İnsan, Cumhurbaşkanı’nın ya da Hükümet’in bir yetkilisinin yaptığı açıklamaları duyunca “Yahu bunlarla aynı ülkede mi yaşıyoruz?” gibisinden bir soru sormak zorunda kalıyor. Örneğin Cumhurbaşkanı’nın son açıklamalarından biri “Yapısal sorunlarımız elbette mevcuttur. Bunu çözmek için çalışıyoruz” cümlesi bence böyle bir cümle. Ya da “Eskisine göre hakikate daha saygılı bir medyamız var” cümlesi de böyle cümlelerden bir diğeri. Her iki cümlenin de neresi bugün yaşadıklarımızla ilişkili dersiniz?
Sormazlar mı “Yahu Cumhurbaşkanım, madem bu ekonominin yapısal sorunları olduğunu biliyordunuz şimdiye dek neden hiçbir şey yapmadınız? Tam 16 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsunuz ve üstelik de şimdi anlıyoruz ki ekonominin yapısal sorunları olduğu da malumunuzmuş, o zaman bu sorunları çözmek üzere neden hiçbir şey yapmadınız? Zavallı Mehmet Şimşek 2007’de yeni bakan olduğundan neredeyse ayrılana kadar “Mikro reformlar yapmamız gerekir” diye ağzında tüy bitmişti. Ama o ve onun gibileri dinlemediniz ve o tarihten bu yana da bu laflar lafta kaldı ve ekonomiyle ilgili hiçbir anlamlı reform yapmadınız. Peki ama neden?
Ben sordum ama ben cevaplamaya çalışayım bu soruyu: Çünkü siz, ideolojik olarak Cumhuriyet rejimiyle kavga içindesiniz. Bunda bugünkü konuşmanızda söylediğiniz gibi “Muhtar bile olamaz” manşetlerindeki kibre itiraz etmenizin haklılığını anlıyoruz. Ama sizin, Kemalist kibre itirazınızdan kat kat daha fazlasını bugün ülkenin yarısına yakınına yaptığınızı hep birlikte yaşıyoruz. Seçimde sizle rekabet içinde olan diğer partilere karşı “alçaklar!” dediğinizi bile duyduk.
Bu, sizin “dava” dediğiniz, kavgada başarılı olmanızın tek yolu ekonomik olarak başarılı olmaktan geçiyordu. Büyüme tutkunuz da bundan kaynaklandı. Çünkü arzuladığınız “büyük devlet” ki bence o bir Osmanlı devleti olma hayaliydi, ancak ekonomisi büyük ve güçlü bir devlet olmakla mümkündü. O nedenle de ancak yüzde 5’ler civarında büyüyebilecek bir ekonomiyi bu oranın üzerine çıkarmak için gaza bastınız da bastınız. Hani kaynaklarınız olsaydı da gaza basıp ekonomiyi büyütüp, istihdam gibi konularda başarılı adımlar atmış olsaydınız neyse. Dünyada küresel krizle baş etmenin yolu olarak faizlerin sıfırlanmasıyla sonuçlanan parasal genişlemenin yarattığı para bolluğu sizi bir hayal alemine götürdü. Sandınız ki bu hep böyle sürecek ve “Borç yiğidin kamçısıdır” düsturu gereği borçlanmakla (ya da özel kesimi borçlanmaya itmekle) hayalinizdeki büyük devleti yaratabilecektiniz.
Hani ne derler “Ama kazın ayağı öyle değil!”di. Çünkü dünyada parasal genişleme krizden çıkmayı sağlamaya başladığında faizler de artmalıydı. Aksi takdirde bu sefer de enflasyon belasıyla karşılaşılırdı. O nedenle de başta Amerikan merkez bankası olmak üzere batılı ülkelerin merkez bankaları faizleri yükseltmeye başladığında, dünyada şimdiye dek ortalıkta gezen dolarlar daha güvenli limanlar olarak kendi ülkelerine dönmeye başladı. Parasal genişlemenin sonu gelmişti.
Ama siz bu piyasa sinyallerini de hiçe saydınız. Son olarak 2107’de seçimlere giderken ki bu 24 Haziran seçimleri sizin için hayat memat meselesiydi; gaz pedalına sonuna kadar bastınız. Öyle ki, ekonomiyi canlandırmak için ne ÖTV’lerden, ne KDV’lerden vazgeçtiniz, yetmedi Kredi Garanti Fonundan 300 milyarın üzerinde kredi sağladınız. Sırf yüksek bir büyüme elde etmek için. Başardınız da. Yüzde 7,4 gibi çok yüksek bir büyüme elde ettiniz. Ama benim gibi, meseleye sizin gibi bakmayan iktisatçı, yazar, çizer tayfası bu büyümeyi “hormonlu” olarak niteledi. Yani “şişirilmiş” bir büyümeydi elde edilen. Şişirilmişlikten kast ettiğimiz de böylesine yüksek bir büyümenin, kendisini destekleyecek kadar kaynak yaratamaması, bütçe açıklarına ve sonuçta da enflasyona yol açacağı olasılığı idi. Nitekim öyle de oldu. Enflasyon ciddi bir biçimde başını kaldırdı. Enflasyonu önlemenin bir yolu faizlerin yükseltilmesiydi. Ama bu kez de yine sizin ideolojik takıntınız olan düşük faiz=düşük enflasyon yaklaşımınızla bu engellendi. Üstelik bu takıntınızın Merkez Bankasını felce uğratmış olması, yabancı sermaye çevrelerini rahatsız etti ve sizi güvenilir bulmamaya başladılar. Para, yani büyüme ihtiyacı için gerekli döviz iyicene azalmaya başladı. Yabancı sermaye sahipleri paralarını, yani dolarlarını alıp gittiklerinde, azalan her şeyin fiyatı artacağı gibi doların fiyatı yani değeri arttı. Tersten söylersek Türk Lirası değer kaybettikçe kaybetti.
Siz şimdi diyorsunuz ki “Yapısal sorunlarımız elbette mevcuttur. Bunu çözmek için çalışıyoruz”. Hayır! Hiç de böyle bir şey için çalışmıyorsunuz, çalışmadınız da! Sizin yaptığınız gerçekçi olmayan bir hayalin, yani “Biz büyük bir devletiz” hayalinin gereği bir ekonomik başarının peşinde koşmaktı ama bunu beceremediniz. Beceremediniz çünkü bu ekonominin öyle ya da böyle yapısal sorunu olan, ihtiyacı için gerekli kaynakları üretebilen bir ekonomi olmasını sağlayamadınız. Bu kaynakları yaratabilecek imalat sanayii ve tarım yerine böyle kaynaklar yaratabilme potansiyeli olmayan “inşaat ya Rab!” dediğiniz için başaramadınız. Şimdi ise, ekonomi uçurumun kenarında. Siz hala bu durumu anlamış görünmediğiniz için sırf bugün TL (29.08.2018), yüzde 2’nin üzerinde değer kaybetti. Böyle giderseniz sanırım yalnızca iktidarınız değil tüm ülke uçurumdan aşağıya yuvarlanacak gibi.
Neredeyse ülkeyle ilgili yaptığınız değerlendirmelerin tümü yanlış. Yanlış çünkü, büyük ülke olmak yalnızca büyük bir ekonomiye sahip olmaktan geçmiyor. Ülkenin nasıl bir özgürlük ortamı içinde yönetildiğinden de geçiyor. Hatta belki de öncelikli olan bu ikincisi. Yani, eğer ülkede gerçek bir demokrasi varsa, insanlar dertlerini birbirleriyle paylaşabiliyorsa, sorunların çözümü konusunda yönetenler toplumu ciddiye alıp onları dinliyorsa, onlarla tartışabiliyorsa, asıl o ülke büyük bir ülke sayılmalı. Çünkü yaratıcı düşüncenin, teknolojinin ve yüksek ekonomik etkinliğin elde edilmesi böyle bir ülkede daha mümkündür. Nokta.
Hayaller içinde yüzdüğünüzün bir diğer delili, yazının başlangıcında aldığım diğer cümlenizden anlaşılıyor. “Eskisine göre hakikate daha saygılı bir medyamız var” demişsiniz. Bunu sahiden nasıl söylediniz? Yönettiğiniz ülkede “medya” kaldı mı ki “hakikate” saygılı olup olmadığını değerlendirelim. Ama bu konu da başka bir yazıya kalsın.