Barış, sömürünün, açlığın ve zulmün olmadığı bir yaşamın adıdır. Düzenli orduların savaşmıyor olması şiddetin bittiği anlamına gelmez. Toplumun bir kesiminin kültürüne konulan ipotek, farklı kimliklerin yok sayması, kadına ve çocuğa uygulanan şiddet, doğaya onarılmaz yaralar açan kar hırsı… Barış iklimini zehirliyor.
Kalıcı bir barış özlemi uzun soluklu bir mücadele olarak duruyor önümüzde. Fakat bu gün geldiğimiz noktada yaşam hakkını savunmak can alıcı bir ihtiyaç olarak duruyor önümüzde. Sınırlarımızda yükselen top sesleri, canlı- cansız bombalar, yangın yerine dönen şehirler, deniz kenarına vuran çocuk ölüleri, gencecik insanların hayattan alınmaları ile evlere düşen ateş, şehit cenazeleri, anaların farklı dillerde söylediği aynı ağıtlar… artık amasız, fakatsız silahların susması gerektiğini haykırıyor yüzümüze ve vicdanlarımıza.
İnsan öldürmek tüm yasalarda en büyük suç bütün dinlerde en büyük günahtır. Tüm söylemlerde insan hayatı kutsaldır ama körleşen ve sağırlaşan akıllarda, vicdanlarda bu duruma istisnalar üretilir durulur hep.
Fransız bilim insanı H.Laborit 1952 yılında ‘Hipotalmustan’ (ön beyin) kaynaklanan saldırganlığın önüne geçen bir madde olan ‘Klorpomazini’bulur. ”Yaratıcı İnsan” adlı kitabının bir yerinde şunları söylüyor:
“Saldırganlığımızı barındıran en eski beynimiz sürüngenlerinkine benzer. Her insanın beyninde uyuyan insansı sürüngen vardır. Üzülerek de olsa; günlük yaşamımızda bu uykunun çok kısa sürdüğünü ve sözcüklerle mantıklı söylemin aldatıcı görünümü altında, edimlerimizle davranışımızın çoğuna işte bu kocaman sürüngen beyin yön veriyor.
İnsan insanın kurdudur denir. Bu çok iyimser bir yaklaşımdır çünkü kurt sürüsündeki iki erkeğin saldırganlığı bireysel bir kapışmaya dönüşürse, yere yıkılan kurt boğazını yenene uzatır. Şah damarı hemen oracıktadır ama galip olan hiçbir zaman bu damarı pençe vurup parçalamaz.
Değer yargılarının rüzgârına kapılan sürüngen beyni, sözcüklerle zıvanadan çıkan insana, gözünü kırpmadan, en küçük bir pişmanlık duymadan türdeşini öldürtür.”
Bu bilgilerin ışığında, Şerif Erginbay ‘Barış Üzerine’ adlı makalesinin bir bölümünde şöyle diyor:
“Belki tıp bilimi, gen teknolojisi tıpkı çiçek aşısı, karma aşı vb. gibi barış aşısını keşfedebilir. Ama dünyada askerlik olduğu sürece bu aşının uygulanması zordur. Doğarken her çocuğa barış aşısı yapılsın ve saldırganlık duygusu olmayan bir nesil yetişsin diyelim; bu askerliğin kurum ve meslek olarak ortadan kalkması anlamına gelir. Demek ki böyle bir aşıya değer yargıları, yani baskın olan egemen ideoloji, egemen sistem hiçbir zaman izin vermeyecektir. Öyleyse barış aşısı sözcüklerden yapılmalıdır.”
Durum böyle olunca devreye sanat ve sözcüklerin uç beyliği olan şiir devreye giriyor ve “Hayatı bir gürültünün içinden yeniden yaratmaktır şiir.” Diyor Azer Yaran. Bu gürültünün bu karanlığın içinden şiirle, sanatla; ülkemizin yüz akı sanatçıları ve aydınlarıyla kol kola, halkların barışa olan özlemiyle çıkacağız elbet.
Ayrıca yeşil sol bir yayının yaprakları arasına sanat ve şiir serpiştirmek yakışır sanırım. Hatta bir sayfa bir köşe olursa hani…
Bu kadar şiirden söz etmişken barışa dair birkaç şiir okumak iyi gelecek hepimize:
“……………………………………………….
Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman,
Ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
Yangının eritip tükettiği yerlerde
İlk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
Ölüler rahatça uyuyabildiklerinde kaygı duymaksızın artık,
Boşa akmadığını bilerek kanlarının,
Barış budu işte.
Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
Yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
Ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
Gökyüzünün dolmasıdır içeriye.
………………………………………………………..”
Yannis RİTSOS Çev. Ataol BEHRAMOĞLU
“Barışı sever bütün çocuklar
Beştaş, saklambaç, elim sende
Bu yüzden anlamı aynıdır değişmez
Barış sözcüğünün halkın dilinde
Barış koyun çocukların adını.”
Refik DURBAŞ
“ADI KAYIP
Deniz yok olursa diyor bir çocuk
Balık kaybolursa
Ne derim benden sonraki çocuklara
İnsanlar kaybolurken gözaltlarında
Çöllerde boğulan nehirler
Ey çocuk nasıl varır okyanuslara
……………………………………………………
İnsanlar kaybedilirken ey çocuk
İnsanlık adına
Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk
Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından
Hangi mavilikler karşılar seni
Kıyılar zincir olmuş bileklerde
Dalgalar yargısız infaz Al kalemi eline çocuk Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz”
Adnan YÜCEL
“Babalar evlerine mahcup döndü her akşam
Harp içinde.
Anaların sütü kesildi,
Çocuklar ağladı,
Erkekler askere gitti.
Kadınlar bir deri bir kemik,
Harp içinde kızlar sarardı.
Savaşanlardansa bir hatıra kaldı.”
Cahit KÜLEBİ
Gürcü sofrasında ilk kadeh barış için kalkar. Yıllar önce evine konuk olduğum yaşlı bir çiftçiden öğrendim bunu. Yemeğin bir yerinde eline kadehini aldı ”Yaşasın barış! ”diyerek sürdürdü sözlerini. ”Bu topraklarda nal sesleri de tank sesleri de hiç eksik olmadı yüzyıllarca. Bu günün işgalcileri ile feodallerin zulmünde bir farklılık yok; sadece silahlarını geliştirmişler o kadar. İşgaller, yağmalar bir gün biter elbet ama gerçek barış nedir biliyor musunuz? Evin kapısını kilitlemeden uyuyabilmektir barış.” İnsanın çevresiyle uyumlu yaşamayı, güveni ve huzuru bu kadar güzel anlatan bir söz duymamıştım o güne değin.
Biz Barış için yaşam hakkı talebimizde ısrarcı olduğumuz müddetçe bu topraklarda da silahlar elbet bir gün susacak. Bu tozun dumanın içinde tüm renklerimizle, barışın gür sesini yükseltmek boynumuzun borcu ; aydın, demokrat, yurtsever, devrimci sorumluluğumuzdur . Yakın bir gelecekte kapılarımızı kilitlemeden uyuyabileceğimiz günleri görmek umuduyla…