışmalarının sonucu başarılabilecek bir şey değildir. Kararlılık, yüzleşme ve ısrar gerekir.  Toplumumuz ve siyaset dünyamızdaki yerini dikkate alınca CHP’deki bu açılımın öneminin farkına varılması ve teşvik edilmesi yerinde olacaktır.

Muharrem İnce

Sınırlı imkanlara, OHAL koşullarına ve medya sınırlamasına rağmen Muharrem İnce’nin aldığı sonuç başarıdır. CHP gibi jakoben laisizmin temsilcisi bir partinin az çok tanınan bir ismine, ister birinci ister ikinci turda nüfusun çoğunluğunu teşkil eden dindar ve muhafazakar seçmen kesiminden sonuç alıcı oy gelmesi o kadar kolay değildi.

Bunu sağlayacak hangi güven verici adımların atıldığı sorulduğunda, cevabın içini dolduracak fazla bir şey bulunmadığı görülecektir. Aksini ileri sürmek toplumumuzu ve onu oluşturan kümeleri yeterince tanımamak anlamına gelecektir. Nitekim partiler arası seçmen kaymalarının birbirine yakın olanlar arasında cereyan etmiş olması da durumu yeterince açıklamaktadır.

Hatırlanacağı gibi, İnce’nin adaylığı başlangıçta bazı kesimlerde şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaratmıştı. Ancak süreç içerisinde CHP seçmenini aşan bir beğeni topladı ve özellikle laik kesimlere özgüven aşıladı. Ortaya koyduğu aday profili, edası, dili, halkla kaynaşma becerisi, hitabeti ve hazır cevaplığı memnuniyet yarattı.

Erdoğan’ın seçilmiş olmasına, parlamentoda Ak Parti ve MHP ortaklığının milletvekili sayısını üç yüzü epey aşmış olmasına bakarak, belli bir seçmen kesimine kahredip kınayarak karalar bağlayan anlayışın halen bu ülke gerçekliğinin farkında olmadığı, temelsiz coşku ve beklenti ile umutsuzluk ve halka güvensizlik karışımı bir nihilizme savrulmak gibi uçlarda yaşamaya devam ettiğini de seçim sonrasında şahit olduk.

Bütün bunlara karşın, CHP’nin bundan sonraki süreci iyi tasarlaması, kamusal bir figür konumuna yükselen Muharrem İnce’yi bu partinin bıktırıcı iç hesaplaşmalarında harcamaması yerinde olacaktır. Seçim sonrası yaptıkları ilk uzun görüşme de bu yöndeki beklentileri boşa çıkarmış görünüyor.

HDP için yeni bir başlangıç mümkün

HDP, iktidar kaynaklı onca baskı, engelleme, badire ve Kürt Hareketi’nin son dönem politikalarının olumsuz etkisine rağmen, özellikle Batı’da CHP’li, sol, demokrat ve liberal seçmenden aldığı stratejik oyların da desteğiyle meclise giren üçüncü büyük grup olmayı başardı.

Selahattin Demirtaş, tutuklu olduğu Edirne Cezaevi’nin koğuşunda ve olmadık kısıtlar içerisinde bir kampanya yürütmek zorunda kalmasına ve adaylığı başkanlık seçiminde sonucu etkileyen bir konuma sahip olmamasına rağmen, HDP’nin Kürt seçmenler içerisindeki kemik desteğine hayli yakın bir oy alarak önemli bir başarı sergiledi. Kampanya sürecindeki gülümseten hicivli dili, espri zekası ve gücü ile politik mesajını doğrudan ve basit bir anlatımla vermesiyle farkını göstermesini bildi.

Artık baraj kaldırılsa da kaldırılmasa da HDP’nin demokratik siyaset zemininde Kürtlerin önemli bir bölümünün temsilcisi olduğu bir kez daha görüldü. Onu görmeyen, hesaba katmayan, kriminalize eden ama bununla da yetinmeyip siyaset platformundan dışlamak için demokrasi dışı olmadık yollara başvuranların anlamlı bir sonuç elde edemeyeceği anlaşıldı.

Anahtar: Demokratik siyasette ısrar

Bununla beraber, Suriye iç savaşının seyrini tam olarak kestirmek şimdilik pek mümkün olmadığından, Türkiye’de Kürt Sorunu’nun çözümü doğrultusunda yeniden ne gibi adımlar atılabileceğini öngörmek kolay değil. Ancak şartlar HDP’nin yeni bir başlangıç yapması için çok uygun.

PKK’nın özyönetim ilan ettiği, hendek direnişleri sergilediği ve Devrimci Halk Savaşı başlattığı geçen dönemde HDP’nin sergilediği yaklaşımlara yönelik eleştirel duruşların kısmen devam ettiği özellikle bölge illerindeki seçim sonuçlarına belli ölçüde yansımış görünüyor.

Bunun yanı sıra, Kürt Sorunu’nun çözümsüz kalması ve asırlık yaranın kanamaya devam etmesi nedeniyle aynı seçmen kitlesinin partiden demokratik siyaset zemininde çözüme katkı sunma beklentisini sürdürdüğü anlaşılıyor.

Bu bağlamda, şiddet ve terör sarmalının karabasan gibi yeniden gündemin üzerine çökmemesi için, sorunun bu topraklar içinde radikal demokratik bir muhtevayla çözümünde ısrar etmek, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılmasının yaratabileceği müşterekleri sahiplenmek çok önemli görünüyor. Nitekim, bu partinin kimi sözcülerinin ve eski genel başkanı Demirtaş’ın seçim sürecinde yaptıkları açıklamalar da, yetersiz ve eksik de olsa, bu doğrultuda ümit veren adımlardı.

Yeni döneme intibak                                                                                             

Yürütme yetkilerin tek kişide toplandığı, yargının büyük ölçüde onun kontrolü ve yönlendirmesi altına girdiği, yasamanın denge ve denetleme fonksiyonunun hiç kalmadığı, özgür medya alanının hemen hiç kalmadığı bir başkanlık rejimine artık geçtik.

Bu şartlar altında, muhalefetin nasıl olması gerektiğini, eylemini, söylemini, formunu, hedeflerini etraflıca, tabusuz ve takıntısız tartışmak gerekiyor. Bunu büyük küçük demeden; sol, sosyalist, sosyal demokrat, yeşil, ekolojist ve etnik temelli parti ayrımına girişmeksizin bütün muhalif güçlerin kendilerini yeni rejime göre yeniden konumlandırmaları üzerinde düşünülmelidir.

2019 baharında yapılacak yerel seçimlerin öne alınabileceğinin konuşulmaya başlandığı dikkate alınırsa, muhalefetin parlamenter sisteme ağıt seanslarını gerilerde bırakıp yeni siyasal düzene intibak edebilmiş bir mücadele hattını geliştirilmesi beklenir.

24 Haziran 2018’den demokratik muhalefet güçlerini kahreden bir sonuç değil, tersine geleceğe umut taşıyabilecek çok önemli ipuçları çıktı.

Parlamentoda temsilcisi olsun ya da olmasın, örgütlülüğü barajı aşsın ya da aşmasın, demokratik, özgürlükçü, adaletli ve eşitlikçi bir gelecek için ülke sorunlarına kafa yoran ve emek veren bütün siyasal kurum ve yurttaşların bu ipuçlarını değerlendirmesi temennimizdir.

PAYLAŞ