Hüseyin Çağlar : Emek Hareketinin Krizi ve Çözüm Olanakları

 

Yazı için kullanılan başlık birçok kişi için klişe olarak görülebilir. Daha doğrusu emekçilere yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde emek hareketini tartışmanın yeri mi denilebilir. Oysa ki tam da şimdi bu konunun, özellikle ülkemizde tekrar tekrar gündeme gelmesi ve acilen yol alınması gereken bir süreci yaşıyoruz.

15 Temmuz başarısız darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak gören ve bunu fırsata çeviren saray iktidarı emekçilere ve emek örgütlerine yönelik saldırılarını giderek artırmaktadır. OHAL gerekçe gösterilerek her türlü hak arama yöntemleri baskı ve şiddet yoluyla engellenmekte, işçi sınıfının en temel silahı olan grev OHAL gerekçe gösterilerek yasaklanmaktadır. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan OHAL’i hangi amaçla kullandıklarını TOBB’da düzenlenen bir toplantıda açıkça dile getirmekte bir beis görmemiştir. Söz konusu toplantıda Erdoğan “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum: İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de OHAL vardı, ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i.” demektedir. Erdoğan bu sözleri ifade etmemiş olsa da OHAL döneminde yaşananlar bu durumu açıklamaya yetmektedir. 

OHAL’in ilan edilmesinden bugüne 5 grev yasaklandı. AKP döneminde yasaklanan grev sayısı ise 13’e ulaştı.  Diğer yandan yine OHAL döneminde çıkarılan KHK’larla sorgusuz, sualsiz on binlerce kamu emekçisi işten atılmıştır. Bütün bu gelişmelere rağmen sendikalar yeterli tepki göstermekten uzaktır, alışagelmiş kınama ve protesto yöntemleriyle durum geçiştirilmektedir.

Elbette yaşanan bu sessizliğin en önemli gerekçesi uzun bir süredir emek hareketinde yaşanan sorunların çözülememiş olmasıdır. Bu nedenle emek örgütleri ve sendikalar acil olarak yaşanan krizin aşılması için gerekli çabanın içinde olmalıdır.

Bilindiği gibi uzunca bir süredir sadece ülkemizde değil, tüm dünyada emek/sendikal hareketin krizinden söz edilmektedir. Sendikal haklarda yaşanan gerileme ve buna bağlı olarak üye sayılarında ve örgütlenme oranlarında yaşanan düşüşler, grev sayılarındaki azalmalar, yapılan toplu sözleşme ve grevlerin başarısız olması, sendikaların ücret sendikacılığı yapıyor olmasına rağmen gerçek ücret düzeylerini bile koruyamıyor olmaları, işverenlerin esnek çalışma ile ilgili maddeleri toplu sözleşmelere sokuyor olmaları, mevcut sendikal örgütlenmeler ve sendikal pratiğin emekçiler açısından çekici gelmemesi emek/sendikal hareketin krizinin göstergeleri olarak görülmektedir.

Emekçilerin ve onların örgütlülüklerinin ekonomik, sosyal ve siyasal süreçlerde etkinliklerini giderek daha fazla yitirmeleri gibi sonuçlarla kendisini gösteren bu krizin aşılması sendikaların temel gündemini oluşturması gerekirken uzun zamandır sorun es geçilmektedir. Bu durum devam ettikçe hak kayıpları artarak sürmektedir.

Dolayısıyla emek hareketinin kendi dinamiklerini oluşturma ve saldırıları geri püskürtme konusunda yaşadığı zayıflık ve yetersizlik karşısında sol-sosyalist güçlerin durumu daha bir önem taşımaktadır.

Ancak burada bir başka sorun bulunmaktadır. Bu da emek hareketinin yaşadığı zayıflık ve yetersizliğin çözümünde aktif rol oynaması gereken Sol- sosyalist güçlerin ideolojik, politik ve örgütsel düzeyi ve bu çevrelerin emek hareketi ile kurduğu ilişkidedir.

Bilindiği gibi 12 Eylül faşist darbe döneminde örgütsel yenilgi yaşayan sol-sosyalist güçler, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan ve reel sosyalizmin yenilgisi ile sonuçlanan süreçle birlikte ideolojik hegemonyasını da kaybetmiştir. Sol-sosyalist güçler ne örgütsel olarak ne de ideolojik ve politik olarak henüz güçlenebilmiş değiller. Diğer yandan sol-sosyalist güçlerin emek hareketiyle kurduğu ilişki biçimi çoğu zaman pragmatik, araçsal ve indirgemecidir. Öyle olunca sol-sosyalist güçler bugün itibariyle emekçilerin öz deneyimlerini/güçlerini açığa çıkaracak bir noktada değildir.

Yine de yaşanan krizden çıkış olanakları sol-sosyalistlerin gösterecekleri beceri ve çabalarıyla yaratılabilir.

Emek hareketini krize sürükleyen nedenler iki başlıkta ele alınabilir:

Üretim ve emek süreçlerindeki dönüşüm ve neo-liberal politikaların işçi sınıfı ve emek örgütleri üzerindeki etkileri.

(Üretim ve emek süreçlerindeki dönüşüm ve neo-liberal politikaların emek örgütleri üzerindeki etkileri daha detaylı olarak ele alınabilir. Ancak bu yazıda sadece belirtmekle yetinilecektir)

Sendikal hareketin, üretim ve emek süreçlerindeki dönüşüme göre kendini yenilemesi ve bu dönüşüme göre çözümler bulması, yeni anlayış ve örgütlenme biçimleri geliştirmesi gerekmektedir.

Eskiden, “tipik” istihdam biçimi ve “tipik” işçi söz konusu iken “atipik” istihdam giderek artan ölçüde yaygınlaşıyor. (Part-time istihdam, kısa süreli ve geçici istihdam ve işsizlik artık daha yaygın) Birçok ülkede iktisaden aktif nüfusun çoğunluğu “atipik” işçilerden oluşmaktadır. Bu durum sayısal olarak artmasına rağmen homojen olmayan, giderek parçalanan bir sınıf yapısının oluşmasına neden olmaktadır. Sendikaların çözmesi gereken sorunların başında işçi sınıfının bu parçalı hali gelmektedir.

Sınıf içi katmanlaşma ve parçalanma uluslararası alanda da yaşanmakta ve sendikal hareket ulusal sınırlar içine giderek daha fazla hapsolmaktadır.  Bu yüzden uluslararası bir hareket olarak doğan emek hareketi günümüzde hızla millileşmektedir.

Diğer yandan, Türkiye’ye “özgü” sorun alanları ülkemiz sendikal hareketinin krizden çıkışını zorlaştırmaktadır. Türkiye’ye “özgü” sorun alanlarının başında Kürt sorunu gelmektedir. Savaşın olumsuz etkileri işçi sınıfını yeni bir kamplaşmaya itmekte, “milliyetçi eğilimler”  işçi sınıfında geniş bir taban bulabilmektedir. Diğer yandan geleneksel devlet-sendika ilişkileri sendikaların devletten bağımsız davranışını güçleştirmektedir. Yine totaliter devlet anlayışının toplumun en küçük biriminden en büyüğüne kadar hiyerarşik bir düzen oluşturması ve bu anlayışın sendikal yapılarda da güçlü olarak devam etmesi demokratik işleyişi zayıflatmaktadır.

Emek hareketi yaşadığı sorunları aşabilir mi?

Emek hareketinin yaşadığı sorunları aşması yeni bir sınıf hareketi yaratabilmesine bağlıdır. Ancak bunun için atılması gereken bir dizi adım söz konusudur.

Öncelikle şu tespitin yapılması önemlidir. Kapitalizm, yaşadığı krizi yönetebilmekte iken, emek örgütleri kendi krizini yönetememektedir.

Kapitalizmin ve sendikaların krizi, yeni olanaklar sunmakla birlikte, bu olanakların değerlendirilmesi sendikaların ve sol-sosyalist güçlerin işçi sınıfıyla kurduğu ilişkiye dönük köklü bir eleştiriyle mümkündür.

Emek hareketinin krizi sadece kapitalizmin yeni yönelimleriyle açıklanamaz. Emek örgütlerinin kendi yapıları ve işleyişleri de sorgulanmalıdır.

Öncelikle krizi aşmak için teorik ve pratik bir çaba gösterilmelidir.

Yeni bir sınıf hareketi yaratma çabası yeni politikalar ile yeni kadroları buluşturmayı esas almalıdır.

Yeni dönem emek örgütlenmesi statü, işkolu ve işyeri temelinde parçalanmış değil, tam tersine birleşik olmak zorundadır. İşçi veya memur statüsünde, farklı iş kolunda hatta farklı işyerinde çalışan tüm emekçileri ve işsizleri kapsayacak, geniş bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Emek hareketi yalnızca sendikalarla sınırlı görülmemelidir. Emekçilerin bütününe yönelik bir çalışma yürütülmelidir.

Emek hareketinin krizden kurtulmasının diğer bir yolu, yeni bir enternasyonal oluşturmaktan geçiyor. Sermayenin küreselleşmesi karşısında emekçilerin enternasyonelleşmesinden başka çıkar yolu yoktur.

Diğer yandan doğrudan kapitalizmi aşma perspektifine sahip devrimci örgüt modelleri ve mücadele yöntemleri bulunmalıdır.

Emek hareketinin yükselişi sonuç olarak politik bir yükselişe bağlı olduğuna göre, politik örgütlenme daha bir öncelik taşımaktadır.

Yazıyı Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’ da dile getirdikleri gibi bitirelim “Dünyanın bütün işçileri birleşin.”

PAYLAŞ