ÇERNOBİL’İ UNUTMA, NÜKLEER SEVDASINDAN VAZGEÇ

Bugün, 26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna’nın Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali‘nde yaşanan patlamanın 35. Yıldönümü. 35 yıl önce yaşanan bu patlama Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği‘ne göre bugüne kadar meydana gelmiş en büyük nükleer kazalardan biri olarak gösteriliyor.

Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan patlama sırasında ölen kişilerin sayısının kimi kaynaklara göre 4000 ila 93.000 kişi arasında olduğu ileri sürülmüş, fakat bu sayı yalnızca 31 kişi olarak kayıtlara geçmiştir. Patlama sonrası, 30 kilometrelik bölgeden tahliye edilen kişilerin sayısı farklı verilerde 116 bin ile 350 bin arasında gösteriliyor. Kazanın yol açtığı yangın 10 gün sürdü. 200 bin kilometrekarelik bir alan radyasyonun etkisi altında kaldı. Ayrıca çok büyük bir alana yayılan radyasyon neticesine uzun vadede sonuçlarının daha ağır olduğu ortaya çıkmıştır.

Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan patlamanın etkisiyle çevreye 1945’te Hiroşima’ya atılan atom bombasının 50 katına eşit miktarda yaklaşık 380 milyon kuri (radyoaktiite birimi) radyasyon yayıldı. Patlamanın ardından radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dahil birçok ülkeyi etkiledi. Çernobil nükleer faciası bazı bağımsız araştırmalara göre yaklaşık 200 bin kişinin doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep oldu.

Ukrayna‘da 18 bin kilometrekarelik tarım toprakları radyoaktif kirlenmeye maruz kaldı. Ülkedeki ormanların yüzde 40’ı kirlendi. Bölgeye besin maddeleri başka bölgelerden getirildi ve radyasyon bulaşan gıdaların tüketimi yasaklandı. Kazadan 25 yıl sonra 2011’de yapılan bir araştırmada bile incelenen sütlerin yüzde 93’ünde kabul edilebilir düzeyin çok üzerinde uzun ömürlü izotop sezyum-137 belirlendi.  Resmi raporlara göre 9 bin, bağımsız bilim insanlarına göre ise 30 bin ile 60 bin arasında insan Çernobil’in neden olduğu ölümcül kanser türlerine yakalandı.

Reaktör binası 410 bin metreküp çimento ve 7 bin ton çelikle gömüldü. Bilim insanları, yaklaşık 190 ton uranyum ve 1 ton plütonyumun hâlâ santralin altında bulunduğuna işaret ediyor ve bölgenin radyasyondan tamamen temizlenmesi için öngördükleri süreye ise, insanlığın ömrünün yetip yetmeyeceği bir soru işareti. Çernobil’in yakınındaki Pripyat şehrinde günümüzde ölçülen radyasyon düzeyi bile normalin 20-40 kat üzerinde. Patlamadan yıllar sonra 4 Nisan 2020’de Çernobil’de başlayan ve yaklaşık iki hafta sonra ancak kontrol altına alınabilen orman yangını, nükleer facianın izlerinin günümüzde ne derece risk oluşturduğu konusunu da bir kez daha gündeme getirdi.

Çernobil’in etkisine maruz kalan ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Ancak o dönemde Türkiye’de yetkililer bu felaketi o kadar hafife aldı ki, dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, Karadeniz’de yetişen çayların radyasyondan etkilenmediğini ispat etmek için kameraların karşısında çay içti. Avrupa ülkeleri radyasyonlu olduğu gerekçesiyle Türkiye’den fındık alımını durdurdu. Hollanda Sağlık Bakanlığı, Türk çayında yüksek oranda radyasyon olduğunu açıkladı. Federal Almanya, Türkiye’den alınan 13 ton çayı iade etti. Dönemin Çaykur Genel Müdürü “çay kaynatıldığında radyasyonun 5-6 kat düştüğünü” bile iddia etmişti. Türkiye’de sonraki yıllarda da ciddiye alınmayan felaketin etkileriyle ilgili TBMM, 1993’te soruşturma komisyonu kurulması önerisini reddetti. Türkiye’de Çernobil felaketi sırasında radyasyon seviyesini gösteren sayısal değerler açıklanmadı, halktan gizlendi.

Türk Tabipleri Birliği’nin “Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser” başlıklı raporunda Çernobil Nükleer Santral kazası sonrası Türkiye’ye de radyoaktif bulaş olduğu ancak bu bulaşın insan sağlığına olan zararı konusunda yeterli veri bulunmadığını, çünkü kanser hastalığına ilişkin verilerin düzenli bir şekilde kayıt altına alınmadığı belirtiliyordu. Ancak herhangi bir araştırma olmamasına rağmen Marmara Bölgesi ve Karadeniz’de Kanser vakalarında ciddi artış olduğu bilinmektedir.

Çernobil ve Fukuşima’da yaşananlar da göstermektedir ki, Nükleer santrallerde meydana gelebilecek kazaların sonuçları hem doğa hem de insanlık için çok daha yıkıcı olmaktadır. Nükleer Santral yatırımları iddia edildiğinin aksine pahalı yatırımlardır ve enerji üretiminde kullanılan Uranyum kaynakları sınırlıdır. Yine Nükleer santraller çok tehlikeli atıklar oluşturur ve bu atıkların depolanması sorunludur. Bu atıkların toprağa, suya ve havaya temas etmeyecek şekilde güvenli bir şekilde depolanması gerekir.

Bütün bu yaşananlara rağmen başta ülkemizi yönetenler olmak üzere Nükleer Santrali savunanlar hala Nükleer Enerjinin en temiz ve en çevreci enerji üretimi olduğunu söylemeye ve nükleer santral kurmaya devam ediyorlar. Ülkemizde henüz Nükleer Santral yok. Ama Akkuyu’da ve Sinop’da Nükleer Santral yapımı çalışmaları bilim insanlarının, çevre halkının ve ekoloji örgütlerinin bütün itirazlarına rağmen devam ediyor.

Nükleer santral gerekiyor mu? Tabi ki gerekmiyor. Öncelikle şunu belirtmemiz gerekiyor. Yeşil Sol Parti olarak doğaya uyumlu, temiz, yaşanabilir ve yeşil bir dünya ve ülke mücadelesi yürütüyoruz ve ülkemizin elektrik enerjisine ihtiyacı olduğunu düşünmüyoruz. Elektriği verimli kullanmanın ve elektrik enerjisi ihtiyacını azaltmanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Ayrıca Elektrik üretmenin onlarca farklı yolu varken bu kadar büyük bir risk almanın gereği yoktur.

Diğer yandan Gaziemir de eski kurşun fabrikasının bahçesinde gömülü bulunan ve yaklaşık 100 bin ton olduğu açıklanan ve İzmirlilerin sağlığı için ciddi risk oluşturan radyoaktif ve tehlikeli atıkların nasıl temizleneceği konusunda kamuoyuna hiçbir açıklama yapamayan ve bu atıkların temizlenmesi için çözüm üretemeyen bir ülkede olası Nükleer Santrallerde yaşanabilecek nükleer sızıntı veya tehlikeler karşısında neler yaşanacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.

Çernobil faciasının yıldönümü nedeniyle bir kez daha iktidarı Nükleer sevdasından vazgeçmeye ve Gaziemir’deki tehlikeli atıkların bir an önce temizlenmesi için adım atmaya çağırıyoruz.

Yeşim Aslan – Hüseyin Çağlar

Yeşil Sol Parti İzmir İl Eşsözcüleri

PAYLAŞ