COVİD’İN GERÇEK ÇARESİ SOSYAL ADALETTİR

Krizler, sistemdeki fay hatlarını ortaya çıkarır; sorunlarımızın toplumun yapılanma biçimiyle nasıl ilişkili olduğunu gösterir ve bu sistemin çözüm sunmadaki yetersizliğini ortaya çıkarır. Covid krizi de aynı şeyi yapıyor.
SARS-CoV-2 virüsünün Covid 19 adlı hastalığın nedeni olarak tanımlanmasının ve Çin’de ilk sokağa çıkma kısıtlamalarının uygulamaya geçmesinin üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti. Hastalık, şimdiye kadar 330 milyon kişiye bulaştı ve bunların 5,5 milyonu öldü. Başlangıçta herhangi bir semptom göstermeyenler de dahil virüsü kapanların yüzde 15 ila 30’u, 6 aydan daha uzun süreler devam edebilen çeşitli sağlık sorunlarına yol açan “uzun süreli Covid”den muzdarip oldu. Bu nedenle 50 ila 100 milyon insanın birkaç ay boyunca hastalığın neden olduğu rahatsızlıklara maruz kaldığı tahmin ediliyor. Hastalık, pek çok kişide uzun süreler çalışamamalarına yol açan, zayıflatıcı rahatsızlıklara neden oluyor.
Covid-19 pandemisinin yarattığı tek sonuç hastalık olmadı. Pandemi, ekonomi üzerinde de devasa etkiler yarattı. Mart 2020 ile Kasım 2021 arasında gezegendeki en zengin on adam, servetlerini ikiye katladı. Toplam servetleri şu anda 1,512 trilyon dolar; yani Türkiye’nin GSYİH’ının iki katı. Dönem boyunca bu servetlerdeki artış miktarı 645 milyar dolar; bu da neredeyse Türkiye’nin GSYİH’ı kadar bir rakam. Bu arada Dünya Bankası’na göre dünyanın geri kalanının gelirleri reel olarak düştü. Dünyadaki tüm dolar milyarderlerinin toplam serveti, pandemi sırasında önceki 14 yılda arttığından daha fazla arttı ki zaten önceden de artış hızı yüksekti. Oxfam, bu 645 milyar dolarlık servet artışına % 99 oranında bir vergi konsa (yani bu zenginleri Mart 2020’deki durumlarına döndürsek sadece) tüm dünya nüfusunu 3 kere aşılayabileceğimizi, onlara bir sene boyunca bedava sağlık ve sosyal güvenlik hizmeti sağlayabileceğimizi belirtiyor. Bu rakam aynı zamanda iklim değişikliğine ve kadına yönelik şiddete karşı etkili mücadelenin de yıllık bedeli (Inequality Kills Methodology Note, https://policy-practice.oxfam.org/resources/inequality-kills-the-unparalleled-action-needed-to-combat-unprecedented-inequal-621341). Büyük ilaç şirketleri ve sağlık devleri de servetlerini katladılar bu dönem boyunca. Tüm bunlar, şirketlere ve zenginlere fayda sağlayan hükümet harcamalarındaki artışlarla finanse edilirken, kamusal sosyal harcamalar saldırıya uğradı.
Etkili aşıların (bunlardan bazıları mRNA gibi yeni teknikleri uygulamaya geçirdi) hızlı gelişimi ve enfekte olmuş kişilerde ciddi rahatsızlıkları ve ölümleri önlemekte fayda sağlayan bazı yeni ilaçların bulunması, teknolojinin sunduğu olanaklara işaret ediyor.
Fakat teknoloji, tüm insanlığı korumak için eşit olarak kullanılmıyor. Şimdiye kadar G7 ülkelerinde yaşayan insanların yüzde 66’sına iki doz aşı yapılmışken Afrika’da bu oran sadece yüzde 6.
Bu eşitsizlik, Covid ile mücadeleyi ciddi şekilde baltalıyor. Çok sayıda korunmasız insan ve dolayısıyla çok sayıda bulaşı, virüsün daha bulaşıcı veya daha ölümcül hale gelmesine neden olan mutasyonlar geçirme olasılığını artırıyor. Şimdi Omicron’da gördüğümüz gibi virüs, daha önce başka varyantların hasta ettiği insanların yeniden hastalığa yakalanmasına neden olabilecek mutasyonları da içerir hale gelebiliyor veya aşıları tam insanlara da bulaşabiliyor. Omicron varyantı yüzünden her ne kadar aşılar, ciddi hastalık ve ölüm riskini azaltmaya devam etseler de artık enfeksiyona karşı tam koruma sağlayamıyorlar. Aşıların dağılımındaki eşitsizlik sadece yoksulları değil tüm insanlığı tehdit ediyor. İnsanlığın çoğu korumasız kalırken, hem daha bulaşıcı hem de daha ölümcül olacak yeni bir varyantın ortaya çıkmayacağının garantisi yok.
Omicron varyantı ilk olarak Güney Afrika’da tespit edildi; aşıları etkisiz kılacak denli çok sayıda eşzamanlı mutasyona sahipti. Bu çok sayıda mutasyonun virüsün uzun bir süre boyunca yaşamasına ve gelişmesine izin veren zayıf bağışıklığa sahip insanların vücutlarında geliştiği düşünülüyor. Bunlar muhtemelen ya kanser ya da tedavi edilmemiş AIDS hastalarıdır. GINI endeksine göre dünyanın en eşitsiz gelir dağılımına sahip ülke Güney Afrika. Ülkede yoksulluk nedeniyle tedaviye erişemeyen büyük bir AIDS hastası nüfus var. Sadece aşılamada değil, diğer sağlık hizmetlerindeki eşitsizlik, bir bütün olarak insan ırkının sağlığı için bir tehdit haline geldi.
Dolayısıyla buradaki büyük çelişki şu ki eşitsizlik, Covid gibi pandemileri önlemenin önünde bir engel ve kapitalizm, Covid gibi pandemilerin eşitsizliği daha da kötüleştirmesine müsaade eden bir yapıya sahip.
Bir pandemi ile karşı karşıya kalan yönetici sınıflar, kar sisteminin önceliklerine halel getirmeden virüsün etkisini azaltan hızlı çözümler ararlar. Aşılar işe yarıyor ve insanlığın hastalığa verdiği tepkinin bir parçası olması gerekiyor. Ancak aşılar, para kazanmak isteyen kar amaçlı şirketler tarafından geliştirildiğinden aşıların yoksul ülkelere dağıtımı engelleniyor. Bu, bu ülkelerdeki birçok kişiyi ölüme ve hastalığa mahkum ediyor; ancak aynı zamanda daha yoksul ülkeleri aşılara dirençli yeni varyantlar için potansiyel üreme alanları haline getiriyor.
Covid tedavisine yönelik ilaçlarda da benzeri sorunlar var. Onlar da tedavinin bir parçası. Ama biz, pandemilere imkan veren toplumsal koşullardaki bozuklukları tedavi edene kadar Covid-19 benzeri hastalıklara giderek daha sık maruz kalacağız.
Aşıların eşitsiz dağılımı ve büyük ilaç şirketlerinin aşılar üzerindeki patentlerini (bu aşılar genellikle kamusal kaynaklar kullanılarak geliştirilmiş olsa da) ellerinde tutmakta ısrarcı olmaları, bizi Delta ve Omicron dahil bir sürü varyantla karşı karşıya bıraktı. Omicron çok daha bulaşıcı ve hem aşılanmış hem de daha önce enfekte olmuş kişilere bulaşabiliyor, ancak önceki varyantlardan biraz daha az ölümcül gibi. Buna rağmen Omicron hala çocuklar dahil binlerce insanı öldürüyor.
Omicron, dünyanın her yerindeki egemen sınıfların “sürü bağışıklığı” politikasına geri dönme bahanesi haline geldi. Bu da sağlığımızı korumaya yönelik tüm sosyal önlemlerin sona ermesi anlamına geliyor. Geçen hafta AKP hükümetinin aşı olmayanların PCR testi yaptırması zorunluluğunu kaldırması, bu eğilimin bir parçası. İddiaya göre genç ve başka sağlık sorunları olmayan işçiler, çoğunlukla sadece hafif rahatsızlıklarla hastalığı atlatacak. Bu; yaşlıların, engellilerin, bağışıklık sistemi zayıf olanların, etnik azınlık mensuplarının ciddi şekilde hastalanmaya veya ölmeye terk edildiği anlamına geliyor.
Aslında durum bundan çok daha kötü. Omicron’un serbestçe yayılmasına izin vererek yeni varyantlar ve hatta tamamen yeni virüslerin ortaya çıkması için koşullar yaratılıyor. Bunlar, aşılarda ve ilaçlarda yapılacak değişiklikleri tamamen etkisiz hale getirebilir.
Tarihteki büyük salgınların hepsinin arkasında toplumsal nedenler vardı. Ortaçağ’da Avrupa’daki veba salgınları, insanları (ve de fareleri) üst üste yığan şehirlerin ortaya çıkmasının bir sonucuydu. 1918-1920 yılları arasında milyonlarca kişinin ölümüne neden olan “İspanyol Gribi”, Birinci Dünya Savaşı’nda büyük kitlelerin yığınlar halinde askere alınmasının ve bunların sürekli yer değiştirmesinin bir sonucuydu. Şimdiki Covid pandemisi, insanlara geçebilen virüsler için genellikle rezervuar görevi gören vahşi canlıların yaşam alanlarını istila eden ve artık insanlığın yarısından fazlasına ev sahipliği yapan mega şehirlerin yaratılmasıyla kendine alan bulabildi.
Salgınların başka bir etkisi daha var: İşçi sınıfı üzerinde yarattığı etki. 14. yy.da veba İngiltere’yi vurduğunda ortaya çıkan işgücü kıtlığı, 1381 köylü isyanında ifadesini bulan güveni yaratan, ücretli emeğin büyümesine yol açmıştı. Covid pandemisi sırasında güvensiz koşullarda çalışmaya zorlanan veya işten çıkarılan işçiler, güvenlik ve esenliklerinin işverenlerin umrunda olmadığını gördü. Şimdi aynı koşullarda işlerine dönmek istemiyorlar. ABD’deki öğretmenler, güvenli olmayan okul koşulları nedeniyle greve çıktı. Birçok batı ülkesinde işçiler, bireysel pazarlık güçlerini kullandıkça ücretler yükseliyor ve Starbucks’ta olduğu gibi bazı “yeni ekonomi” alanlarında yürütülen sendikalaşma kampanyaları başarılı oluyor.
İnsanlığı kurtarmak için doğa ile ilişkimizi değiştirmemiz gerekiyor. Ayrıca çok daha eşit bir topluma ihtiyacımız var. Eşitsizlik, dış halkalarında yaşayan işçilerin toplu olarak çalışmak ve zenginlere ve şirketlere hizmet etmek üzere merkezlerine taşındığı günümüzün mega şehirlerini yarattı. Bu hastalıklı kentleşme (ve bir bütün olarak toplumsal yapı) insan ve doğa arasındaki “metabolizma”yı bozduğu oranda bizi ekolojik, ekonomik, politik krizlerle burun buruna getiriyor sürekli. Daha eşitlikçi bir toplumsal yapı doğa-insan arasında daha sağlıklı bir ilişki kurulmasını sağlar.
Pandeminin gerçek sonuçları (pandemi döneminde kendilerini zenginleştirenlerin bizim görmemizi istemedikleri sonuçlar) bunlardır.

PAYLAŞ