Ekonomik krize demokratik çözüm şart
Son sayımızda krizi ele alan bir yazı yayınlamış ve bunu “şimdi ihtiyaç duyulan dört adaletin sağlandığı yeni bir düzen” cümlesiyle bitirmiştik. O günden beri yaşanan gelişmeler bu cümlenin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha gösterdi.
Son on günlük dönem içinde ilginç gelişmeler izledik. Asgari ücret yüzde ellilere ulaşan bir oranda arttı. Yapılan açıklamalar, memurlara ve emeklilere de yüksek (gibi görünen) zamlar yapılacağı yönünde. Bununla birlikte cumhurbaşkanının söylemleri, ekonominin ateşini söndürmeye değil seçmenini konsolide etmeye yönelik “ekonomik kurtuluş savaşı” hamaseti etrafında dönüyor.
Zengini zengin etme, yoksulu gözünü boyayarak soyma
Erdoğan, faize karşı “efelik” yapar ve bu arada döviz fiyatları ışık hızıyla tırmanırken hafta başında “Kur Korumalı Vadeli TL Mevduatı” dönemine giriverdik bir anda. Buna göre bankalarda döviz tevdiat hesapları olanlar, eğer bu hesapları TL’ye çevirirlerse kur artışı kadar “hazine güvencesi” (tıpkı yap-işlet-devret soygununda kimsenin geçmek istemediği köprülerin, kullanmak istemediği havaalanlarının sahiplerine verildiği gibi) elde etmiş oldular.
Bu, partimizin 22 Aralık’ta yaptığı açıklamada belirtildiği gibi “örtülü faiz artırımı”dır ve daha vahimi “vergi veren ama bankada parası olmayanlardan [zenginlere doğru] gelir transferi yapmış olacaktır. Kısaca fakirden al, zengine ver sisteminin bir enstrümanı daha devreye sokulmuştur” (açıklamanın tamamı için: https://yesilsolparti.org/ortulu-faiz-arttirimi-cozum-degil-yeni-bir-program-lazim).
Doların fiyatı bir anda 18 TL’den 11 TL’ye kadar düştü. Bu süreçte yaklaşık 1,7 milyar $’lık bir satış olduğu iddia ediliyor. Sözün özü, “birileri” (ki bunlar elinde dolar olanlar ve çoğunlukla büyük bankalar ve firmalar) 18 TL’den dolar sattı, 11 TL’den tekrar dolar almaya başladı; aradaki dolar başına 7 TL’yi de hepimizden çalmış oldu!
Asgari ücrete yapılan ve diğer ücret ve maaşlara yapılacağı söylenen zam oranları büyük gibi görünüyor. Fakat aslında asgari ücretteki artış (ve diğer ücretlerdeki artış söylentileri), gerçek enflasyonun yıllık artışından daha az ve üstelik enflasyonun önümüzdeki dönem daha da yükseleceği kuvvetle muhtemel. Dolayısıyla bu artışlar veya söylentiler, göz boyamaktan başka bir şey değil.
İşin bir başka tarafı, dolar yükselirken otomatiğe bağlanan doğal gaz ve elektrikteki yukarı yönlü “fiyat ayarlamaları”, şimdi dolar düşmüşken nedense aşağı doğru uygulanmıyor; kışın ortasında sıradan insanlar, yüksek faturalarla cebelleşmek durumunda bırakılıyor. Aynı şey gıda maddeleri ve diğer temel ihtiyaçlar için de üç aşağı beş yukarı geçerli.
Toplumsal muhalefet
Bu noktada soru “AKP ne yapıyor” değil “toplumsal muhalefet ne yapmalı” olmalı. Seçim tarihinden bağımsız olarak Cumhur İttifakı kurmaylarının kendi cenahlarından kopan, kararsızlaşan seçmeni geri kazanmaya çalıştıklarını hemen herkes görüyor. Görünen başka bir şey daha var: Cumhur İttifakı seçmeni kopsa dahi muhalefete yönelmek konusunda kararsız. İzlenen saflaştırma politikasının temel nedeni de bu olsa gerek.
Ekonomi alanında yapılan ve iktisat bilimine işaret eden neredeyse tüm açıklamalar, neo-liberal politikaların yeniden gündeme getirilmesini istiyor. Oysa o politikalar hem bugünün sorumlusu hem de dünya konjonktürü çok farklılaştı. Rejim ile ekonomi arasında bir analoji kurmak gerekirse nasıl ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin alternatifi, eski parlamenter sistem olamaz, aynı şekilde bugünkü ekonomik yaklaşımın yerini (en az bu yaklaşım kadar) emekçileri ezen, gelir dağılımını bozan, ekolojik tahribatı ve iklim krizini derinleştiren ekonomi politikaları alamaz. Bu nedenle söz konusu tartışma iktisatçılara, hele hele neo-liberal iktisatçılara bırakılamayacak kadar önemli. Döviz kurlarına, cumhurbaşkanı adayı ve/veya anketlerdeki oy oranlarına kilitlenip kalmadan, gerçek bir seçeneği oluşturabilmek için Dört Adalet anlayışıyla bir program ve bunun siyasal öznesini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Somut program ihtiyacı
HDP tarafından yapılan 11 maddelik açıklama, böyle bir çalışmanın zeminini sunuyor. Bugün yapılması gereken, Dört Adalet politikasının başta ekonomi olmak üzere kimlik, eşit yurttaşlık ve ekoloji alanlarındaki somut programlarını ortaya çıkarmak olsa gerek.
Bir şeye karşı olmakta ortaklaşanların, yerine ne koyacaklarında farklılaşması son derece doğal. Bu nedenle çözümlerin herkesi kapsamasını beklemek çok gerçekçi değil. Önemli olan çözüm önerilerinin eski deyişle “efradını cami ağyarını mani” olması yani benzerleri içerip diğerlerini dışarıda bırakması gerekiyor. Buradaki kriterler ise demokrasi ve özgürlük savunucuları için çok belirgin: Gelir dağılımının düzeltilmesine, barışın tesisine, ekolojik tahribatın durdurulmasına ve eşitliğe yönelik adımların atılması.
Ekonomik krizler döneminin en yaygın söylemlerinin başında, herkesin aynı gemide olduğu gelir. Bu tam bir “ galat-ı meşhur”dur. “Kriz neticesinde işyerleri kapanırsa emekçiler işsiz kalacak” denerek kemer sıkma önlemlerine itirazsız boyun eğilmesi istenir. Enflasyon artarken ücretlere yapılacak zamların daha fazla yoksulluk doğuracağı söylenir. Bütün bunlar da son tahlilde çok yanlış değildir, ama son tahlilin nasıl yapıldığı her şeyden önemlidir.
Krizden kapitalist sistemi pekiştirerek, restore ederek vb biçimlerde çıkmayı hedefliyorsanız yükü emekçilerin omzuna yıkarsınız. Bu sonuca varmak için de acı reçetenin kaçınılmaz olduğunu anlatırsınız.
Şu anda ekonomik krizden çıkış için önümüze konan seçeneklerin “döviz kuru mu yüksek olsun, faiz mi” kısır tartışmasına sıkıştıkları ve her ikisinin de ortak noktasının krizin faturasını bizim önümüze koymak olduğu ortadadır. Bu yüzden bu krizin (de) yükünün emekçinin ve sıradan insanın omzuna bindirilmesine karşı kolektif tepkiyi yükseltmek için çaba sarf etmek zorundayız.
Somut program, somut temel talepler etrafında şekillendirilebilinir. Örneğin;
• Devletin açıkladığı enflasyon oranının hesaplanış biçimine ve çıkan sonuçlara artık kimsenin güveni kalmadı. Enflasyonun hesaplanması sürecinin gerçek enflasyonu yansıtacak biçimde şeffaflaştırılması gerekir.
• Yüksek enflasyon altında ücretlerin erimesini engellemek için asgari ücretin ve diğerlerinin gerçek enflasyon rakamları üzerinden aylık belirlenmesi sağlanmalıdır.
• Kriz dönemleri, işsizliğin arttığı dönemlerdir. Zaten yüksek olan işsizliğin daha da artmaması için şirketlerin işçi çıkartmaları yasaklanmalı, batan veya batacak olan şirketler hızla kamulaştırılıp buralarda çalışanların işleri güvence altına alınmalıdır.
• Reşit olan herkese “temel gelir” (veya “vatandaşlık geliri”) güvencesi verilmeli ve bu gelirin gıda ve barınma gibi temel insani ihtiyaçların insanca karşılanabilir düzeyde olması sağlanmalıdır.
Krizi fırsata çevirme sırası bizde
Her kriz aslında bir fırsattır. Yeniyi inşa etmek için ileriye doğru bir adım atma fırsatı verir. Egemenler, bu adımların kendi lehlerine olmasını isterken ezilenler ve mağdurlar, kendilerinden yana olması için mücadele etmekte bazen çekimser kalır.
Muhalif politik öznelere düşen görev, bu çekimserliği ortadan kaldırmak ve başka bir çözümün mümkün olduğunu göstermektir. Bunu başaramayan -lafı fazla uzatmadan söylemek gerekirse- sınıfta kalır.
Cumhur ve Millet İttifakları dışında üçüncü bir küme, Demokrasi Cephesi oluşturulacaksa bu gerçekliği bilmek ve ona göre davranmak gerekir. Kimsenin kendi azami taleplerini dayatma ve olmazsa olmaz haline getirme lüksü bulunmadığını görmek gerekir. Her partinin ve politik hareketin kendi gücünü azamileştirme hakkı olduğu ortadadır ama gün o gün değildir. Şimdi iktidar koalisyonundan kurtularak soluk alınabilir bir ortam yaratmaya ihtiyacımız var. Bunu bizim dışımızdaki güçlere destek vererek yapabilmek mümkün gözükmediğine göre iş başa düşmüş demektir. Bu işi omuzlamayanlar, sonrasında kendi pişmanlıklarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklarını bilmelidirler.
Kriter olarak ortaya çıkan kritik husus, Kürt Sorunu ve barıştır. Bu konuda hiç konuşmadan yürümenin mümkün olmadığı, Kılıçdaroğlu’nun “HDP ile çözeriz” yaklaşımından bellidir. Kurucu olduğunu iddia eden partinin genel başkanının iki önemli çıkışından birisi helalleşme ise diğeri de bu yaklaşımıdır. Kendisine sol diyen her politik kümenin ve partinin bu gerçekliği görmesi ve buna uygun davranması, bu ülkedeki her demokratın ve solcunun talebi olmalıdır. Tersi her yaklaşım, sol olduğunu dile getirenleri yalnızlığa veya Millet İttifakı’na doğru sürükleyecektir. Kendileri bilinçli olarak istemiyorlarsa bu, hiçbir solcunun hak etmeyeceği bir durum olur. Bilinçli olarak isteyenlerin ise solculuk anlayışlarını değerlendirmeleri doğru olur.
Bu, henüz tamamlanmamış bir süreç olarak karşımızda duruyor. İktidar bloğunun baskın seçim ihtimalini de göz önüne alarak daha fazla gecikmeden çalışmaya başlamak lazım. Bu çalışmada HDP ve bileşenlerine önemli roller düşeceği ortada. Seçimlere katılma yeterliliği kazanmış bir Yeşil Sol’un da bu konuda yapabileceği çok şey olacağı açık.