AVRUPA YEŞİLLER PARTİSİ 32. KONSEY TOPLANTISI KARARLARI

Avrupa Yeşiller Partisi (EGP) 32. Konsey toplantısını 2-6 Aralık tarihleri arasında çevrimiçi olarak gerçekleştirdi. Polonya’da yapılacak olan toplantı pandemi nedeniyle alınan sağlık önlemleri nedeniyle yüz yüze gerçekleştirilemedi.
Toplantı gündeminde Avrupa’da Hukukun üstünlüğünün gerilemesine karşı koymak için yapılması gerekenler, Avrupa Yeşil Sözleşmesi’ne Adil Geçişin önemi, COVID sonrası ekonomide istihdam ve kültürel sektörlere destek, tüm Avrupalıların insan hakları için mücadelenin sürdürülmesi gibi konular ele alındı.
Tüm Avrupa ülkelerinden yeşil patilerin katıldığı toplantıya YeşilSol Parti’de katıldı. Yapılan müzakereler sonucunda aşağıdaki kararlar alındı:

Yeşil Bir Doğu Ortaklığı

Avrupa bütünleşme süreci, basitce AB yapılarına katılmaktan çok daha geniştir. İlk olarak, Avrupa değerlerinin kıtada AB üyesi olacak ülkeler tarafından paylaşılmasıdır.

AB’nin 2009 yılında başlatılan Doğu Ortaklığı (EaP) programı katılımcılar için uzun vadede katılıma hazırlık süreci için bir çerçeve olarak değerlendirilebilir. Ancak, kısa vadede, katılımcıların AB üyesi olma ihtimallerinden bağımsız olarak , çevresel olanlar başta olmak üzere, yüksek Avrupa standartları ve normlarının uygulanmasını sağlayacak önemli bir siyasi araç olarak hizmet etmelidir.

Avrupa Birliği, EaP de dahil olmak üzere tüm araçlarını, katılımcı ülkelerde insan hakları, demokrasi, işbirliği ve sürdürülebilirlik gibi temel değerlerini desteklemek ve bu değerlerin peşinde koşan tüm aktörleri güçlendirmek için kullanmalıdır. EaP ülkelerinin çoğundaki mevcut durum, AB’nin bu konularda aktif katılımı ihtiyacını gösteriyor.

Barış, demokrasi ve insan hakları alanındaki birçok soruna rağmen, EaP çevresel işbirliğindeki hedeflerini unutmamalıdır. Çevrenin katılımcı devletler ve AB’nin ortak faaliyet alanlarından birisi olarak açıkça tanımlanmamış olması bu konudaki engellerden birisidir.

Avrupa ​​Yeşiller Partisi, Avrupa Komisyonu Başkanının Mart 2021’de yapılması planlanan AB zirvesinde tartışılacak olan iklim ve sürdürülebilirlik konularını EaP faaliyet çerçevesine dahil etmek niyetini memnuniyetle karşılarken çevrenin korunmasının ortaklığın özel bir alanı olarak belirtilmesini talep eder.

Avrupa ​​Yeşilleri ayrıca çevre ve iklim unsurlarının Avrupa EaP’nin mevcut bileşenlerine (ekonomi, enerji, ulaşım, vb.) entegrasyonunda da ısrarcıdır.

Avrupa Yeşilleri, 2020 Mayıs 2020 sonrası Doğu Ortaklığı politikasına ilişkin Konsey Kararlarında belirtildiği gibi çevre sorunlarının ana akımlaştırılmasını desteklemekte, Komisyon’u EaP ülkelerinin Avrupa Yeşil Anlaşmasına katılımını hızlandırmaya çağırmaktadır.

Avrupa Yeşilleri, Avrupa Komisyonu’na Avrupa Yeşil Anlaşması görevlerinin yenilenen EaP işbirliği planlarında yer almasını sağlama çağrısı yapmaktadır.

Covid-19’dan Kurtulup, Avrupa’da Sürdürülebilir Bir Turizm Sektörü İnşa Etmek

COVID-19 krizi, kongre turizmi de dahil olmak üzere, turizmin ekonomilerinde veya ekonomik gelişmelerinde önemli veya hayati bir unsur olduğu olduğu Avrupa ülkelerinin, bölge ve topluluklarının savunmasızlığını trajik şekilde kanıtladı.

Bu Hırvatistan, Kıbrıs, Fransa, Yunanistan, İtalya, Malta, Portekiz ve İspanya gibi büyük ülkelerin kıyıları veya uzak bölgeleri ve ada devletleri için özellikle doğrudur.

Bildiğimiz haliyle çevresel etkisi yüksek ve tükeyici olan kitle turizmi sonlanmalıdır. Temel aldığı ekonomik model ekonomik, sosyal ve çevresel olarak sürdürülemez. COVID-19 krizinden çıkış, sektörün yeniden ve daha iyi şekilde inşa edilmesini sağlamalıdır.Tüm paydaşların, yerel toplulukların, turistler, işletmeler, iş koçları ve yerel yetkililerin aktif katılımıyla, yeni bir turizm biçimi geliştirilmelidir. Bu bütünsel, adil, dayanıklı ve sürdürülebilir, gezegene saygı duyan, topluluklar ve insanları birleştiren, kültürlerin ve ekosistemlerin çeşitliliğini yok etmek yerine teşvik eden bir turizm olmalıdır.

Bu nedenle, Avrupa Yeşilleri olarak özellikle Akdeniz’de ve aynı zamanda Avrupa’nın diğer bölgelerinde turizmle bağlantılı ekonomik gelirlerdeki acımasız azalmayı telafi etmek için acil durum önlemleri olarak aşağıdaki talepleri dile getiriyoruz:

• İşçilerin çoğunluğunu oluşturan ancak ortalama olarak daha düşük ücretler ödenen ve bu nedenle kriz kaynaklı yoksulluk riski daha yüksek olan kadınlar ve gençler başta olmak üzere, mevsimlik işçiler için yardım önlemleri AB’nin kurtarma paketlerinin bir parçası olmalı; sürdürülebilir bir turizm modeline geçmek için daha az kaynağa sahip mikro, küçük ve aile işletmesi konumundaki işlere özel dikkat gösterilmelidir. Tur operatörleri için finansal destek ve garantiler, ülkelerin özgün durumlarına uyarlanmış ve Avrupalı gezginlerin haklarını koruyan daha sürdürülebilir bir turizm modeline geçmeyi taahhüt etmeleri koşuluyla sağlanmalıdır.

• Sürdürülebilir turizm modeline geçiş için AB kurtarma yardımı önlemleri paketi aşağıdaki koşulları içermelidir:

o Döngüsel bir ekonomi modeli geliştirmek ve sıfır kilometre ürünlerinin tüketim için teşvikler;

o Yerel topluluklar dahil ilgili tüm aktörlerin iştirakiyle katılımcı, işbirlikçi ve kooperatif iş modellerinin teşvik edilmesi

o Yerel destinasyonlarda, karbon ayak izini telafi etmek için yeşil yatırım planları oluşturulması

(yenilenebilir enerji üretimi, yeniden ağaçlandırma, eko-tarım, vb.).

• Turizm sektöründe adil sözleşmeler ve iş güvenliği dahil olmak üzere yüksek sosyal ve çevresel standartlara uygunluğun ve tüm turizm destinasyonlarının, ürünlerinin ve hizmetlerinin engellilik veya yaş durumuna bakılmaksızın tüm insanların yararlanabilmesi için uluslararası kabul edilmiş erişilebilirlik standartlarda olmasının sağlanması

Çok önemli olan Avrupa çapında vatandaşlarımızın, sınırlarımız içinde ve dışında seyahat etmekle yarattıkları etkiler ve AB’nin küresel bir sürdürülebilir modeli teşvik ettiği hususunda farkındalık sahibi olması için çalışma

Daha sürdürülebilir bir turizme geçişi sağlamak ve turizmin sadece küçük bir elit kesim değil, herkes için erişilebilir kalması gerektiğini göz önünde bulundurarak Avrupa ​​Yeşilleri olarak, şunları istiyoruz:

• Tüm havalimanı genişletmelerinin durdurulmasını ve bunun yanı sıra havaalanı inşaatları ve genişlemeler için bölgesel sübvansiyonların azaltılması ve / veya durdurulmasını; kerosene üzerinde hızla yüksek bir vergilendirme yapılmasını ve en çok kirleten cruise gemilerinin yasaklanmasını;

• Avrupa çapında gece trenlerinin yeniden hizmete sokulmasını ve Avrupa yeşil bisiklet yollarının geliştirilmesinin hızlandırılmasını;

• Adaların Avrupa ana karasına sürdürülebilir şekilde bağlanması için somut planların geliştirilmesini

• Kar amacı gütmeyen “eşleştirilmiş” konaklamanın ve sürdürülebilir tarım turizminin teşvik edilmesini ve yerel toplulukların kendi güçlerini kitlesel turizm dışında ve kendi faydaları kullanabilmeleri amacıyla bilgi ve araçlarla desteklenmesini

• Avrupa müzeleri ve diğer kültürel simge yapıların sanat koleksiyonlarının dijitalleştirilmesine ve çevrimiçi turların geliştirilmesine destek verilmesini;

• Kiralık konut piyasasının erozyonunu önlemek ve gerçek “eşleştirilmiş” konaklama modeliyle rekabetini önlemek ve gri alandaki işçilerin sömürüsünü engelleyecek düzenlemeler getirilebilmesi için Airbnb konaklamasının, sahip başına bir kişi olarak sınırlı sayıda gece için uygulanır hale gelmesini;

• Belediyelerin ve bölgelerin daha yüksek hükümet kademelerinden ve verimsiz mevzuat tarafından engellenmeden, mevcut turistik faaliyetlerin olumsuz ekolojik ve sosyoekonomik etkilerini önlemek amacıyla, gerekli düzenleyici önlemleri alabilmesinin sağlanmasını;

• Akdenizin Kirlilikten Korunması İçin Barselona Sözleşmesinin uygulanması ve kıyı bölgelerinde kirlilikle mücadele ve onları eski haline getirmek için ulusal planlar geliştirilmesini;

• Akdeniz ülkelerinde, kültür ve turizm arasındaki bağlantıya odaklı bir şekilde, bu bölgede yaşayan insanları yansıtan bir beslenme modeli olarak, Akdeniz Diyeti uygulayan kültürel ve gastronomik turizmin teşvik edilmesi;

Bu yerel ürünler kullanarak, yerel geleneksel tarifleri canlandırarak ve ziyaretçileri yerel gelenek ve göreneklere dayalı faaliyetlere katılmaya ve ziyaret ettikleri bölgenin zengin tarihi ve mirası hakkında daha fazla bilgi edinmeye teşvik ederek gerçekleştirilebilir.

• Şu anda sürdürülemez turizme bağımlı insanlar ve topluluklar için diğer sektörlere adil bir geçiş için yardım sağlanması;

Turizmin yerel ekonomilere katkı sağlamadaki önemli rolüne rağmen, özellikle ucuz uçuşlar yoluyla artan kitle turizmi ciddi bir çevresel etkiye sahiptir. Bu kitle turizminden sürdürülebilir turizme geçmenin ve bu nedenle sektör genelinde yeşil uygulamalar ve standartlar uygulanmasının zorunlu olmasının nedeni budur.

.Aynı şekilde turizm Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşmak için de katkıda bulunabilir. COVID-19 kurtarma planı bu değişimi hızlandırmak ve Avrupa’da sürdürülebilir bir turizm sektörünün kurulmasını sağlamak için bir fırsat sunuyor.

.

Trans Hakları Burada! Trans Hakları Şimdi!

Herkes cinsiyet kimliğine ve cinsiyet dışa vurumuna göre özgürce yaşama ve kendi kaderini tayin ve bedensel özerklik hakkına sahip olmalıdır. Doğumda atandıkları cinsiyetle özdeşleşmeyen trans insanların, Avrupa genelinde cinsiyetlerinin tanınma hakları sıklıkla reddediliyor ve sadece “trans” olarak görünüyorlar. Böylece cinsel yönelimleri de dahil olmak üzere kimliklerinin diğer yanlarının cinsiyetlerinden bağımsız olarak tanınması engel olunuyor.

Bu ayrımcılık, ülkelerin çoğunda toplumsal cinsiyet, bedenler ve cinsellik hakkında katı ve statik normların trans insanları kabul etmeyen, saygı duymayan veya değer vermeyen yasal ve sağlıksal sistemleri desteklemesi nedeniyle, sistemik bir düzeyde meydana gelir.

Bazı ülkelerde trans karşıtı yasalar ve uygulamalar, cinsiyet karşıtı söylemin yükselişi, transların susturulması ve trans insanların ruh sağlığı, güvenliği ve günlük yaşamı üzerinde doğrudan etkileri olan acımasızca kutuplaştırıcı tartışmaların yükselişi üzerinden hayata geçirilmektedir.

Genellikle “LGBT” deki “T” göz ardı edilir. Günümüzde trans kişilere yönelik mevcut saldırı, transları her zamankinden daha fazla desteklemeyi ve trans karşıtı düşmanlık ve şiddetle mücadeleyi gerekli kılıyor. Trans insanların seslerini doğrulamak ve yükseltmek önemlidir. Trans kadınlar kadın, trans erkekler erkek, ikili cinsiyet tanımının dışındaki geçerli ve trans hakları insan haklarıdır!

Transgender Europe (TGEU) tarafından açıklanan son verilere göre Avrupa konseyi üyesi olan sekiz ülkede toplumsal cinsiyeti tanıyan yasal prosedürler yoktur. Bosna Hersek, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Gürcistan, Kosova, Letonya, Dağlık Karabağ, Romanya, Sırbistan ve Türkiye’de toplumsal cinsiyetin yasal olarak kabul edilmesi için zorla kısırlaştırma zorunlu tutulmakta, ve 28 Konsey üyesi ülkede ruh sağlığı incelemesi gerekmektedir. Zorla kısırlaştırma ve zorunlu ruh sağlığı incelemesi trans insanların onurlarını ve kendi kaderlerini tayin hakkını ihlal etmektedir. Sadece üç ülke, toplumsal cinsiyet tanıması konusunda, yaş sınırlaması olmaksızın temel yasal zemine sahiptir. Polonya’dan Birleşik Krallığa, Macaristan’dan İspanya’ya trans hakları saldırı altındadır.

Trans insanlar muhafazakar sağcı aktörlerden ve anti-trans gruplardan artan olumsuz söylem, önyargı, hoşgörüsüzlük ve şiddetle karşı karşıyadırlar. Dahası, trans karşıtı kadın grupları tarafından yürütülen kampanyaların retoriği, trans kadınları küçük düşürüyor, trans erkekleri hizmetlerden yoksu bırakıyor ve ikili cinsiyet tanımının dışındaki kişileri görünmez kılıyor. Trans insanlara karşı düşmanlığa karşı koymak için gücümüzü birleştirmeye ihtiyacımız var. Trans hakları kadın haklarının aleyhine gibi kullanıldığı sürece, sağcı güçler toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı mücadelelerinde bundan yararlanacak ve kullanacaktır. Kadın hakları hareketleri ve trans hakları hareketleri ataerkil yapıların üstesinden birlikte gelmek için birleşmelidir. Trans çocuklar ve gençler kendi kaderini tayin hakları sürekli olarak reddedildiği ve göz ardı edildiği için özellikle risk altındadır. Trans insanlara kendi deneyimleri konusunda genellikle danışılmaz ve hikayeleri anti-trans retorik, yalanlar ve yanlış bilgilendirme yoluyla boğulur.

2019’dan bu yana, Polonya’daki 100 belediye “LGBT’siz” ilan edildi ve 2020 Ağustos ayında LGBTQI aktivistleri Varşova’da barışçıl protestolar yapmaktan tutuklandı. 2020, Mayıs ayında Macar hükümeti nüfus kayıtlarında “seks” i “doğumda belirlenen cinsiyet” ile değiştirerek yasal cinsiyet tanımayı uygulamada imkansız hale getirdi. Eylül 2020’de Birleşik Krallık hükümeti, cinsiyetin yasal olarak tanınmasının merkezi olan kendi kaderini tayin etme planlarını iptal etti ve büyük ölçüde erişilemez ve birçok trans insanı, özellikle çocukları dışarda bırakan işlemlere bağlı kaldı.İspanya’da bazı otonom bölgelerde toplumsal cinsiyetin, kendi kaderini tayin etmeyi esas alarak, yasal olarak tanıması geçerli olmakla beraber, bu yıl ulusal bir yasa tartışması anti-trans söylem ve trans sorunlarına odaklanmanın, doğuştan kadınları görünmez kıldığı şeklindeki yanlış iddialar nedeniyle kenara bırakıldı.

Bu nedenle, Avrupa Yeşiller Partisi, Avrupa devletlerinden aşağıdakileri talep etmektedir:

  • Onları doğrudan etkileyen yasalar ve politikalarla ilgili danışma süreçlerine ve tartışmalara trans insanların dahil edilmesini sağlanmalı ve medyada trans seslerin düzgün temsili için çabalanmalıdır.

• Yaş sınırlaması olmaksızın, tümüyle kişinin kendi kaderini tayinine dayalı, hızlı, şeffaf yasal ve erişilebilir toplumsal cinsiyet tanıma prosedürlerini uygulanmalıdır.

• Trans kimliğini hastalık gibi göstermekten vaz geçilmeli ve sözde “dönüşüm tedavisi” yasaklanmalıdır.

• Trans insanların zorla kısırlaştırılması ve diğer tüm istem dışı tıbbi müdahaleler yasaklanmalıdır.

• İnsan haklarına dayalı, bilgilendirilmiş rıza ve bedensel otonomi esaslı trans-spesifik sağlık hizmetlerine erişim garanti altına alınmalıdır.

• Sağlık sistemine ayrımcı olmayan ve duyarlı bir şekilde erişim sağlayabilmek tüm tıbbi personel ve bakıcılar için trans ve interseks sorunlarına ilişkin eğitim verilmelidir. Trans insanlar istihdam, eğitim, ebeveynlik, sağlık, cinsel sağlık ve üreme sağlığı alanlarında ve haklarıyla ilgili ayrımcılığa karşı korunmalı, mal ve hizmetlerle konut hakkına erişimleri sağlanmalıdır.

• Ulusal trans-kapsayıcı müfredat, ayrımcılıkla mücadele, öğretmen eğitimleri ve zorbalıkla mücadele

stratejileri dahil olmak üzere trans öğrenciler, öğretmenler ve aileleri için güvenli okul ortamları sağlamayı amaçlı önlemler alınmalıdır.

• Üniversitelerin ve diğer eğitim kurumlarının özellikle tıp, sağlık, sosyal hizmet, pedagoji, psikoloji ve terapi alanlarında insan haklarına dayalı, ayrımcı olmayan, kendi kaderini tayin, bedensel özerklik ve bilgilendirilmiş rızaya dayalı eğitim ve bilgi vermeleri sağlanmalıdır.

• Acil sığınma evleri, kadın sığınakları ve şiddetten korunma hizmetleri dahil olmak üzere insan hakları ve kendi kaderini tayin etme esaslı sosyal hizmetlere, ayrımcı olmayan şekilde erişim sağlanmalı; trans mültecilere sağlık hizmetlerine erişim ve toplumsal cinsiyetlerinin yuasal olarak tanınması dahil destek verilmelidir.

  • Trans sığınmacılara güvenli barınma sağlanmalı, sığınma memurlarını trans konularında eğitilmeli, sığınma prosedürlerini kendi kimliğini belirlemeye dayandırarak iyileştirmelidir.

• Trans seks işçilerine sağlık hizmetleri ve danışmanlığa ayrımcı olmayan erişim ve toplumsal cinsiyetin yasal olarak tanınması dahil olmak üzere destek sunulmalıdır.

• Kolluk kuvvetleri ve adalet personeli toplumsal cinsiyet kimliklerine saygı gösterecek şekilde eğitilmeli, cezaevine giren trans insanların cezalarını kendi beyan ettikleri cinsiyete uygun bölümlerde çekmeleri ve ihtiyaç duyacakları sağlık hizmetlerine erişimleri garanti altına alınmalıdır.

• Avrupa Birliği’nin kendisi ile birlikte İstanbul Sözleşmesini onaylanmalı ve uygulamasının transları kapsayıcı olması sağlanmalıdır.

• Eşit davranış organlarının, işlerinde toplumsal cinsiyet kimliği, bunun ifadesi ve seks özelliklerine karşı ayrımcılıkla mücadeleyi görev edinmeleri ve bu yeni görevler için mali kaynaklarının olması sağlanmalıdır.

• Trans konularıyla ile ilgili ulusal ve uluslar ötesi araştırmaların finansmanı sağlanmalıdır.

• Danışma gruplarının finanse edilmesi ve ülkedeki sağlık hizmetleri içindeki statüsünün güçlendirilmesi sağlanmalıdır.

• Trans çocuklar ve gençler de dahil olmak üzere trans insanların toplumsal cinsiyet kimliklerini ve bunun dışavurumunu keşfederken güvenli bir refakat sahibi olmaları ve hizmetlere karar verdiklerinde ve istedikleri zamanda kendileri olarak erişmeleri sağlanmalıdır..

Avrupa Yeşiller Partisi olarak Avrupa Birliği’nden aşağıdakileri istiyoruz:

• Tüm AB üye devletlerinin istihdamda ve mal ve hizmetlere erişimde toplumsal cinsiyet kimliği üzerinden ayrımcılığa karşı koruma getirmesi sağlanmalıdır.

• Tüm AB üye devletlerinin, trans mültecilere iltica hakkı ve koruma sağlaması garanti altına alınmalıdır.

• Eğitimde, sağlık hizmetlerinde ve barınmaya erişimde toplumsal cinsiyet kimliği nedeniyle ayrımcılığa karşı korumalar getirilmelidir.

• Har seviyede trans hakları konusunda çalışan kuruluşlar için finansmanı garanti altına alınmalıdır. Buna güvenli çalışma koşullarını garanti eden çekirdek finansman ve kesişimsel yaklaşımlara ve çeşitli ortak çalışmalara izin veren finansmanlar da dahil olmalıdır.

• Trans insanların haklarına yönelik tüm saldırıları temel hakların ve Birliğin değerlerinin ihlali olarak ele almalı ve onları korumak için elindeki tüm yasal yolları kullanmalıdır.

Avrupa Yeşiller Partisi şunları taahhüt eder:

• Trans hakları ve Avrupa’da kesişimsel, trans-kapsayıcı feminizm için çalışan aktörlerle bağlarımızı kuvvetlendirmek ve onları desteklemek;

• Trans insanların siyasete katılımını desteklemek ve tartışmalarda seslerini duyurmaya yardımcı olmak

• Kendi kaderini belirlemeye dayalı yasal toplumsal cinsiyet tanıma, bilgilendirilmiş onaya dayalı trans sağlık hizmeti ve trans kişilerin ayrımcılığa karşı krunmaları için kampanyalar sürdürmek;

• cinsiyet normlarını, stereotipleri ve bunların toplumun her kademesindeki sistemleri ve yapıları etkileme yollarını sorgulamak

Protesto Hakkı

Demokrasinin temel bir unsuru aktif olmasıdır: bu sadece oy kullanma hakkı değil, aynı zamanda hükümet kararlarını sürekli olarak etkileme imkanı demektir. İşleyen bir demokrasi vatandaşlarına düşünce, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü tanır. İnsanlar hükümetin eylemleri veya diğer yönetişim biçimleriyle aynı fikirde değilse, onların bunu barışçıl yollarla göstermeleri demokratik hakkıdır.

Protesto hakkımız İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde (İHEB) ve ayrıca Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan ve 47 ülke tarafından onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) yer almaktadır. Sözleşme’nin 9-11. Maddeleri, Avrupa’daki herkesin düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü hakkı ve toplanma ve örgütlenme özgürlüğü hakkı olduğunu ilan eder. Bu hakların bütünlüğü barışçıl gösterilere katılmaya izin verir. Protesto hakkı, aynı zamanda Devlet’e, protestocuların barışçıl protestoların gerçekleşmesini sağlama, izleyiciler, halkın geneli veya karşı protestocular tarafından yöneltilebilecek şiddetten koruma yükümlülüğü verir.

Bununla birlikte bu hak, Avrupa’da ve dünyada genellikle hükümetler tarafından haksızlığa karşı hayal kırıklıklarını dile getirmek isteyen vatandaşların tehlikeyle karşılaşmaları veya kendilerinin ve sevdiklerinin güvenliğine karşı tehdit yoluyla gösteri yapmalarının engellenmesi gibi yöntemlerle istismar edilmektedir. Çok sıklıkla da protesto hakkı, devlet tarafından polis şiddeti ve adaletsiz gözaltı yoluyla ezilmektedir. Bu, birçok protestocuyu tehlikeli ve savunmasız durumlara soktuğu gibi hayatlarını Devlet eliyle kaybetmelerine de neden olmaktadır.

2020, toplanma özgürlüğü açısından çok önemli bir yıl oldu. İklim hareketinin çevrimiçi grevler yoluyla sanal olarak dolaştığını görürken, diğer hareketler toplulukların karşılaştığı vahşeti protesto için sokakları doldurdu. George Floyd cinayetinin ardından Kara Hayatlar Önemlidir protestoları patlak verdi. Belarus’ta Ağustos 2020’den bu yana vatandaşlar diktatöre ve hileli seçimlere karşı protesto düzenledi. Protestocular, her insanın İHEB tarafından garanti altına alınan temel insan haklarını talep ediyorlar ancak devlet şiddeti ve cinayetiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu kabul edilemez.

Şubat 2020’de Yunanistan’ın Midilli ve Sakız adalarındaki protestocular polisin göçmenleri kamplardan zorla tahliye etmesini engellemeye çalışırken biber gazıyla ve ateşle karşılaştı.Temmuz ayında Sırbistan halkı da adil seçimler için sokaklara döküldü. Protestocular aşırı güç ve göz yaşartıcı gaz kullanarak dağılırken, çoğu genç hukuka aykırı olarak gözaltına alındı ​​ve avukat hakkı olmaksızın mahkum edildi. Bulgaristan aylardır devletin ele geçirilmesine ve yerel yolsuzluğa karşı kesintisiz hükümet karşıtı protestolar yaşarken, gazetecilere karşı bile aşırı güç ve aşırı polis şiddeti ile damgalandı. Fransa’da, gösteriler genellikle polis şiddeti ile karşılaşır ve itfaiyecilerin daha iyi çalışma koşulları taleplerine gösterilen baskı ve Sarı Yelekliler Hareketine karşı iğne bombası, plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz gibi daha az ölümcül olan silahların kullanılması bunun son örnekleridir.

Polonya’daki protestocular da artan riskle karşı karşıya: toplumsal cinsiyet eşitliği için, üreme hakları, LGBTQIA + hakları için veya ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı gösteri yapanlar aşırı polis gücüyle karşılaştı ve polis bu eylemlerinden sorumlu tutulmadı. Çok sayıda AB ülkesinde barışçıl göstericilere yönelik güç kullanımı gördük. Finlandiya’da yerel bir Yokoluş İsyanı hareketinin şiddet içermeyen, barışçıl protestocularına karşı biber gazı kullanılması bunun bir örneğidir.

Dünyanın başka yerlerinde durum benzer. Hong Kong’da protestocular polis vahşetiyle karşı karşıya, Latin Amerika’da çevre savunucuları, ki genellikle Yerli halk, şiddet ve cinayet riskine karşı korumasız. Nijerya’da polis, kanunsuz infazları ve işkenceleriyle tanınan SARS polis birimini protesto etmek için sokaklara dökülen göstericilere ateş açtı.

Yeşiller olarak, ifade özgürlüğü genellikle baskıcı hükümetler tarafından engellenen marjinal gruplarla dayanışma içerisindeyiz. Kadınlara, translar, cinsiyet eşitlikçileri, BIPoC ve ırklsal topluluklar, göçmenler, düşük sosyoekonomik pozisyondakiler ve LGBTQIA + insanlara ve aktivistlere uygulanan şiddetin farkındayız ve onları desteklemekte kararlıyız.

COVID-19 salgınıyla karşı karşıya kalsak bile bunu ötekileştirilmiş gruplara yönelik orantısız devlet şiddetini bir bahane olarak kullanmayı kabul edemeyiz, kınıyoruz. Özellikle de bunun temel insan haklarını tehdit eden ve kamu sağlığını korumakla ilgili önlemlerle alakasız önlemler alan hükümetlerin fütürsuz eylemleri karşısında yapılan eylemleri kabul edemeyiz. Avrupa çapında örgütlenmenin farklı yollarını görüyoruz ve barışçıl olan her protesto ve sivil itaatsizlik yöntemine destek vermeyi taahhüt ediyoruz.

İnsanlarla ve hareketlerle dayanışmayı dile getirmek yeterli değildir. Avrupa Yeşilleri olarak eyleme geçmeliyiz. Avrupa Yeşilleri olarak aşağıdaki çağrıları yapıyoruz:

• Hükümetler, kanunlarında İHEB ve AİHS’ye saygı göstermeli ve barışçıl gösterilere şiddet saldırılarına karşı polis koruması sağlayarak izin vermelidir

• Barışçıl etkinliklere karşı her türlü polis şiddeti ve devlet şiddetinin kınanmalı ve bu olduğunda tüm faillere karşı adil yargılama ve polis gücünün hesap vermesi sağlanmalıdır. Bu, keyfi gözaltı, gözyaşı gazı, plastik mermi, silah kullanımı, araç kullanımı; gözdağı verilmesi gibi eylemleri içerse de bunlarla sınırlı olamaz.

• Şiddet içermeyen polis taktikleri ve gerilimi azaltma gibi tekniklerin, protestocularla arabuluculuk ve diyalogun teşvik edilmesi sağlanmalıdır. Her Avrupa devleti polis güçlerini izleyecek ve polis şiddetini ortadan kaldırmak için çalışacak, polis için özel bağımsız bir denetim organı oluşturmalı ve Avrupa Komisyonu içinde yerel kuruluşlarla çalışmak üzere bağımsız bir görev gücü oluşturulmalıdır.

• Göz yaşartıcı gaz veya plastik mermi gibi askeri taktik ve teçhizatın barışçıl protestolarda kolluk kuvvetleri tarafından kullanımının sona ermesi sağlanmalıdır..

• Kaynakların bir kısmı ile ilk etapta protestolara yol açan sorunlara doğrudan yönelik daha fazla sosyal hizmet yatırımı yapılmalıdır.

  • Tüm gazetecilerin yanı sıra her vatandaşın gösterileri ve polis faaliyetlerini özgürce, tehdit, gözdağı veya şiddete maruz kalmadan polis faaliyetlerini belgelemesine olanak verilmesini destekleyeceğiz.

• Avrupa Yeşilleri Şartı’ndaki değerleri savunan hareketlerle çalışmayı taahhüt ediyoruz.

Yeşil milletvekillerini parlamento dokunulmazlığını kullanarak protestolar ve sivil itaatsizlik eylemleri sırasında siyasi gözlemci olarak hareket etmeye teşvik etmeye çağırıyoruz.

Kendi Hayatımız İçin Nehirlere Yeni Bir Hayat

Son yüzyıllarda, Avrupa’nın nehirleri artan sömürü ve dönüşümle karşı karşıya kalıyor ve zengin bir vahşi yaşamı barındırma ve doğamızın hidrolojik dengesini sürdüren doğal döngülere girme yeteneklerini kaybediyorlar. Bugün, malların taşınması ve elektrik üretilmesi için su yollarından daha temiz ve daha sürdürülebilir yöntemler mevcuttur. Nehirlere tamamen farklı, ancak korunmaları ve gerekirse, mümkün olan her yerde ve mümkün olan en kısa sürede, doğal durumlarına geri döndürülmeleri halinde oynayabilecekleri bir rol için ihtiyacımız var..

Birincisi, iklim değişikliği kuraklık sıklığını artırdığından ve yağışları bozduğundan, eşsiz su tutma potansiyeline sahip sağlıklı doğal nehir havzaları içme suyu, tarım ve endüstri için su depolamak ve sağlamak için gereklidir. İkincisi, iklim nötrlüğüne ulaşma arzumuz , mevcut tüm karbon depolarına ihtiyacımız olacağı anlamına gelir. Bu nedenle nehirlerin vadilerinde bulunan sulak alanları mümkün olduğunca eski haline getirmek zorundayız. Son olarak, doğal nehirler ve vadileri, var oluşumuzu tehdit eden biyoçeşitlilik düşüşünü tersine çevirmek için çok önemli olan biyolojik çeşitliliğin sıcak noktaları ve önemli yaban hayatı koridorlarıdır.

Bu nedenle, Avrupa Yeşiller Partisi ;

1. Nehirlerin su tutma ve karbon tutma potansiyelinin etkili ve sistemik bir şekilde korunması ve restorasyonunu

Sulak alan restorasyonu, karbon emisyonlarını durdurmanın en önemli yollarından biridir.İklim nötrlüğüne ulaşmak için bozulmuş sulak alanlardan karbon emisyonunu engellemeli (küresel emisyonların yaklaşık% 5’ini oluşturur) ve onları karbon yutaklarına çevirmeliyiz.

İklim değişikliği, daha uzun ve daha sık kuraklıklar ve artan şekilde farklı yağış modelleri, seyrek ama şiddetli yağmur demektir. Restore edilmiş nehir vadilerinin sulak alanları bunu depolayabilir, suyun denize akmasını ve yol boyunca kasaba ve şehirlerin sular altında kalmasını önleyebilir.

Bu, sulak alanların ve nehir vadilerinin kaynaklardan haliçlere, tüm havza alanı üzerinden ekolojik akışı sağlayan, hem hacim hem de kimyasal bileşim açısından kalıcı otlakları, taşkın ovası ve sulak alan ormanlarını teşvik eden bir şekilde korunmasını ve büyük ölçekli yönetimini gerektirir. Bu tür doğa temelli çözümler iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmek ve bunlara uyum sağlamak için etkin, doğa dostu ve düşük maliyetli yollardır.

2. Nehirler ve vadilerinin habitatların ve vahşi yaşam koridorlarının korunması ve büyük ölçekli restorasyonunu

Nehirler, dereler ve vadileri giderek parçalanmış arazilerde su ve kara habitatlarını birleştiren önemli habitatlar ve yaban hayatı koridorlarıdır. Çeşitli hayvan türlerinin kısa mesafeli hareketlerini ve uzun mesafeli göçlerini mümkün kılarlar. Nehirler ve nehir vadileri barajlar ve diğer altyapılar tarafından engellenmemeli, korunmalı ve mümkün olan her yerde doğal durumuna döndürülmelidir. Bu, biyoçeşitlilik açısından benzersiz alanlar ve aynı zamanda son derece zengin tarım alanları olan deltaların oluşumu için gereken doğal sedimantasyonu korumak için de çok önemlidir. Tıkanma sedimantasyon eksikliğine ve özellikle değerli arazinin net kaybına neden olur. Bariyerlerin zaten inşa edildiği yerlerde, bu tür tesislerin sahiplerine yönelik yükümlülükler, göçmen balıkların daha iyi koruması için güçlendirilmelidir. Engelleri kaldırmanın yanı sıra, balıkların bu tür engelleri aşmasına yardımcı olacak çözümler ayrıca uygulanmalıdır. Nehirlerin ve nehir vadilerinin yeniden doğallaştırılması karbon yutaklarını korumak ve eski haline getirmek ve su tutma potansiyelimizi iyileştirmek amaçlarımızla el le gider. Aynı zamanda nehirler tarafından sağlanan, içme suyu kıtlığı riskiyle karşı karşıya olduğumuz için çok önemli olan suyun kendi kendini arıtması, nehirlere serbestçe taşmaları için alan sağlamayı içeren doğa temelli sel koruması, rekreasyonel ve kültürel işlevler gibi, diğer ekosistem hizmetlerini de iyileştirir.

3. Avrup’nın Kalan Doğal Nehirleri için yeni su yolu ve hidroelektrik geliştirme planlarının acil olarak durdurulmasını

Nehirler ve ekosistemleri, Avrupa TEN-T Ağı’nın bir parçası olarak sınıf IV uluslararası nehir su yollarının geliştirilmesi için ulusal ve Avrupa düzeyindeki planlar tarafından tehdit edilmektedir. Bu bağlamda, Avrupa Yeşil Sözleşme Yol Haritası 2021’den itibaren ‘demiryollarının ve iç su yollarının kapasitesini artırmak ve daha iyi yönetmek için girişimler” planlıyor.. Özellikle, E40 Su Yolu projesinin Polonya, Beyaz Rusya ve Ukrayna’da 2000 kilometreden fazla genişlemesini kabul edilemez buluyoruz. Bu proje geri dönüşü olmayacak hidrolojik değişiklikler, belirli alanlarda su baskını ve diğerlerinde yeniden drenaj, nehirle ilgili ekosistemlerin yok edilmesi ve aynı zamanda Çernobil sonrasında biriken radyonüklitlerin kaçınılmaz yayılması sonucunu doğuracaktır. Proje, ekonomik açıdan da son derece sorgulanabilirdir. İklim nedeniyle birçok nehrin eskisine göre çok daha düşük su akışı vardır veya yazları tamamen kuruduğu için nakliye için kullanılamaz.

Yeniden yapılandırılmasına yönelik yatırımlar bu günkü gerçekliğe denk düşmeyip, su akışının eski coğrafyasına dayandıkları için çoğunlukla israf edildi. İç deniz seyrüseferleri zaten var oldukları ve bakımı mümkün olan Belçika ve Hollanda gibi AB ülkelerinde, özellikle de elektrikli gemilerin kullanılması halinde, makul ve doğaya zararsız biçimde yararlı olmaya devam etmektedir.

Ancak, yeni nehir taşımacılığı yollarının yapılması, demiryolundan çok daha pahalı, daha yavaş ve karbon-yoğundur. Örneğin, tartışmalı Tuna-Oder-Elbe Kanalı projesi için Çek hükümeti tarafından hazırlanan fizibilite çalışması, uzmanlar tarafından ciddi kusurları nedeniyle geniş çapta eleştirildi. Çalışmanın önemli dış maliyetleri göz ardı etmek ve AB mevzuatı tarafından korunan habitatlardaki çevresel riskleri azımsarken yerel ekonomilere faydalarını, selden korunma veya karbon emisyonlarının azaltma yönündeki katkılarını abartmak gibi kusurları olduğu söylendi.

Ayrıca Balkanlar’daki ve tüm Avrupa’daki hükümetlerin korunan küçük alanlarda barajlar ve hidroelektrik santralleri inşaatını durdurmasını istiyor ve küçük hidroelektrik santrallerinin geliştirilmesini teşvik edici sübvansiyon planlarının yasaklanması çağrısı yapıyoruz. Bunları inşa etmek ormanların kesilmesi ve nehir akışlarının bozulması, nehir bitkilerine ve balıklara zarar verilmesi anlamına gelir. Nehirler ayrıca zemini kurutan ve potansiyel olarak ölümcül erozyonun yolunu açan borulara yönlendiriliyor. Bazı köyler sığır veya tarım için suya erişimlerini kaybetmiş, ormanların kaybı ise daha sık ani sel baskınlarına neden olmuştur. Küçük hidroelektrik santrallerinin inşası sadece geri döndürülemez ekolojik yıkıma yol açmaz, tarım arazilerinin yok edilmesi ve toplulukların yerlerinden edilmesine bağlı olarak bu toplulukların geçim kaynaklarını da ortadan kaldırır.

Balkanlar gibi deprem bölgelerinde baraj yapılmamalıdır.

4. Kanıta dayalı su ve akış yönetimi uygulamalarını

Su ve akış yönetimi bilime ve deneyime dayalı olmalı ve nehirlerin coğrafi ekosistemleri hakkında güncel bilgilere saygı duymalıdır. Su yolu bakımı uygulamaları, doğal nehir dinamikleri ile ‘işbirliğine’ dayalı olabilecek ve aynı zamanda önemli ölçüde küçülmeyi de içerebilecek şekilde modernize edilmelidir. Eğer yapılacaksa nehirlerin düzenlenmesi, nehirlerin hidrolik, jeo-morfolojik ve doğal koşulları dikkate almalı, eski kavramlara göre düzenlenmiş su yolları büyük ölçekte yeniden doğallaştırılmalıdır. Havzalar arasında yapılan ekonomik amaçlı, büyük ölçekli ve uzun mesafeli transferler vahim ekolojik sonuçlar doğuran, ciddi şekilde eski moda uygulamalardır ve ilk elden elenmelidir. Nehir sistemleri ve drenaj havzalarının yönetimine teknokrat yaklaşım kaçınılmaz olarak kıtamızdaki mevcut sorunları, kuraklıkları, selleri ve olumsuz değişiklikleri şiddetlendirecektir. Geçmişte dönüştürülen nehirlerin ve derelerin yeniden doğallaştırılması veya bazılarının basitçe doğal süreçlerle kendilerini yeniden doğallaştırmalarına izin verilmesi, karakteristik türlerini ve yaşam alanlarını eski haline getirecek, nehirden kaçışı yavaşlatarak, havza ve nehir vadisinin korunmasını geliştirecektir.

5. Vahşi nehirlerin minimum% 30’unar koruma statüsü verilmesini

Korumak ve bozulmuş alanları geri kazanmak için nehirlere güçlü bir koruma statüsü verilmesi gerekir. Bu koruyucu yaklaşım, tüm nehri dikkate alır. Nehirlerimiz ve vahşi nehirlerimiz için güçlü bir yasal zemin sağlamak için Su Parlamentoları gibi tüm paydaşları bir araya getiren müzakere organları kurulması, atılması gereken çok önemli bir adımdır.

Talep ediyoruz.

Kömürsüz Avrupa ​​ İçin – Turów kömür madenini durdurun!

Bir iklim krizinin ortasındayız. Avrupa’nın dört bir yanındaki yeşiller, Paris Anlaşması’na uyumlu şekilde iklim nötrlüğüne hızlı bir geçiş için sivil toplum ve milyonlarca Avrupalı yurttaşla birlikte savaşıyor. Yeşil politika, hızla büyüyen sürdürülebilir yenilenebilir enerji, kömür gibi en zararlı olan uygulamaların aşamalı olarak kaldırılması, enerji verimliliğinin arttırılması ve enerji talebinin azaltılması üzerine kurulmuştur.

Polonya, Çekya ve Almanya arasındaki sınır bölgesi gibi kömürle geçinen bölgelerde, bu gerekli geçişler, yerel işgücü piyasası, insanlar ve bir bütün olarak bölge için büyük bir zorluk yaratmaktadır. Bu nedenle, biz Yeşiller iddialı iklim hedeflerinin adil bir geçişe dayanması gerektiğine inanıyoruz. Ekonomiyi canlandırmaya ve insanları yeniden hayata ve çalışmaya döndürmeye yardımcı olacak yeşil ve dayanıklı bir toparlanma paketine ihtiyaç bulunmaktadır.

Çekya, Polonya ve Almanya arasındaki üç sınır noktasının yakınında ve Bogatynia isimli Polonya şehrinin yanında olan , Turów açık döküm linyit madeni ve santrali, etrafındaki çevrenin su ve havası üzerinde ciddi olumsuz etkileriyle, iklim nötrlüğüne adil bir geçiş ihtiyacından hiç etkilenmeden faaliyetine devam etmektedir. AB’nin en büyük taş kömürü ve ikinci sıradaki linyit üreticisi olan Polonya’nın Turow gibi bir madenin katastrofik çevresel sonuçları, kendi sınırları içinde kalmamaktadır.

Yeraltı suyu seviyesinin 20’den fazla düşmesi, Çekya’nın Liberec Bölgesi’ndeki binlerce insanı temiz içme suyundan yoksun kalmakla tehdit ediyor. Dahası, yeni araştırmalar, Almanya-Polonya sınırı yakınlarında arazi çökmesinin 2044 yılına kadar toplam 1,2 metreye yükseleceğini öngörüyor. Almanya’da ki Zittau şehrinin merkezinde, arazi çökmesinin toplamda 36 ila 72 cm artacağı tahmin edilmektedir.

Maden için 1994 tarihli orijinal ruhsatı 30 Nisan 2020’de sona ermiştir. Polonya’nın İklim Bakanı Kurtyka, kamuya danışmadan ruhsat süresini altı yıl daha uzattı. Bu da vatandaşların itiraz hakkını kullanamadığı anlamına geliyor. Bu nedenle Turów açık döküm linyit madeninde madenciliğin devam etmesi AB yasasını ihlal ediyor (Çevre Sorumluluk Direktifi, Su Çerçeve Direktifi, Bilgiye Erişim Özgürlüğü Direktifi, Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Stratejik Çevresel Değerlendirme Direktifleri).

Tüm bu nedenlerle, sınır ötesi bölgenin her yerinden insanlar protesto etmeye devam ediyor ve birkaç bin kişi uzatmaya ve madenin genişletilmesine karşı Avrupa Parlamentosu’na dilekçe verdi. Turów linyit madenini bir Aşağı Silezya’da bulunan yenilenebilir enerji kaynaklarının bir karışımı ile değiştirmek hem çevre hem de bölgedeki insanlar için daha yararlı olacağı şüphesizdir. Üç bölgeyi kapsayacak bir geçiş planlanırsa faydalar daha da büyük olacaktır.

Polonya hükümeti, Kurtarma Fonu’nu engellemekten vazgeçmeli ve Turow bölgesinin Adil Geçiş Fonu’ndan yararlanmasını sağlamalıdır. Orada gençler için, giderek daha küçülen kömür karası bir gelecekle baş başa kalmak yerine, enerji ve diğer alanlarda yeni işler ve gelecek perspektifler inşası mümkündür.

Avrupa ​​Yeşiller’i bölgedeki protestocuları, çevre aktivistlerini ve yerel Yeşilleri, Avrupa Yeşil Anlaşması’nın iklim nötrlüğüne en geç 2050’ye kadar ulaşma amacı doğrultusunda, kömürün kullanımdan kaldırılmasına yönelik yapısal değişiklikleri aktif olarak teşvik etme ve şekillendirme hedefleri doğrultusundaki mücadelesini desteklemektedir.

Ancak bu Avrupa şiddetle aykırı olarak, Turów’daki açık döküm linyit madeni çalışmaya devam etmektedir.

Bu nedenle Avrupa Yeşiller Partisi Olarak:

• Avrupa Komisyonu’nun Çekya ve Polonya arasında devam eden arabuluculuğu başarısız olursa, Komisyon’un Polonya hükümetini zorunlu danışma mekanizmalarını işletmeye zorlayacak olan, ihlal procedürlerini içeren yasal işlem başlatmasını; Çekya’nın Avrupa Komisyonu’na yaptığı 30 Eylül 2020 tarihli şikayete cevap olarak, Komisyondan gerekçeli bir görüş çıkmasını; Gerekçeli görüş bildirildiğinde veya üç aylık bekleme süresi tamamlandıktan sonra Çekya’nın, davayı AB Mahkemesine taşıma hakkını kullanmasını;

• Polonya, Almanya ve Çekya sınır bölgesinin, sınır ötesi yenilenebilir enerji ve yapısal değişim projeleri için, Avrupa Adil Geçiş Fonu’nun sürdürülebilir finansman kullanımı desteği ile çok ülkeli bir kömürden çıkış bölgesi olmayı hedeflemesini;

• Sürdürülebilir bir gelecek için vatandaş katılımının çok yüksek öneme sahip olduğunun bilinciyle, sınır ötesi bölgelerde Avrupa’nın aşağıdan yukarıya nasıl birlikte büyüdüğünü görerek, sınır ötesi sivil toplum işbirliğinin ve insanların temasının bölgesel ve ulusal hükümetler için bir öncelik olmasını ve daha da geliştirilmesini;

• Tüm yasal sorunlar açıklığa kavuşturulana kadar madenin derhal durdurulmasını;

• En geç 2030 yılına kadar Avrupa kömüre son vermesini; bu nedenle, hükümetlerin kömüre aşamalı olarak son verme kararlarının, fosil yakıt yatırımcılarına karlarına zarar verecek adımlar karşısında, hükümetlerden tazminat isteme olanağı veren, Enerji Şartı Anlaşması gibi modası geçmiş yatırımları koruma anlaşmaları nedeniyle zayıflatılmamasını;

  • Devam eden müzakerelerde anlaşmada önemli bir reform sağlanamazsa AB’nin anlaşmadan vaz geçmesini;

Talep ediyoruz.

Hukukun Üstünlüğü Avrupa Birliği’nin Temel Taşlarındandır. Onu Korumalıyız.

Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar Avrupa Birliği’nin temelleridir. Ne var ki son yıllarda bu değerler saldırıya uğradı. Avrupa’nın her yerinde, hukukun üstünlüğü ve temel haklar saldırı altında. Bir çok ülkede sağcı otoriter güçler, endişe verici seçim sonuçları elde etmeyi başardı. Polonya’da ve Macaristan hükümete girmeyi bile başardılar.

Farklı biçimler alan bu saldırılar (yargının bağımsızlığına saldırmak, sivil toplum özgürlükler), çoğu zaman ortak bir modeli takip eder. Aile değerlerini koruma bahanesiyle azınlıklar, LGBTİ’ler ve kadınların kendi kaderlerini tayin ve ifade hakları ellerinden alınıyor.

Bir sonraki adım yargının bağımsızlığının olumsuz yönde etkilenmesi, basın ve diğer medya özgürlüğünün kısıtlanması ve akademisyenler ve STK’ların çalışmalarının engellenmesidir.

Çevre koruma konusunda Avrupa yasalarının rekor sayıda ihlal ve sivil toplumların ulusal çevre politikalarını kontrol etme ve protesto etme yeteneğinin sınırlandırılması ile hukukun üstünlüğü çevresel boyutta bile saldırı altında kaldı.

Dahası, sağcı güçler hukukun üstünlüğünü devletin yürütme gücünün tahkim edilmesi amacıyla, otoriter bir şekilde yeniden düzenlemeye çalışıyor. Halk sağlığı için gerekli olsa, Covid 19 ile mücadele hukukun üstünlüğü ve temel haklarla ilgili, üstelik bazı ülkelerde gereksiz boyutta, kimi kısıtlamalara neden oldu. Bazı AB ülkelerinin hükümetleri, COVID-19’a karşı gerekli ve zorlu mücadeleyi, halk sağlığının korunması ile bağlantılı olmayan, gereksiz sivil özgürlük kısıtlamalarını uygulamak için kötüye kullandı.

Pek çok AB üye devletinde hükümet önlemleri Parlamentoda yeterince tartışılmadığı gibi yürürlükteki yasaları dikkate almadan hatta bazen ihlal ederek kararlaştırıldı.

EGP, bu gelişmeleri kuvvetli bir şekilde eleştirir ve başta Polonya ve Macaristan olmak üzere tüm hükümetleri hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve temel haklara olan saldırılarına ve yerel yönetimleri etkisizleştirme ve engelleme ile kamu parasını kötüye kullanma girişimlerine son vermeye çağırır.

Aynı zamanda, başta Macaristan ve Polonya olmak üzere bu gelişmelere karşı mücadele eden sivil hareketi destekliyoruz ve demokrasi ve temel haklar için direnen ve savaşan tüm insanlarla dayanışma içinde olduğunu belirtir.

Gerçekten güçlü demokratik toplumlar inşa etmek ve Avrupa vatandaşlarına gerçek sosyal haklar ve sosyal koruma vaadini yerine getirmek için AB’nin sosyal gündemini de ilerletmemiz de gerekiyor.

EGP, Avrupa Parlamentosu’nu, Avrupa Komisyonu’nu ve Avrupa Konseyini bu eğilimlere karşı mücadelesini sürdürmeye ve yoğunlaştırmaya; hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi ve temel hakları savunmak söz konusu olduğunda harfiyen uygulamaya çağırır.

EGP olarak biz özellikle :

– AB Konseyi’ni Macaristan ve Polonya’ya karşı,AB anlaşması Madde 2’de yer alan AB değerlerini ihlal eden üye devletlere yaptırım düzeyi en kapsamlı araç olan Madde 7 (1) prosedüründe, elle tutulur adımlar atmaya çağırıyor,

– Demokrasi, Temel haklar ve Hukukun Üstünlüğü üzerine bir AB Mekanizmasının kurulmasını talep ediyoruz. Farklı alanlara bölünmüş verimsiz araçların yamalı çalışmasından oluşan mevcudu değiştirmek için bu kapsamlı yaklaşıma ihtiyaç vardır diyoruz. Bu yaklaşım ülkelere demokrasi ve medya özgürlüğü de dahil olmak üzere hukukun üstünlüğü ve temel haklarla ilgili özel tavsiyeler ermeyi de içermelidir.

– Çok Yıllı Finansal Çerçeve (MFF) ve NextGenerationEU için ve özellikle Dayanıklılık ve Kurtarma Fonu için güçlü bir hukukun üstünlüğü koşulu mekanizmasını benimseme ihtiyacında ısrarcıyız. AB parasının hukukun üstünlüğüne ve temel haklara saldıranlarca yanlış biçimde harcanmasının ve bu ihlallerden sorumlu olmayan son kullanıcı ve faydalanıcıların mağdur olmamasını sağlamanın tek yolu budur.

– Polonya ve Macaristan’ın AB parlamentosunda mutabık kalınan ve hukukun üstünlüğü koşulu mekanizmasını içeren paket anlaşmaya yönelik blokajını kaldırmasını talep eder, bu uzlaşmanın bir kez daha müzakereye açılmasının söz konusu olmadığını hatırlatır; bu blokajın milyonlarca yurttaşın, özellikle de kendi vatandaşlarının, mevcut ekonomik krizden kurtulmak için çok ihtiyaç duydukları fonlara erişimini engellediğini vurgularız.

– AB üye ülkelerini Macaristan ve Polonya Hükümeti’nin MFF’nin ve yeni Kurtarma Fonunun kabul edilmesine ilişkin vetolarına boyun eğmemeye çağırır, Almanya başkanlığını kararlı davranmaya, Avrupa Parlamentosu ile imzalanan anlaşmaya sıkı sıkıya bağlı kalmaya ve AB değerlerini ve Avrupa dayanışmasını engelleyecek şantajlara teslim olmamaya davet ederiz.

– Avrupa Komisyonu’na, hukukun üstünlüğü mekanizmasının kabulüyle birlikte,hukukun üstünlüğü kavramının Avrupa değerlerinin bir parçası olduğunun anlaşılabilmesi için, bu mekanizmayı tam olarak kullanma çağrıısı yapıyoruz.

– Avrupa Komisyonu’nu hukukun üstünlüğünü savunmada daha proaktif bir rol üstlenmeye ve yıllık hukukun üstünlüğü raporunun bulgularına göre hareket etmeye, ayrıca Üye Devletlerin hukukun üstünlüğü ve temel haklar AB hukukunu uygulamadığı durumlarda takip ve ihlal prosedürleri başlatmaya çağırırız.

– 7. Madde prosedüründeki oybirliği şartının yarattığı çıkmazın üstesinden gelmek için kurumsal reformları destekleriz.

– Polonya ve Macaristan da dahil olmak üzere temel hakların, özellikle adil yargılanma hakkının, medya özgürlüğü ve çoğulculuk dahil olmak üzere bilgi edinme hakkı ve ifade özgürlüğünün, akademik özgürlük, toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün korunması için baskı yapacağız. Bağımsız gazetecilik için AB finansmanı büyük ölçüde artırılmalıdır.

– Yasama ve seçim sistemlerinin düzgün işlemesinin hayati önemi ve güçler ayrılığı ve anayasal kontrolün önemi üzerinde ısrarla dururuz. Özellikle Polonya parlamentosu ve hükümeti yasama ve seçim sistemlerinin adil olduğu, anayasal yetkilerin hukukun üstünlüğü standartlarına göre kullanıldığı hususlarında güvence vermelidir.

– Tüm Üye Devletlerin AB savcılığına katılmasını ve yeni AB fonlarının kullanılmasının AB savcısının üyeliğine bağlanmasını, AB’nin kendisinin Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler (GRECO) grubuna katılmasını ve UNCAC’a yükümlülüklerini yerine getirmesini,tüm AB Üye Devletlerinin GRECO’nun ve ilgili diğer uluslararası kuruluşların yolsuzluğu önlemek, tespit etmek ve bunlarla mücadele etmek için tavsiyelerini teşvik edip uygulamasını isteriz. AB fonlarından yararlanmak isteyenler yolsuzluğa karşı AB kontrollerini kabul etmelidir.

– LGBTİ topluluğunu tanınma mücadelesinde destekler ve Polonya hükümetine Polonya’daki LGBTİ haklarını koruması çağrısı yaparız.. Ayrıca Avrupa Komisyonu’na Polonya’daki LGBTİ’den arındırılmış bölgelerle ilgili deklarasyonla ilgili olarak ihlal prosedürü başlatmaya çağırırız.

– Kadın haklarına yönelik saldırıları, özellikle de devam eden Polonya’da kürtaj yasasının önemli kısımları kaldırmaya yönelik girişimleri şiddetle kınayarak, AB ve Avrupa Konseyi’ne güvenli ve yasal bir kürtaja erişim ve bedensel özerkliğin temel insan haklarından olduğunu kabul etmesi çağrısı yapar.

– Polonya ve Macaristan’daki ve diğer AB ülkelerindeki STK’ların projelerinin doğrudan AB kurumları ve fonları tarafından seçilip, finanse edilmesi ve desteklenmesi haklarını tanırız. Ulusal hükümetlerin finansman fırsatlarını azaltma girişimleri yasaklanmalıdır çünkü bu sivil toplumun ve demokrasinin gelişimini sınırlamanın bir yoludur. Ulusal hükümetlerin hukukun üstünlüğüne ve temel haklara saygı göstermediği yerlerde şehirler, yerel yönetimler ve bölgelerin AB Komisyonu tarafından doğrudan finanse edilmesi çağrısını kuvvetle destekleriz. Bu, hükümetlerin AB’nin temel değerlerinden kopmasını engellemeye yardımcı olacağı gibi AB’ye tüm AB’de onurlu bir yaşamı sağlama olanağı verecektir.

– Sivil toplumun kamu otoritelerinin elinde bulunan çevresel bilgileri alma hakkını uygulama çabalarını ve Aarhus Sözleşmesinde belirtilen çevreyi etkilemesi muhtemel planların, programların, politikaların hazırlanmasına katılma hakkını destekleriz. Özellikle iklim krizi zamanlarında, doğanın sömürülmesi AB üyesi devletler için bir gelir kaynağı olmamalıdır. Vatandaşların çevre politikaları üzerindeki etkisini sınırlayan özel kanunların ve diğer yasal araçların kullanılması durdurulmalıdır.

– AB Temel Haklar Şartının Üye Devletlerin fiillerinde de uygulanmasını ve vatandaşların onları Avrupa Adalet Divanı’nda savunabilmesini talep ederiz. Bu AB’ye bu alanlarda hareket etme ve bu haklar ihlal edildiğinde tepki verme yetkisi verir.

Batı Sahra’da Barışı Ve Kendi Kaderini Tayin Hakkını Destekleyen Bir AB İçin

Fas’ın 13 Kasım’da Batı’daki Al Guerguerat köyüne düzenlediği askeri operasyon ve sonrasında 1991’den beri yürürlükte olan ateşkese Frente Polisario tarafından son verilmesi, Cezayir’de bulunan kamplardaki Sahrawi mültecisi yüzlerce erkeğin askeri seferberliğini getirdi..

Fas ile Polisario arasındaki çatışmalar da tırmandı; herhangi bir sivil kayıp bildirilmemesine rağmen çok sayıda çatışma yaşandı. Uluslararası Af Örgütü yerel insan hakları aktivistleri ve Sahrawi’nin kendi kaderini tayin taraftarları üzerindeki baskının arttığını bildirdi.

Mayıs 2015’te 22. Konsey toplantısında “Batı Sahra’ya Özgürlük Üzerine” kararı Avrupa Yeşiller partisi tarafından kabul edildi. Bu kararın onaylanmasından beş yıl sonra, taleplerimizin büyük çoğunluğunun henüz gerçekleşmemesinin yanısıra bölgedeki ateşkesin de çöktüğünü kabul etmeliyiz.

Sahrawi halkı, Fas krallığının topraklarını işgal ettiği 1975 yılından beri bir trajedi taşıyor. Çok sayıda BM kararı, Sahrawi insanlarının geleceklerine özgürce karar verme ve İspanyol yetkililer tarafından tamamlanmamış dekolonizasyon sürecini sonuçlandırmak için çalışmayı da içeren barışçıl bir çözümü özgürce arama haklarını tanımaktadır.

Son yıllarda, AB Adalet Divanı, AB ve AB üye devletlerin Batı Sahra üzerindeki Fas egemenliğini tanımadığı ve bu bölgenin tamamen ayrı ve farklı bir bölge olarak düşünülmesi gerektiği ve buraya ilişkin her anlaşmanın Sahrawi halkının ön mutabakatını gerektirdiği yönünde kararlar aldı. Ne yazık ki, AB kurumları ve Üye Devletlerin bu kararlara açıkça uymadığı görülüyor.

İşgalden bu yana, Fas yetkilileri tarafından düzenli olarak Sahrawi aktivistleri ve insan hakları savunucularına yönelik yasadışı gözaltılar yaygın bir uygulamadır. Bu bağlamda, geçen Kasım ayının başında Fas ordusu, Guerguerat’dan Polisario bölgesine yasadışı geçişini engelleyen Sahrawi aktivistlerinin barışçıl gösterisini şiddetle bastırdı.Böylece, Fas ordusunun bu müdahalesi ile, BM aracılığıyla 1991 yılında ilan edilen ateşkes bozulmuş oldu. Bu Polisario Cephesi ile Fas Krallığı arasındaki Anlaşmanın açık bir ihlali olarak görülmesi gereken bir gerçek ve Sahrawi halkına doğrudan bir saldırıdır.

Bu nedenlerden dolayı, Avrupa Yeşiller Partisi Avrupa Birliği ve üye ülkelere aşağıdaki çağrıları yapar:

1. Avrupa Yeşiller Partisi meşru hakları için haklı mücadelelerinde Sahrawi halkı ile dayanışmasını ve desteğini yeniden teyit ederek ve tüm insan hakları ihlallerini şiddetle kınayarak Batı Sahra’nın kendi kaderini tayin etmesi konusunda gecikmeksizin adil bir referandum yapılması;

2. Batı Sahra sorununun tamamlanmamış bir İspanyol dekolonizasyon süreci olduğunu ve uluslararası hukuka göre çözülmesi gerektiğini tekrar belirtilmesi;

3. BM’nin anlaşmazlığa adil ve sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için çabalarını desteklemek üzere güçlendirilmiş AB faaliyeti içeren iddialı bir strateji benimsenmesi ve bir AB Özel Batı Sahra Temsilcisi atanması;

4. AB politik duruş belgeleri ve uluslararası hukukla uyumlu olarak Fas ile sektörel işbirliği ve teknik yardımlar üzerinden Fas’ın Batı Sahra’yı ilhakını tanımama konusunda katı bir politika benimsenmesi;

5. Birlik Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi aracılığıyla, Fas’ın Batı Sahra bölgesindeki saldırı eylemini ve insan hakları ihlallerini şiddetle kınanması; çatışan tarafların askeri tırmanışlarını derhal durdurmaya ve ateşkese dönmeye çağrılması ; her iki tarafın da Moritanya ve Cezayir gibi bölgesel aktörlerin de desteğiyle, anlaşmazlığın uzun vadeli çözümüne ulaşmak için BM himayesi altında siyasi diyaloğa devam etmeye teşvik edilmesi;

6. Faslı yetkililerin tüm siyasi tutukluları serbest bırakmaya ve uluslararası gözlemciler ve medyanın işgal altındaki topraklara serbestçe erişimine izin vermeye çağrılması;

7. İşgal altındaki topraklarda ve mülteci kamplarında bulunan Sahrawi sivil toplum örgütlerinin ve insan hakları savunucularının desteklenmesi;

8. Batı Sahra’daki Referandum için BM Misyonu’nun (MINURSO) görev süresiyle ilgili yetkilendirmenin Misyon’un işgal altındaki bölgelerde insan haklarına saygının sağlanması ve izlenmesi görevini içerecek şekilde yenilenmesi ve yeni bir BM Özel Temsilcisinin acil bir konu olarak atanması;

9. Fas Krallığı ile Batı Sahra’nın topraklarını, ürünlerini, hizmetlerini ve kaynaklarını içeren ikili balıkçılık ve ticaret anlaşmalarının askıya alınması; bölgeyle ilgili gelecekteki anlaşmalarda Sahrawi halkının rızasının sağlanması; şirketlere uluslararası hukuka uyma yükümlülüğünün hatırlatılması.

PAYLAŞ