(Yeşil Sol Bülten 2. Sayısı)
Erol Köroğlu
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki tam zamanlı yardımcı doçent, doçent ve profesörlerden oluşan öğretim üyeleri 12 Temmuz 2016’da yaptıkları rektör seçimine % 90 oranında katılmış ve katılanların % 86’sının oyuyla ikinci kere rektör adayı olan Gülay Barbarosoğlu’nu rektör seçmişlerdi. Ne var ki üç gün sonra 15 Temmuz oldu ve bunun ardından KHK’lar dönemine girildi. Öğretim üyelerinin rektörü seçme uygulaması kaldırıldı ve yeni sistem YÖK’ün önerdiği birkaç isimden cumhurbaşkanınca uygun görülenin rektör atandığı bir sisteme dönüştü ve Mehmed Özkan Boğaziçi’ne rektör atandı.
Türkiye allak bullaktı, devlet BAK imzacılarının peşindeydi, art arda KHK’larla binlerce akademisyen işinden atılıyordu. Böyle bir dönemde Barbarosoğlu’nun yardımcısı Özkan, her şeyin eskisi gibi süreceği sözünün de etkisiyle Boğaziçi hocalarınca kabul gördü. Sadece öğrenciler onu kayyum olarak adlandırdı ve çeşitli vesilelerle protesto ettiler. Arada çeşitli tatsız olaylar oldu ama Özkan Boğaziçi’ni, var olan yatay yönetişim geleneğini bozmadan yönetti. Tüm üniversiteler KHK’larla sarsılır ve yeni atamalarla kayyımlık sistemine tamamıyla teslim olurlarken, Boğaziçi yanıltıcı bir sütliman, bir sığınak görünümü sergiliyordu.
Bu yanılsama 2 Ocak 2021’de Melih Bulu’nun Boğaziçi’ne rektör atanmasıyla son buldu. O tarihten bugüne gelen olaylar ve direnişin bir kronolojisine şuradan ulaşılabilir: https://sivilalanarastirmalari.org.tr/kronoloji/
Bu kronolojiden görülebileceği gibi bir üniversitenin bileşenleri dediğimiz hocalar, öğrenciler, çalışanlar ve mezunlar, yine bir üniversitenin en önemli paydaşı diyebileceğimiz tüm toplumu kapsayan bir kamuoyuna ve kamusal vicdana seslenerek çok yönlü, çok parçalı, demokrasi ve hak mücadeleleri açısından son derece ilginç ve ilham verici bir direnişi ortaya çıkardılar. Burada yekpare ve gittikçe artan, büyüyen bir hareketten söz etmek zor. Son derece kırılgan, unsurları arasında çatışmalar ve anlaşmazlıklar içeren, bazen sönümlenir gibi görünen ama en beklenmedik zamanlarda ayağa kalkan ve etkisini artıran bir hareket görüyoruz.
Bu pek alışılmadık direniş hareketi, ilk başarısını, rektör olduğu sıralarda protestoların altı ayda biteceğini iddia eden Melih Bulu’nun cumhurbaşkanı tarafından 15 Temmuz’da görevden alınmasıyla elde etti. Bu, tabii böyle ilan edilmedi kamuoyuna. Ancak çok yönlü ve durmak bilmeyen direniş, Bulu’nun rektör olarak kalmasının iktidara maliyetini artırıyordu. Ne var ki Bulu’nun Boğaziçi içinden gelen üç destekçisinden biri olan fizik profesörü Naci İnci, rektör vekili olarak 16 Temmuz’da iki önemli şey yaptı. Birincisi, Bulu’nun görevden alınışıyla başlayan yeni rektör atama süreci için aday olduğunu üniversiteye ilan eti. İkincisi, hoca direnişinin en görünür ayağı ve ikonu olan, her iş günü öğle vakti rektörlüğe cüppelerle sırt dönerek tutulan nöbetin görüntüleyicisi ve okulun sevilen hocası, ünlü belgesel yönetmeni Can Candan’ın işine son verdi.
Şu noktayı vurgulamak gerekli: Boğaziçi’ne rektör ataması AKP iktidarı için hiçbir zaman bir Melih Bulu meselesi değildi. Mesele ilk andan itibaren, atanmış rektörden başlayarak üniversitenin demokratik ve şeffaf yönetim yapılanmasını yerle bir ederek, her şeyin merkezden belirlendiği bir kayyımlık sisteminin kurulmasıydı. Bu nedenle hukuka aykırı biçimde bir gecede iki yeni fakülte, iletişim ve hukuk fakülteleri kuruldu. Bu nedenle Osmanlı Ocakları içinden bir isim Genel Sekreter olarak atanarak hem öğrencilere hem hocalara dönük güvenlikleştirilmiş kampüs uygulamalarını yürüten, özel güvenlik ve polisi birlikte kullanarak baskı ortamı oluşturan bir yönetim oluşturuldu. Bu nedenle üniversitenin üst düzey kurulları olan senato ve üniversite yönetim kurulu, birden fazla makama vekalet ettikleri için birden fazla, mükerrer oy kullanmaya çalışan rektörlük tarafından işlemez hale getirilmeye çalışıldı. Bu nedenle üniversiteye otomatik olarak YÖK tarafından verilmesi gereken 75 akademik kadro verilmezken, nereye kullanılacağı belirsiz 600 yeni kadronun onayı çıkartılmaya çalışıldı. Ve bunun gibi daha pek çok nedenle rektör vekili Naci İnci üniversitenin yeni rektörü olarak atandı.
Bu noktada Boğaziçili akademisyenlerin var olan sistemi zorlayan hamlelerine vurgu yapmak gerekiyor. Üniversite senatosuna bağlı Üniversitede Yönetim Yapılanması Komisyonu, çok yönlü bir kamu araştırma üniversitesinin geleceği raporu yayımlamış ve burada demokratik bir rektör seçimin nasıl yapılabileceğine dönük önerileri, dünyadan örnekler aracılığıyla tartışmıştı (rapora buradan ulaşılabilir: https://drive.google.com/file/d/1IAW25iPA0iGMPjDblklfhzuzVe7juwU_/view). Ancak var olan koşullarda bir seçim yapmanın mümkün olmadığını vurgulayan akademisyenler, bir destek oylaması oluşturdular ve üniversite içerisinden çıkacak rektör adaylarına oy verdiler. 19 adayla yapılan oylamada Naci İnci’ye % 95 karşı oy çıktı. Diğer rektör yardımcısı Kumbaroğlu’na da % 93. Geri kalan 17 kişinin adaylıkları destekleniyordu. Cumhurbaşkanı, üniversitenin desteklemediği adayı rektör atamayı tercih ederek uzlaşmaya, anlaşmaya yakın olmadığını ortaya koydu. Bu durumda Boğaziçi’nin kayyımlaştırılması sürecek ve buna karşı çok yönlü direniş, mutlaka yeni görünümler de edinerek ve kendisini geliştirerek devam edecek. Bütün Boğaziçi bileşenleri “Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz” demeye devam ediyorlar.
Boğaziçi’ndeki hareket, en başından beri konunun sadece kendileriyle ilgili olmadığını, tüm ülkeyi ve tüm yükseköğretimi kapsadığını anlattı. Bugün bu durum daha da açık hale geldi. Bugün Türkiye’deki bütün rektörler kayyımdır. Çok iyi ve son derece demokratik yöneticiler olsalar da öyledirler. Çünkü sistem, tüm unsurlarını buna zorluyor. Yükseköğretime, Türkiye toplumuna ve dünyaya hiçbir katkısı olmayan ve sürekli olarak kamu zararı üreten bu sistem değişmelidir. 40 yıllık YÖK kaldırılmalı, üniversiteler demokratik biçimde yeniden yapılanmalı ve bilimsel olarak özgür ve kurumsal olarak özerk hale gelmelidirler. Boğaziçi direnişi, tüm Türkiye üniversitelerinin ve toplumun nerede durması gerektiğini gösteriyor. Boğaziçililer, tüm bileşenler olarak, zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri olmadığını anladılar ve sekiz aydır bunu anlatıyorlar. Mesajın alınmasını umut edelim.