KADINLARIN ÇIĞLIĞI ve İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

MERYEM GÜLBUDAK

Bir devlet yetkilisinin geçtiğimiz aylarda ” İstanbul Sözleşmesinden imzamızı çekebiliriz.” demeciyle doğru dürüst bilinmeyen ve uygulanmayan bu sözleşme ülkede gündem oldu. Son yıllarda özellikle son aylarda kadınlara ve kız çocuklarına yönelik taciz, tecavüz, vahşice öldürme olayları da artınca kadın örgütlerinin alanlarda “İstanbul Sözleşmesi uygulansın! “ çığlığı sık sık duyuldu. Kadınların çıkmak değil bunu tartışmıyoruz, demesine karşın yönetenlerin ve tarikatların çıkma istekleri, tartışmaları iyice alevlendirdi.

Kadın örgütlerinin yoğun çabaları, birçok kurum ve kuruluş ve muhalefet partilerinin desteği ve tanıtımıyla İstanbul Sözleşmesi’nin içerdiği konular öğrenilmeye, önemi anlaşılmaya başladı. Anlaşıldıkça destekleyenler arttı. KONDA’ nın geçtiğimiz Ağustos ayında yaptığı araştırmaya göre görüşülen kişilerin,% 84’ü sözleşmede kalınsın, derken ayrılalım diyenlerin oranı %7’e kadar düşmüş. Destekleyenlerin oranı eğitim düzeyinin yükselmesiyle de artıyormuş.

İstanbul Sözleşmesi’ni 2011 yılında Avrupa Konseyi imzaya açmış. Ülkemizdeki ilgili STK’lar süreçte yer almış. 2014’te İstanbul’da imzalanıp yürürlüğe girmiş. Türkiye, hazırlayanların içinde ve ilk imzayı atan ülke. Avrupa Konseyi üyesi 45 ülke de imzalamış. Kadınların eşitlik haklarını güvenceye alan kadına yönelik şiddetle ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleyi konu alan hukuki bağlayıcılığı da olan uluslararası önemli bir belgedir. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına karşı Şiddetin Önlenmesine Dair kanunun hazırlanmasında referans olarak alınmış, iç hukukumuzdaki uygulamaları şekillenmiş. 2011 yılında ülkede kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin azalması sözleşmenin olumlu etkilerini göstermiş.

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi diye de adlandırılan bu belge, dört temel ilkeye dayanır: Kadına ve evdekilere her türlü şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçluların kovuşturulup cezalandırılması, şiddete karşı bütüncül, etkili, eş güdümlü politikaların hazırlanıp hayata geçirilmesi… Kısaca sözleşme devlete diyor ki: Kadına ve evdekilere yönelik her türlü şiddeti önlemekle yükümlüsün. Bu konudaki politikalarını üret ve uygula. Şiddet kimden geldiyse engelle. Eskisi gibi namustu, aile meselesiydi, gibi barıştırmalar, görmezden gelmeler, saklamalar olmayacak.

Sözleşmeye karşı çıkanlar ise, genel ahlakı bozduğu, kadınlara çok hak verdiği, erkekleri mağdur ettiği, Allah rızasını gözetmediği gibi bahanelerle demeçler veriyorlar. Oysa sözleşme, şiddet gören ezilen herkesi kapsıyor. Özellikle mağdurların haklarını korumaya yöneliktir. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi ve başka bir görüş ulusal ya da sosyal köken, cinsel yönelim, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteciyi ayırmadan hepsini şiddete karşı koruma gibi özel tedbirler yer alıyor. Sözleşmeye göre bu durum ayrımcılık sayılmıyor.

Birçok ülkenin anayasası kadınla erkeği eşit vatandaş olarak kabul etse de bu eşitlik yüzyıllardır sağlanamamış; kadınlara yönelik ayrımcılık hiç bitmemiş; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel alanlarda yaşanagelmiştir. Cinsiyetleri kadınların başına bela olmuş; başta fiziksel, ruhsal, psikolojik ve ekonomik şiddeti yüzyıllardır her sistemde her ülkede yaşamışlardır.

Araştırmalar, bizde iki bin yılından beri şiddetin dozunun ve kadın cinayetlerinin iyice arttığını gösteriyor. Neredeyse her gün üç beş kadın eski eşi, sevgilisi, babası, kardeşleri ya da hiç tanımadıkları biri tarafından evde sokakta, iş yerinde katledilmişlerdir. Ankara’da tecavüz edilerek bir plazanın yirminci katından atılan Şule Çet’ i, Ordu’da apartmanın girişinde tanımadığı bir cani tarafından bıçaklanan Ceren Özdemir’i, Muğla’da kaçırılıp yakılan üstüne beton dökülen Pınar Gültekin’i Batman’ da tecavüz edildikten sonra bu saldırıya dayanamayıp intihar eden ve ölen İpek Er’i, Tunceli’ de aylardır kayıp öğrenci Gülistan Doku’yu onların nasıl vahşice öldürüldüğünü, kaybolduğunu bütün ülke şaşarak, vicdanlarımız sızlayarak medyadan izledik. Daha önce Güldünya’ nın, barış gelini Pippa’nın, Özgecan’ın erkek şiddetiyle katledilmelerini hiç unutmadık. Ülkemin kadınlarına savaş açılmış gibi öldürmeler sürüyor bugün de.

Kadınlara yönelik bu kadar şiddeti uygulayanlar bu cesareti nereden alıyor? İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, kadını ikinci cins, değersiz, zayıf gören anlayışın neden olduğu görüşünde. Çünkü geri, eril inançlardan, erkekleri koruyan yargıdan, çoğu saldırının cezasız kalışından, kadınların başlarına gelen belaları anlatamayışından, ortaçağdan kalma aile, töre, namus anlayışlarından ve bu erkek egemen sistemden alıyorlar. En çok da İstanbul Sözleşmesinin uygulanmayışından.2014’ten beri sözleşme hükümleri uygulansaydı yukarıda adları geçenlerle eril şiddetle katledilen binlerce kadın yaşıyor olacaktı bugün.

1979’da Birleşmiş Milletlerce hazırlanan Türkiye’nin de imzaladığı cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesini ve ayrımcılığı ortadan kaldırmayı amaçlayan “ Kadınların insan Hakları Sözleşmesi CEDAW’ın” bilinmemesinden, uygulanmamasından da cesaret alıyor şiddet uygulayanlar. Ve ülkemin kadınlarına kız çocuklarına hayatı dar ediyor en temel hakkı yaşama hakkını elinden alıyor şimdi bu ataerkil, acımasız anlayışlar ve düzen.

Bu yüzden kadınlar eylemlerde bağırıyor, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa, CEDAW uygulansın, “Yaşamak İstiyoruz, ölmek istemiyoruz! ”diye.

İstanbul Sözleşmesinde işaret edilen toplumsal cinsiyet rolleri toplumumuzda bir mercek görevi görüyor. Ülkemiz kültüründe kadına biçilen rol; özel alanda evde yaşamak, anne olmak, çocuk doğurup büyütmek, hasta bakmak, evdeki sayısız işi, karşılıksız yıllarca aylığı, sigortası, emekliliği, tatili olmadan yapmak… Kadınlık görevlerini yerine getirirken bir tükenmişliği yaşamak. Yumuşak huylu, itaatkar olmak, eğitimsiz kalmak, zorla ya da çocuk yaşta evlendirilmek, baba, koca, kardeş, sevgili, patron elinde her türlü şiddeti yaşayabilmektir. Karşı çıkarsa, itaat etmezse taciz, tecavüz, hatta işkenceyle ölümü yaşamaktır. Hem ekonomik hem ruhsal yönden zayıf yetişmektir.

Erkeklere biçilen rol ise; kıymetli, güçlü, mantıklı, kamuda her türlü alanda çalışıp söz sahibi olmak, siyasette ve başka alanlarda kariyer sahibi, kadınlara hükmeden, onlara her türlü kötülüğe hakkı olan bireyler olmaktır. Bizdeki toplumsal cinsiyet halleri böyle…

Yukarıda anlatılan durumlar ve anlayışlar nedeniyle bugün taciz, tecavüz, itibarsızlaştırma, mobbing, yoksulluk, yoksunluk, her çeşit şiddet, güvensiz yaşam, eşitsiz uygulamalar, işkence ve öldürme her alanda evde, sokakta, yollarda kadınların karşısına çıkıyor.

İstanbul Sözleşmesi’ nden vazgeçmek kadınları, evde işyerinde, sokakta, şiddet karşısında korumasız hale getirmek demek. Kamu gücünü, kadınların ihtiyaç duyduğu önleme, koruma, cezalandırma ve politika sorumluluğundan uzaklaştırmaktır. Bu sorumluluk ortadan kalkarsa kadınlar daha çok şiddete uğrayacak, daha fazla kadın ölecek… Ölüm tehlikesi olan kadını güvenlik kuvvetlerinin korumaması, kadınların sığınacak bir yer bulamaması, şiddet mağdurlarının her bakımdan zayıf kalmasıdır.

Çocuk istismarının, kadına şiddet ve kıyımın artığı böylesi dönemde sözleşmenin kadınların ve çocukların hayatını kurtarma aracı olarak görülüp uygulanması gerekirken, sözleşmeden çekilmek, şiddeti onaylamak ve artmasına sebep olmaktır. Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) bu konuda hükümete sunduğu talepler durumun aciliyetini ve önemini anlatmaktadır:

“ 1)Eşit yurttaşlık hakkımızı aşındırmaktan vazgeçin.

2)Kazanılmış haklarımızı tehdit eden söylem ve girişimlere son verin

3)Evde, işte, sokakta tüm toplumsal yaşamda şiddetsiz bir yaşam sürme hakkımız için acil eylem planı uygulayın.

4)Eğitimi eşitlikçi, ayrımcılıktan uzak, bilimsel parasız hale getirin.

5)Eşit istihdam, kreş ve iş yerinde şiddeti önleme mekanizmaları için politikalar uygulayın.

Biz kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nin tek bir maddesinden vazgeçmiyoruz. Tam ve etkin uygulanmasını istiyoruz.”

İstanbul Sözleşmesi kadınlar için çok önemli bir kazanım. Kentlere göçle, haber, bilgi ve deneyimde ortaklaşıldı. Kadınlar şimdi bilinçlendikçe her kesimde özellikle gençlerde sözleşmeye destek artmaktadır. Yine de kazanılan bu hakkı korumak için mücadele gerekiyor. Yasaların ve sözleşmelerin varlığı yetmiyor önemli olan uygulanmasıdır. Şimdi gerekli olan sözleşmelerin aktif olarak uygulanmasıdır.

  • Bu yazı Edebiyat Nöbeti Dergisi Kasım-Aralık 2020 sayısı için kaleme alındı.
PAYLAŞ