“Bir yerdeki adaletsizlik, her yerdeki adalete tehdittir.” (*)
Sınıfsal farklılıklarla dolu bir dünyaya doğan insanlar her kadar hayata doğuştan eşit koşullarda başlamıyor olsalar da bu hayatı nispeten insanca yaşanabilir kılan şeylerden biri de modern dünyanın temel taşlarından biri olarak görülen evrensel insan haklarının uygulanmasına olan inançtır.
Günümüz dünyasının demokratik yönetimlerinde, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin uygulanmasına yönelik bir hassasiyetin varlığı, devleti yöneten kadrolarda aranan en asgari demokratlık ölçütlerinden biri olarak kabul edilir.
İnsan hakları kavramı toplumsal mücadeleler açısından çok köklü bir tarihe sahip olmakla birlikte İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin dünya ülkeleri arasında bir demokrasi normuna dönüşmesi ancak yirminci yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşti.
İnsan Hakları Bildirisi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından, Haziran 1948’de hazırlanmış ve 10 Aralık 1948’de Genel Kurulun Paris’te yapılan oturumunda kabul edilmişti. O tarihten sonra 10 Aralık, bütün dünyada “İnsan Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır.
Fakat Türkiye’de insan hakları kavramına yönelik bir kutlama yapmak içinden geçtiğimiz süreçte pek de anlamlı bir şeyi ifade etmiyor. Bugünün Türkiye’sinde insan hakları adına ortada kutlanacak bir durum ne yazık ki yok. 1948’den bu yana geçen 73 yılda Türkiye’nin insan hakları siciline sayısız sabıkalar eklendi.
Toplam 30 ana başlıktan oluşan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hükümleri Türkiye’deki tarihsel pratikle karşılaştırıldığında her bir hakkın bugüne kadar defalarca ihlal edilmiş olduğu rahatlıkla görülebilir.
Bugün de bu ihlaller birçok alanda halâ devam ediyor. En demokratik haklarını kullanmak isteyen öğrenciler hukuksuz bir şekilde yargılanıp özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor, halkın seçtiği yöneticiler düzmece yargılamalarla görevden alınıp cezaevlerine konuyor, örgütlenme ve düşünce özgürlüğü önündeki engellere yenileri ekleniyor, polisin hukuksuz silah kullanımı sonucunda onlarca insan hayatını kaybediyor ve böylece insanların yaşama hakkı dahi ellerinden alınıyor.
İktidara muhalif siyasetçiler parlamentodan alınıp cezaevlerine konuluyor. Demokratik sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri yargısız bir şekilde ceza evlerinde tutulmaya devam ediyor.
Bütün bu hukuksuzluklara ve ihlallere yönelik uygar dünyanın uyarı ve çağrıları ise mevcut iktidar tarafından duymazlıktan geliniyor; iktidarın araçsallaştırdığı yargı eliyle temel insan hakkı ihlalleri devam ediyor.
Türkiye tarafından yetkisi kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş ve Kavala için verdiği kararların şimdiye kadar uygulanmamış olması, bugünkü iktidarın insan hakları sicilinde tarihe geçecek nitelikte birer sabıka olarak diğerlerinin yanında yerini alıyor.
AİHM’nin uygulanmayan Demirtaş ve Kavala kararları konusunda uygar dünya tarafından yapılan ısrarlı çağrılar ve kayda geçen uyarılar karşısında Türkiye’deki tek adam rejimi ne yazık ki bildiğini okumaya devam ediyor.
Böylesi bir iklimin yaşatıldığı ülkede 10 Aralık İnsan Hakları Gününün kutlanması elbette çok anlamlı gelmiyor. İşte bu anlamsızlık nedeniyle bu tarihi her ne kadar kutlanacak bir gün olarak görmesek de İnsan Hakları mücadelesinin yükseltileceği bir gün olarak değerlendirmek gerektiğine inanıyoruz.
İnsan haklarından ve demokrasiden yana olan bütün kesimlerle 10 Aralık İnsan hakları Günü’nü hakkıyla kutlayacağımız bir ülkeyi inşa edene kadar bu değerlerin ısrarlı savunucusu olacağımızı ve bu uğurda mücadelemizi sürdüreceğimizi bir kez daha hatırlatıyoruz.
(*) Martin Luther King