
Korona salgınının tüm dünyada yaşamı derinden etkilediği günlerde, temel ihtiyaçların karşılanmasında ve sağlık sistemlerinde başarısız olan hükümetler, fosil yakıta dayalı ekonomilerin çarklarının dönmesi için “evde kalamayan” işçileri salgının içine atarken, bir yandan da daha fazla yakıt için yerin altını üstüne getirmeye devam ettiler. İşte bu fosil yakıtları için 2020’de Doğu Akdeniz’de yaşanan askeri gerilim ve Türkiye’nin Karadeniz’deki yeni gaz keşfine karşı 25 Eylül 6. Uluslararası İklim Grevi gününde başlatılan Kazma Bırak (Yunanistan’daki adıyla – Μας σκάβουν τον λάκκο – “Mezarımızı Kazıyorlar”) kampanyası hızla Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’tan çeşitli politik yapıların ve çevre örgütlerinin ilgisini çekti. Eylül’den bu yana çeşitli çevrimiçi etkinlikler, site ve sosyal medya üzerinden yapılan bilgilendirme faaliyetleri ve genişleme çalışmalarını sürdüren, her bir ülkede oluşturulmuş ulusal koordinasyonlar 26 Ocak 1996’daki Kardak/Imia krizinin yıl dönümünde tüm bölge halklarını barış ve iklim adaleti için birlikte mücadele etmeye çağıran geniş katılımlı ortak bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.
25 Ocak’ta yaklaşık 5 yıl aranın ardından Yunanistan ve Türkiye arasında başlayan istikşafi görüşmelerin hemen ardından gerçekleşen bu toplantıyla Kazma Bırak kampanyası bileşenleri, halklar arasında kışkırtılan milliyetçilik, yıkıcı kapitalist madencilik, iklim krizi, savaş ve bölgesel siyaset konularında ortak tutumlarını ortaya koydular.
Video kayıtları ile ülke bileşenleri adına okunan açıklamalarda sözü önce Türkiye’den Onur Yılmaz aldı. Her açıdan sıradışı tarihsel bir dönemden geçildiğini belirten Yılmaz açıklamasında: “Ekonomik, politik, ideolojik, toplumsal, sebepleri ve sonuçları iç içe geçmiş tüm bu derin krizlerin belki de en keskin ve belirleyici olanını ise, şu an için günlük yaşam pratiklerimizi kökten değiştiren koronavirüs salgınının da bir sonucu olduğu küresel ekolojik çöküş oluşturuyor,” vurgusunu yaptı. Sınır tanımayan eko-kırım projelerine karşı enternasyonal mücadelenin şart olduğunu kaydeden Yılmaz ayrıca, “AB bir yandan sahte azaltım planlarıyla dolu bir yeşil yıkama programı olan Yeşil Mutabakatı kabul etmiş diğer yandan ise fosil yakıt boru hattı EastMed projesine kaynak ayırmaya devam etmektedir. Kazma Bırak kampanyası sermayenin kurallarına göre işleyen bu uluslararası emperyalist patronajı ve siyaseti reddederek doğanın ve onun bir parçası olan toplumun hakkını savunuyor,” diye belirtti. Açıklama halklara kampanyaya katılma ve Ekim’deki depremde olduğu gibi halkların birlikte mücadelesi için yapılan çağrı ile sona erdi.
Yunanistan’dan açıklamayı okuyan Emmanuela Terzopoulou ise sözlerine Akdeniz ve Ege Denizi’nin halkları bölen değil, birleştiren bir deniz olduğunu belirterek başladı. “Ulusal çıkar” yalanıyla kâr için girişilen EastMed’in ve Akdeniz’de hidrokarbonların çıkartılmasının yaratacağı çevresel tahribata dikkat çeken Emmanuela, “sadece denizler değil, kıyılar için de hesap edilemez olacak, deniz ve kıyılardaki biyoçeşitlilik etkilenecektir. Akdeniz halklarının turizm ve balıkçılık gibi geleneksel istihdam alanlarına zarar verecektir,” diye belirtti. Son 6 yılın kaydedilen en sıcak yıllar olduğunu söyleyen ve pek çok açıdan yaşanacak ekolojik sorunları sıralayan Emmanuela, “Neoliberal kapitalist model kazanacak olanların, çokuluslu petrol şirketleri, savaş endüstrisi ve büyük güçler ile daha küçük bölgesel güçlere hizmet eden çıkar odakları olacağına dair şüphe bırakmıyor. Bir soğuk savaş ikliminin yaratılması ya da sıcak savaş yoluyla olsa da insanları ve doğayı kâr kaynağı olarak görenler bunlardır,” diye ekledi. Açıklamasının son kısmında ise “bizlerin… paylaşım kavgasına girecek rezervleri yok. Tersine çevrenin korunması ve barış için kaygı duyuyor ve mücadele ediyoruz.” sözlerine yer verdi.
Kampanyanın Kıbrıs ayağından ses iki dilli olarak yükseldi. Önce sözü Myrto Skouroupathi aldı ve doğal gazın daha “çevreci” bir fosil yakıt olarak sunulmasına karşı bilimsel gerçekleri ortaya koydu. Sonrasında ise EastMed projesinin ve Kıbrıs’ın gaz arama faaliyetlerinin hukuki açıdan sorunlu yanlarına dikkat çekti: “Ana çıkarma parselleri, Eratosthenis deniz dağı ile aynı bölgede yer alıyor. Burası, Balıkçılığa Sınırlandırılmış Alan’dır ve Akdeniz Özel Öneme Sahip Korunan Alanlar (SPAMI) listesi için öncelikli bir yerdir… Yapılan Çevresel Etki Değerlendirmelerinin hiçbiri ulusal güvenlik bahanesiyle kamuya açıklanmamaktadır. Çevresel etkilerin bu şekilde gizlenmesi, Aarhus Sözleşmesi’ne göre uluslararası olarak korunan ‘bilgiye erişim hakkı’na aykırıdır,” diye belirtti. Myrto, ayrıca çıkarılan gazın Kıbrıs adasında şu an Kıbrıslı Rumların yaşadığı, ancak tarihsel olarak Kıbrıslı Türklerin bir köyü olan Mari’nin yanına inşa edilecek bir enerji merkezine taşınacağını belirtti ve “bu karar ırkçı çevresel uygulamalara çok benziyor” diye ekledi. Akdeniz’deki fosil arama faaliyetlerinin “adanın turizm ve balıkçılığa bağımlı olan binlerce sakininin geçim kaynağı”nı potansiyel bir kaza tehdidi altında bıraktığını ve bunun “aynı zamanda Akdeniz’in tüm deniz ekosistemine onarılamaz şekilde zarar verebileceğini” kaydetti.
Myrto’nun ardından Kıbrıs’tan Murat Kanatlı açıklamasına Kıbrıs’ta yaşayan toplum arasında kışkırtılan düşmanlığın tarihine değinerek başladı. Güncel durumda ise “doğal gaz aramalarındaki süreç askeri gerginliği artırmakta, artan gerginlik de milliyetçiliği büyütmekte, toplumlararası güveni ortadan kaldırmaktadır,” diye belirterek Kazma Bırak kampanyası ile “diğer birçok gerekçe yanında bu nedenle de doğal gaz aramalarına son verilmelidir,” talebini yükselttiklerini belirtti. Kanatlı, son dönemde yaşananların ardından “adadaki gerginlik o kadar ciddi bir boyuta geldi ki 2020 yazında seferberliğe çağrılan rütbeli Kıbrıslı Rumlara her an silah altına çağrılabileceklerine dair belgeler de tebliğ edildi. Adada savaş hali de üst seviyeye çıktı,” diye kaydetti. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin farklı ülkelerle yaptığı askeri anlaşmalara dikkat çeken Kanatlı, “Bir süre önce EastMed Doğu Akdeniz Boru hattı da gerekçe gösterilerek İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan AB içindeki diğer ülkelerin de desteği ile askeri bir blok oluşturmuşlardır. Daha sonra bu ortaklık Doğu Akdeniz Gaz Formuna dönmüştür. Böylesi yapılanmaların askeri faaliyetlerinin bölgenin istikrasız yapısını daha da bozacağı rahatlıkla söylenebilir.” diyerek fosil gazın Doğu Akdeniz’de barıştan uzaklaştırıcı etkisine dikkat çekti.
Açıklamaların ardından her ülkeden konuşmacılar katılımcıların ve basın mensuplarının sorularını konuşmacıların sorularını cevapladılar. Türkiye’deki madencilik faaliyetleri, ekoloji mücadelesinin güncel durumu, Akdeniz’de fosil yakıtlara önerilen alternatifler, Akkuyu nükleer enerji santrali ve Mısır’ın kurmayı planladığı nükleer santrale karşı da benzer bir mücadelenin örgütlenmesi ihtiyacı, Yunanistan ve Türkiye’deki ekoloji mücadelesi yürütenlerin ortak eylemler örgütlemesi isteği, özellikle Filistin halkı başta olmak üzere Doğu Akdeniz’deki diğer halkların da bu mücadelenin parçası olması gerektiği ve kampanyanın sonraki adımlarına dair soru ve katkılarla toplantı 1,5 saat kadar sürdü. Konuşmacılar tüm bölge halklarını kirli enerji projelerinin yürüten devlet ve şirketlere karşı birlikte mücadele etmeye ve kampanyayı büyütmeye çağırdı ve kampanyanın sonraki adımlarının Şubat’ta düzenlenmesi planlanan daha geniş bir sempozyum olduğu belirtildi.
Yeşil Sol İklim Kriizi Çalışma Grubumuz bir Kazma Bırak Bileşenidir
- Toplantı fotoğrafı:
- https://drive.google.com/file/d/1zxHJULWrCbXGfP3yXiLv3hAjtCKFfRvq/view?usp=drivesdk
- Basın açıklaması videoları ve tüm toplantının kaydı:
https://www.facebook.com/events/228197645524791
- Kampanya sitesi ve sosyal medya hesapları:
https://www.facebook.com/kazmabirak
https://www.facebook.com/noextractionsnowar
https://www.instagram.com/kazmabirak
- Kazma Bırak Kampanyası tanıtım broşürü:
https://drive.google.com/file/d/1juseBuuOhzVvLqwkZYfcazdTkCAj9Kfg/view
https://docs.google.com/document/d/1JCBdiix-I4RZCOJOpDW07TwXmsikb7Q6-YP66cvZFQ4/edit (broşür metni)
Açıklamaların tam metinleri:
Onur Yılmaz – Türkiye
Değerli basın emekçileri ve bölgemizde barışa ve huzura susamış halklarımız,
Her açıdan sıradışı bir tarihsel dönemden geçiyoruz. Yerin üstü adeta yerin altındaki kızgın magma gibi kaynıyor. Dünya belki ezilen ve sömürü altında yaşamak zorunda bırakılan insanlar için hiçbir zaman iyi bir yer değildi, ancak bir süredir canımızı almak için yarışa girmiş gibi duran küresel kapitalist sistemin neden olduğu krizlerin ardı arkası kesilmiyor.
Ekonomik, politik, ideolojik, toplumsal, sebepleri ve sonuçları iç içe geçmiş tüm bu derin krizlerin belki de en keskin ve belirleyici olanını ise, şu an için günlük yaşam pratiklerimizi kökten değiştiren koronavirüs salgınının da bir sonucu olduğu küresel ekolojik çöküş oluşturuyor. Geçim kaynaklarını, barınma şartlarını, kısacası hayatta kalma olanaklarını kaybeden emekçi insanlar bu ekolojik çöküşün sonuçlarını ekosistemlerin tahribatı ve iklim kriziyle deneyimliyorlar. Görülmemiş şiddette fırtına ve seller ile içme suyumuzun dahi tehlikeye düştüğü kuraklık birlikte yaşanıyor. Rekorlar kıran mevsimsel sıcaklık değerleri ile Ocak ayında çiçek açan ağaçlar yüzümüzü güldürmek yerine korkutucu bir his bırakıyor. Dünyanın dört bir yanında, ama özellikle de yoksul ülkelerdeki kırılgan ekonomi ve ekosistemlerin ekolojik çöküş ve iklim kriziyle mahvolması sonucu yollara düşmek zorunda kalan yüzbinlerce insan Akdeniz ve Ege Denizi’nde can veriyor.
Bizler, bu yıkımın sonuçlarına gözlerini kapamayan tüm yaşam savunucuları olarak devletlerin ve şirketlerin ekolojik çöküşü ve iklim krizini şiddetlendirecek, faaliyetleri boyunca emek sömürüsüne dayanacak her türden projelerine karşı çıkmak için mücadele yürütüyoruz. Ve bu kez, seslerimizi, 25 Eylül günü ilan ettiğimiz kampanya ile Türk devletinin geçtiğimiz Ağustos ayında müjdeleyerek duyurduğu Karadeniz’deki fosil gazına, Akdeniz’de alan paylaşımı üzerinden sürekli askeri gerginliğe neden olan, tüm ülkelerin fosil yakıt arama faaliyetlerine ve şu an devam eden EastMed boru hattı projesine karşı birleştirdik: iklim adaleti ve barış için fosil yakıtları “Kazma Bırak!” talebimizi yükselttik. Çağrımız Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ın ötesinde de destek buldu, ekoloji mücadelesi yürüten pek çok yapı kampanyanın parçası oldu ve bizi bugün burada yan yana getiren bir ağı birlikte kurmuş olduk.
Ege’nin iki yakasındaki Türkiye ve Yunanistan halkları ile Kıbrıs’ta yaşayan iki halk, bundan 25 yıl önce yine bugün Kardak (Imia) krizi denilen bir başka askeri gerginlik ile karşı karşıya getirilmeye çalışılmıştı. Ancak ne o gün ne de hiçbir zaman halkları birbirine düşman etmeye çalışan ırkçılar ve savaş çığırtkanları başarılı olamayacak. Aynı coğrafyada yaşayanlar olarak kaderlerimiz ortak. Doğada ülke sınırları yok, münhasır ekonomik bölgeler yok. Yok olan canlılar, tahrip edilen deniz tabanı, ısınan hava, kirlenen su, artık daha az ürün veren topraklar işte bu sınır tanımaz eko-kırım projelerine karşı enternasyonal bir mücadeleyi zorunlu kılıyor.
ABD, AB, Rusya, Çin ve diğer uluslararası güçler dünyanın dört bir yanında giriştikleri paylaşım mücadelesini hem doğrudan hem de bölge ülkelerini silahlandırma ve ekonomik ilişkiler yoluyla Akdeniz’e de taşırken, AB bir yandan sahte azaltım planlarıyla dolu bir yeşil yıkama programı olan Yeşil Mutabakatı kabul etmiş diğer yandan ise fosil yakıt boru hattı EastMed projesine kaynak ayırmaya devam etmektedir. Kazma Bırak kampanyası sermayenin kurallarına göre işleyen bu uluslararası emperyalist patronajı ve siyaseti reddederek doğanın ve onun bir parçası olan toplumun hakkını savunuyor.
Daha dün Türk ve Yunan devletlerinin dışişleri bakanları 1996 Kardak krizinin ardından başlayan kesintili istikşafi görüşmelerde 2016’dan sonra ilk kez tekrar bir araya geldiler. Ve bir kez daha gördük ki yeri geldiğinde halklar arasında düşmanlığı körükleyen bu “ulusal çıkar” kisvesi altındaki siyasi yaklaşımın bize vereceği hiçbir şey yok. Anlaşsınlar ya da anlaşamasınlar bu toplantılardan doğaya daha fazla zarardan başka bir şey çıkmaz.
Bugüne kadar fosil yakıt çıkaran hiçbir ülkede elde edilen ekonomik kaynak halkın ortak refahı için kullanılmadı, bir avuç kapitalistin cebini doldurdu. Akdeniz ve Karadeniz’deki gaz ve petrol için de durum budur. Ülkelerimizi derin ekonomik darboğaza sokarak bizi işsizlik ve açlığa mahkum edenler işte bu gaz ve petrol üzerinden savaş siyaseti yürütenlerdir. Bu nedenle çağrımızı bizimle birlikte mücadele etmeye çağırdığımız tüm insanlara yapıyoruz. Gelin, hep birlikte barış için, iklim adaleti için, “Kazma Bırak!” talebimizi onlara dayatalım. Kampanyaya imzacı olun, yaygınlaştırın, kampanya imzacısı örgütlere katılın, sesimizi sokağa taşıyın.
Ekolojik çöküşün ve iklim krizinin etkilerini bugün bu basın açıklamasını birlikte yaptığımız Yunan ve Kıbrıslı dostlarımızla el ele aşacağız, Ekim ayında yaşadığımız depremde olduğu gibi yaralarımızı birlikte saracağız. Ve bu birlikte mücadeleyi sözün ötesine taşıyarak kalıcı yapılarla, yürüttüğümüz kampanyalarla hayata geçireceğiz.
Bir kez daha yineliyoruz: İklim krizini durdurmak için tüm devletlerin fosil yakıt arama faaliyetlerine karşı “Fosil yakıtları kazma bırak, yeraltında kalsın!”
Emmanuela Terzopoulou – Yunanistan
Merhaba arkadaşlar,
Türkiye ve Kıbrıslı kardeşlerimizle buradayız, çünkü Akdeniz ve Ege Denizi’nin bizi bölen denizler değil, bizi birleştiren denizler olduğunu düşünüyoruz. Doğu Akdeniz’de meydana gelen bir suçu durdurmak için buradayız.
Hükümetlerimiz savaş gemilerini Akdeniz’e çıkartsalar da, görüşme masasına otursalar da bir şey açık: Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz rezervlerinin kontrolü için aralarında söz konusu olan rekabet, barış için de çevre için de tehlikeli bir tehdit olmaya devam ediyor.
Riyakârlıklarının haddi hesabı yok!
Ülkelerimiz bir yandan karbondioksit salımlarının azaltılması ve iklim değişikliğini göğüslemek için düzenlenen uluslararası toplantılara katılırken;
Denizde en küçük kayalıktan ayak basılmamış dağ zirvelerine kadar, buralardaki ekosistemleri tahrip eden endüstriyel ölçekte yenilenebilir enerji projeleri hayata geçirirken;
Bunlar ve benzerleri bizlere iklimin korunması için “yeşil” çözümler olarak pazarlanırken;
Bu aynı ülkeler aynı zamanda:
En büyük deniz altı doğal gaz boru hattı olan EastMed’den kâr payı almaya çalışıyorlar.
Münhasır Ekonomik Bölgelerin kontrolü, yani Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerini işletmek için neredeyse bir savaş çıkartıyorlardı!
Bizleri bilinen ve henüz bilinmeyen rezervlerin işletilmesinin Akdeniz’deki halkların refahını sağlayacağına ikna etmeye çalışıyorlar. Bizleri bu rezervlerin kontrol edilip işletilmesinin her ülkenin “ulusal çıkarı” olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Yalan söylüyorlar. Petrol hiçbir petrol üreten ülkenin halkına refah getirmemiştir. Tersine çevresel felaketlere, yolsuzluklara ve otoriter yönetimlere neden olmuştur.
Akdeniz halkları olarak hidrokarbonların çıkartılmasından kazanacağımız hiçbir şey yok. Çıkarımız temiz bir gezegende barış içerisinde bir arada yaşamaktır. Çıkarımız çevrenin korunması, insana ve doğadaki tüm canlılara karşı saygı, aramıza inşa edilmeye çalışılan milliyetçilik duvarlarını yıkmak, dayanışma ve barışın savunulmasıdır.
Çünkü doğanın talan edilmesi ve çevresel yıkım, dünyadaki insan dahil tüm türlerin hayatını tehdit ediyor. Son 6 yıl, insanlık tarihinin en sıcak seneleri olarak kayıt altına alındı. Doğanın kâr için sömürülmesinin sonuçları, gezegenin ısısının artması ve buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve dolayısıyla sahil bölgelerinin tehdit altında oluşu, buzullar içerisinde mahsur kalmış yeni virüslerin açığa çıkması, çölleşme, ani doğa olaylarının yoğunlaşması, seller ve yangınlar, ormanların ve ekosistemlerin ortadan kalkması, biyoçeşitliliğin azalması, atmosfer ve su kaynaklarının kirlenmesi, yeni hastalıkların ortaya çıkması, iklim değişikliği kaynaklı göçün artışıdır.
EastMed’in ve Akdeniz’de hidrokarbonların çıkartılmasının yaratacağı çevresel tahribat, sadece denizler değil, kıyılar için de hesap edilemez olacak, deniz ve kıyılardaki biyoçeşitlilik etkilenecektir. Akdeniz halklarının turizm ve balıkçılık gibi geleneksel istihdam alanlarına zarar verecektir.
Tehlike, tüm bunlar bizimki gibi bir deprem bölgesinde yaşanınca tam bir kâbusa dönüşüyor.
Ancak rezervlerin işletilmesinden refaha erecek olanlar da var. Neoliberal kapitalist model kazanacak olanların, çokuluslu petrol şirketleri, savaş endüstrisi ve büyük güçler ile daha küçük bölgesel güçlere hizmet eden çıkar odakları olacağına dair şüphe bırakmıyor. Bir soğuk savaş ikliminin yaratılması ya da sıcak savaş yoluyla olsa da insanları ve doğayı kâr kaynağı olarak görenler bunlardır.
Yunanistan’da, “barış” zamanında 2021 bütçesi silahlanma harcamalarının Rafalle ve F35 alımlarıyla % 30 oranında artırılmasını öngörürken (2020’de 3.8 milyardan 2021’de 5.4 milyara) pandemi döneminde olunmasına rağmen sağlık harcamaları % 16 oranında azaltılıyor!!!
En büyük kâbus ise ülkelerimiz arasında, bütün Doğu Akdeniz bölgesini kontrol edilemez bir yangına sürükleyebilecek olan savaş tehlikesidir. İhtilafa büyük güçlerin (AB, ABD, Rusya vs.) ve bölgesel güçlerin (İsrail, Libya, Mısır, BAE vs.) dahli korkuya neden oluyor. Hepsi, askeri tatbikatlara doğrudan katılarak ya da silah satışları yaparak veya “diplomatik arabuluculuk” yoluyla Doğu Akdeniz’in kontrolünden pay almak istiyor.
Enerji ihtiyacının sürekli arttığı mazereti, devamlı olarak artan enerji fiyatlarını karşılayamayan halkları alakâdar etmiyor. Bu daha çok, üretim sürecinde doğa için sonuçlarını gözardı ederek, insan için değil, sürekli daha fazla kâr için enerjiyi israf eden gri ya da sözde yeşil yatırımcıları ilgilendiriyor.
Bizlerin, çevre hareketleri ve Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’ın kardeş halklarının paylaşım kavgasına girecek rezervleri yok. Tersine çevrenin korunması ve barış için kaygı duyuyor ve mücadele ediyoruz.
Bu nedenle Doğu Akdeniz’de madencilik ve savaş kâbusunu önlemek için seslerimizi birleştiriyoruz.
Bunun için bizimle aynı kaygıları paylaşan tüm örgüt ve duyarlı bireyleri güçlerini bizimle birleştirmeye davet ediyoruz.
Bu nedenle ısrar ediyoruz:
Hidrokarbonları denizin ve yerin altında bırakın!
Çevresel yıkımı ve savaş hazırlıklarını durdurun!
Myrto Skouroupathi – Kıbrıs
Kıbrıs’ta, enerji açısından izole bir ada olduğu için fosil gazı, teorik olarak daha kirletici ağır petrol ithalatına olan bağımlılığımızdan kurtulmanın ve böylece aynı zamanda emisyonlarımızı azaltmanın bir yolu olarak sunuluyor.
Oysa teorik olarak daha kirletici çünkü hükümetler çok rahatlıkla fosil gazı emisyonlarını yalnızca yanma sırasında hesaplamayı seçiyorlar. Gerçekte, gazın %5’inden fazlası çıkarma ve nakliye sırasında sızabilir. Sızan metan elbette karbondioksitten çok daha güçlü bir sera gazıdır. Bu nedenle, yaşam döngüsü boyunca doğal gaz herhangi bir çevresel fayda sağlamaz.
Bu, Sayın Anastadiades’i, ülkemizin Doğu Akdeniz bölgesinde iklim değişikliği araştırmalarında öncü bir rol üstleneceğini açıklamaktan caydırmamakta. Sonuçta, bölgemizin iklim değişikliğinin etkilerini küresel ortalamadan çok daha yoğun yaşayacağı ve bu nedenle bir “sıcak nokta” olduğu biliniyor. Dahası, fosil gazı temel alan, ancak aynı zamanda bilime göre emisyon azaltımı için muhafazakar hedeflere dahi ulaşamayan 2030 İklim Planı’nı onaylıyor ve teşvik ediyor.
İklim değişikliğinin yanı sıra, Kıbrıs’ta fosil gaz çıkarılması doğal çevreyi büyük tehlikeye atıyor. Ana çıkarma parselleri, Eratosthenis deniz dağı ile aynı bölgede yer alıyor. Burası, Balıkçılığa Sınırlandırılmış Alan’dır ve Akdeniz Özel Öneme Sahip Korunan Alanlar (SPAMI) listesi için öncelikli bir yerdir. Tabi ki, Stratejik Çevre Değerlendirmesi eksik olduğundan, kamuoyu görüşü alınmadan yapıldığından ve tek amacı maden çıkarma izinlerinin hızlıca onaylanması olduğundan fosil yakıt çıkarmanın gerçek etkilerini bilemeyiz. Yapılan Çevresel Etki Değerlendirmelerinin hiçbiri ulusal güvenlik bahanesiyle kamuya açıklanmamaktadır. Çevresel etkilerin bu şekilde gizlenmesi, Aarhus Sözleşmesi’ne göre uluslararası olarak korunan “bilgiye erişim hakkı”na aykırıdır.
Fosil gazı için tüm arazi altyapısının halihazırda çevre açısından yüklü Vasilikos bölgesinde inşa edileceğini belirtmek önemli olacaktır. Enerji merkezi günümüzde yerlerinden edilmiş Kıbrıslı Rumların yaşadığı, tarihsel olarak Kıbrıslı Türklerin bir köyü olan Mari’nin yanına inşa edilecek. Bu karar ırkçı çevresel uygulamalara çok benziyor.
Son olarak, adanın turizm ve balıkçılığa bağımlı olan binlerce sakininin geçim kaynağı potansiyel bir kaza nedeniyle sürekli tehdit altındadır ve bu aynı zamanda Akdeniz’in tüm deniz ekosistemine onarılamaz şekilde zarar verebilir. Bu, Akdeniz’deki 200 platformdan birinde kaza olasılığının Akdeniz’in kırılgan ekosistemi ve ekonomisi için büyük bir tehdit olduğundan bahseden Çevre Bakanlığı tarafından kabul edilmektedir.
Açıktır ki, hidrokarbonların çıkarılmasının olumsuz etkileri, adadaki tüm sakinlerin çevresine ve yaşam kalitelerine olası faydalarından daha ağır basmaktadır. Aynı zamanda, bölgedeki yönetici seçkinlerin çatışan çıkarları, anlaşmazlık ve öfke eken bir konudur. İşte bu nedenlerle, hidrokarbon çıkarılmasına ve savaşa karşı Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’da bu kampanyayı birlikte başlattık.
Murat Kanatlı – Kıbrıs
1955 yılında başlayan sömürge karşıtı silahlı hareket, toplumlararası silahlı çatışmalara, toplumların kendi içinde silahlı çatışmalarına, en son da bir garantör ülkenin desteği ile askeri darbeye oradan da bir garantör ülkenin fiili olarak askeri bir operasyona girişmesi ile Kıbrıs’taki bugünkü durum oluştu. Adada, Ağustos 1974’ten beri bir antlaşmaya dayanmayan ateşkes söz konusudur. Ada tüm yaşananlarla beraber metre kareye en fazla silahlı biriminin düştüğü coğrafyalardan biri konumundadır.
Bunun yanında çok uzun bir zamandır da toplumlararası görüşmeler sürmektedir. Yeni doğal gaz yataklarının keşfi ile beraber, bazı kesimler buradan elde edilecek finans ile çözüm sürecinin mali olarak desteklenebileceğini iddia etmektedir. Barış için gaz tamamıyla bir illüzyondur… Doğal gaz aramalarındaki süreç askeri gerginliği artırmakta, artan gerginlik de milliyetçiliği büyütmekte, toplumlararası güveni ortadan kaldırmaktadır, diğer birçok gerekçe yanında bu nedenle de doğal gaz aramalarına son verilmelidir.
Bu bir slogan veya basit bir kaygıya dayanan altı boş talep değildir.
Parsellerin arama izni için ihaleye çıkılma sürecinden başlayarak, taraflar arasındaki askeri gerginlik artmaya başladı. Türkiye adanın kuzeyinde askeri varlığını güncellemiş, dronlar, İHA’lar göndermiş, bölgeye de savaş gemileri sevk etmiştir. Zaten adada taraflar arasında doğrudan bir ateşkes antlaşması olmadığı için durumun ne kadar kırılgan olduğunu tahmin etmek zor değildir.
2018 yılında Türkiye savaş gemileri direk olarak İtalyan şirketine müdahale ederek bölgeden uzaklaşmasını sağladı, sonrasında da savaş gemileri ve araştırma gemileri birbirlerine tehlikeli şekilde yaklaşmaya devam etti yani tehdit yalnızca bir olasılık değil, temas noktasına gelecek kadar yakınlaşmış durumdadır.
Adadaki gerginlik o kadar ciddi bir boyuta geldi ki 2020 yazında seferberliğe çağrılan rütbeli Kıbrıslı Rumlara her an silah altına çağrılabileceklerine dair belgeler de tebliğ edildi. Adada savaş hali de üst seviyeye çıktı.
Türkiye’nin içine girmiş olduğu siyasi süreç, Kıbrıslı Rum liderliğin sermaye ile çıkara ve yozlaşmaya dayanan bağlantıları ile düşünüldüğünde bu sorunun bir antlaşma ile aşılamayacak kadar derin olduğu net anlaşılabilir. Her yeni doğal gaz arama faaliyeti de bizi askeri olarak daha büyük bir gerginliğe doğru sürüklemektedir. Bunu militarist propaganda, doğallığında da milliyetçiliğin yükseltilmesi izlemektedir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetleri adayı hem savaşın eşiğine getirmekte hem milliyetçiliğin yükselmesine zemin hazırlayarak adada yaşayan toplumları birbirlerinden uzaklaştırmaya devam etmektedir.
Konu yalnızca adanın askeri olarak bir felakete sürüklenmesi de değildir.
Süren bu gerginlikler de gerekçe gösterilip, Kıbrıslı Rum liderlik yeni askeri antlaşmalar imzalayarak, Fransa’dan başlayarak birçok ülkeye adada yeni silahlar bulundurması imkanı da sağlamıştır. Bu da adadaki askeri varlığın artması anlamına gelmektedir. En son olarak Kıbrıs Cumhuriyeti 2021 yılında Birleşik Arap Emirliği ile, Ağustos 2020’de Fransa ile, Kasım 2020’de de İsrail ve Yunanistan ile askeri alanda antlaşmalar imzaladı. Şubat 2015 yılında da Kıbrıs Cumhuriyeti Rusya ile antlaşma imzalayarak Rus Savaş gemilerinin limanları kullanmasına izin verdi. Geçen yıl da ABD ölümcül olmayan askeri malzeme ve eğitim için Kıbrıs Cumhuriyeti ile antlaşmalar imzaladı. Türkiye’nin adaya gönderdikleri ile düşündüğümüzde yaklaşık 15 yıllık doğal gaz arama faaliyetleri sonucunda zaten çok fazla olan askeri varlıklar katlanmıştır.
Konu yalnız ada da değildir. Bir süre önce EastMed Doğu Akdeniz Boru hattı da gerekçe gösterilerek İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan AB içindeki diğer ülkelerin de desteği ile askeri bir blok oluşturmuşlardır. Daha sonra bu ortaklık Doğu Akdeniz Gaz Formuna dönmüştür. Böylesi yapılanmaların askeri faaliyetlerinin bölgenin istikrasız yapısını daha da bozacağı rahatlıkla söylenebilir.
Doğu Akdeniz’in militarizasyonu bölgeye barış getirmeyecektir. Bu nedenle bölge barışı ve bölgenin askersizleştirilmesi için de doğal gaz aramalarına karşı çıkılmalıdır.
Press Release for the “Don’t Dig Campaign 26 January Press Conference”
Full text of the statements
Onur Yılmaz – Turkey
Dear press workers and our peoples thirsting for peace and tranquility in our region,
We are going through an extraordinary historical period in every respect. The ground is boiling like hot magma under the ground. The world was perhaps never a good place for people who were oppressed and forced to live under exploitation, but the crises one after another caused by the global capitalist system, which for quite a while now seemed to be racing to take our lives, never stopped.
Perhaps the most acute and decisive of all these economic, political, ideological, social deep crises, whose causes and consequences are intertwined, is the global ecological collapse. The one that is also the main cause of the current coronavirus pandemic, which has radically changed our daily life practices. Working people, who lost their livelihoods, housing conditions, in short, their means of survival, experience the consequences of this ecological collapse with the destruction of ecosystems and the climate crisis. Storms and floods of unprecedented intensity co-occur with drought, where even our drinking water is at risk. Record-breaking seasonal temperatures and the trees that bloom in January leave a scary feeling instead of making us smile. Forced to hit the road as the fragile economies and ecosystems, especially in poor countries, are ruined by ecological collapse and the climate crisis, hundreds of thousands of people are dying in the Mediterranean and Aegean Seas.
We, as all life advocates who do not turn a blind eye to the consequences of this destruction, struggle to oppose all kinds of projects of states and corporations that will exacerbate the ecological collapse and the climate crisis, and withstand the exploitation of labor throughout the operations of these projects. And this time, we untied our voices against the fossil gas in the Black Sea, which the Turkish state announced as “a miracle” last August, the fossil fuel exploration activities of all countries and the ongoing pipeline project EastMed with the campaign we announced on September 25th: For climate justice and for peace, we raise our demand “Don’t Dig!” the fossil fuels. Our call found support even beyond Turkey, Greece and Cyprus, and many structure and organization waging ecological struggle became part of the campaign, so we have established a network that brings us together side by side here today.
25 years ago today, the peoples of Turkey and Greece on both sides of Aegean and the two peoples living in Cyprus, had tried to be confronted with yet another military tension so-called the Kardak/Imia crisis. However, neither that day nor at any time will be able to succeed, those racists and warmongers who try to make people hostile to each other. Our destinies are common as people living in the same geography. There are no country borders in nature, no exclusive economic zones. The soon-to-be-extinct species, the destroyed sea floor, the warming air, the polluted water, the soils that now yields less crops require an international struggle against these limitless ecocide projects.
While the US, EU, Russia, China and other international powers have carried their worldwide struggle for division of land and resources to the Mediterranean, both by directly involving and through armament and economic relations with the countries of the region; on the one hand, the EU accepts the Green Deal, a green-washing program full of fake mitigation plans and on the other hand, continues to allocate resources to the fossil fuel pipeline projects such as the EastMed. The Don’tDig campaign defends the rights of nature and the society that is a part of nature, rejecting this international imperialist patronage and politics that operate according to the rules of capital.
Just yesterday, the foreign ministers of the Turkish and Greek states met again for the first time after 2016 in the intermittent exploratory talks that started after the 1996 Kardak/Imia crisis. And once again we have seen that this political approach under the guise of “national interest”, which, when appropriate, incites hostility among peoples, has nothing to give us. There comes out nothing but more harm to the nature out of these meetings whether they agree or disagree.
Until now, the economic resources obtained by producing fossil fuels have never been used for the common welfare of the people in no country, it has filled the pockets of a handful of capitalists. This is also the case with gas and oil in the Mediterranean and Black Sea. Those who condemn us to unemployment and hunger by putting our countries into deep economic bottlenecks are those who carry out a war policy over gas and oil. That is why we make our call to all the people we invite to fight with us. Come, all together for peace, for climate justice, let us impose our demand “Don’t Dig!” on them. Become a signatory to the campaign, disseminate it, join the signatory organizations to do more, carry our voices to the streets.
We will overcome the effects of the ecological collapse and the climate crisis hand in hand with our Greek and Cypriot friends, with whom we made this press release today, and we will heal our wounds together, as in the earthquake we experienced in October. And we will carry this struggle beyond words and put it into practice with permanent structures and the campaigns we conduct.
We repeat once again: “Don’t Dig the fossil fuels, leave them underground!”
Emmanuela Terzopoulou – Greece
We are here with our brothers and sisters from Turkey and Cyprus because we consider that Mediterranean and Aegean Sea are not dividing us but uniting us. We are here to prevent a crime is attempted in Eastern Mediterranean.
Whether our governments dispatch war frigates to the Mediterranean or they sit at the negotiating table, one thing is certain: Their competition for control of oil and gas reserves in the eastern Mediterranean remains a dangerous threat to peace and the environment.
There is an unprecedented outbreak of hypocrisy!
While both our countries participate in international forums relating to the CO2 emissions reduction for climate change control;
While they promote industrial-scale RES (Renewable Energy Sources) everywhere, from the smallest islet to trackless mountains, thus destroying the already fragile ecosystems;
And, while all these are presented to us as “Green” policies for protecting the climate;
It is the same countries that:
Strive to get a share of the profits from the world’s largest offshore natural gas pipeline, the so-called EastMed;
They almost caused a military conflict for the delimitation of the EEZ, namely for the exploitation of the hydrocarbon reserves of the eastern Mediterranean!
They are trying to convince us that the exploitation of known or unknown hydrocarbon reserves will bring prosperity to the peoples of the Mediterranean that the exploitation of hydrocarbon reserves is in the “national” interest of each country.
They are lying! The oil routes have not brought prosperity to the peoples of any oil-producing country. On the contrary, they have led to serious environmental damages, corruption and authoritarian regimes.
Mediterranean peoples have nothing to gain from hydrocarbon extraction. Our interest is in a peaceful coexistence in a clean planet, in the protection of the environment, in the respect of human’s as well as every living creature’s rights, in the solidarity and breaking down of the nationalist walls that they try to build in order to divide us, in the defense of peace.
Because the plunder of natural resources and the ecological disaster undermine the survival of all species living on Earth including humans.
The last 6 years have been recorded as the hottest in history. The consequences of exploiting nature for profit are: the rising global temperature and melting ice, the rising sea level and threat of coastal areas, the risk of releasing new – trapped in the ice – viruses, the desertification, the floods and fires, the disappearance of forests and ecosystems, the biodiversity loss, the air and water pollution together with development of new diseases, the climate migration.
The environmental degradation that shall be caused by the construction of EastMed and the oil and gas extractions in the Mediterranean will not be incalculable only for the seas, coasts and marine and coastal biodiversity. It will also effect traditional employment sectors of the Mediterranean, as tourism, fishery, etc.
Danger turns into a nightmare when all this happens in a seismic area like ours.
It is true that there are ones who will prosper from the exploitation of the reserves, including the multinational oil companies. The neoliberal capitalistic model does not let any doubt that there will not be the peoples but the multinational oil corporations, the warfare industry and the individual interests served by the large powers as well as the smaller regional powers. It is them who see people and nature as a source of profit whether gained a cold-war atmosphere or by actual military interventions.
In Greece, during time of supposed peace, the 2021 state budget for military equipment purposed for the acquisition of Rafale and F35 fighting aircrafts, stipulates a rise to 5.4 billion compared to 3.8 billion for 2020 which is a 30 % rise. This rise takes place at the expense of the public health system budget that is getting reduced by 16 % during a pandemic!!!
The biggest nightmare though is the probability of a war between our countries that threatens to ignite an unpredictable situation throughout the Eastern Mediterranean. The interference of larger powers in the conflict (EU,USA, Russia, etc.) together with some smaller regional powers (Israel, Libya, Egypt, UAE, etc.) is terrifying. Either with their actual intervention in military exercises, through selling military equipment or with the “diplomatic intermediation”, they all strive to get a part of the share or some control on the eastern Mediterranean.
The pretence of the continuous rise of energy needs does not concern people who can no longer pay for the ever-rising price of energy. It concerns the big “grey” or allegedly “green” investors and their capital that waste energy in production for profit and not for human needs, disregarding the environmental consequences.
We, the environmental movements and our fellow citizens of Turkey, Cyprus and Greece, have no reserves to share. On the contrary, we all anguish over and fight to save the environment and strengthen the peace between us.
That is why we unite our voices to prevent the nightmare of hydrocarbon extractions and a war in the Eastern Mediterranean.
That is why we call every organisation and sensitised citizen that shares the same agonies to unite their power with us.
That is why we insist:
Leave the hydrocarbons under ground!
Stop the environmental destruction and the war preparations!
Myrto Skouroupathi – Cyprus
Since Cyprus is an energy-isolated island, fossil gas is theoretically presented as a way to break our dependence on the more polluting heavy oil imports and thus reduce our emissions at the same time.
In theory, it is more polluting because governments are very easily choosing to calculate fossil gas emissions only during combustion. In fact, more than 5% of the gas may leak during extraction and transportation. Leaking methane is of course a much more powerful greenhouse gas than carbon dioxide. Therefore, natural gas does not provide any environmental benefits throughout its life cycle.
This does not deter Mr. Anastadiades from announcing that our country will play a leading role in climate change research in the Eastern Mediterranean region. After all, it is known that our region will experience the effects of climate change much more intensely than the global average and therefore it is a “hot spot”. Moreover, it endorses and promotes the 2030 Climate Plan, which is based on fossil gas but also fails to achieve conservative targets for emission reduction according to science.
In addition to climate change, the extraction of fossil gas in Cyprus puts the natural environment in great danger. The main landing plots are located in the same area with the Eratosthenis sea mountain. This is the Fishing Restricted Area and is a priority place for the Mediterranean Protected Areas of Special Importance (SPAMI) list. Of course, we cannot know the real effects of fossil fuel extraction because the Strategic Environmental Assessment is incomplete, conducted without public opinion, and its sole purpose is to quickly approve mining permits. None of the Environmental Impact Assessments made are made public on the pretext of national security. Hiding environmental effects in this way is against the “right to information” protected internationally according to the Aarhus Convention.
It will be important to note that all land infrastructure for fossil gas will already be built in the environmentally-laden Vasilikos area. The energy center will be built next to Mari, a historically Turkish Cypriot village inhabited by displaced Greek Cypriots today. This decision is very similar to racist environmental practices.
Finally, the livelihoods of the island’s thousands of residents who are dependent on tourism and fishing are constantly threatened by a potential accident, which could also irreparably damage the entire marine ecosystem of the Mediterranean. This is acknowledged by the Ministry of Environment, which mentions that the possibility of an accident at one of the 200 platforms in the Mediterranean is a major threat to the fragile ecosystem and economy of the Mediterranean.
Obviously, the negative effects of the extraction of hydrocarbons outweigh the potential benefits to the environment and quality of life of all residents on the island. At the same time, the conflicting interests of the ruling elites in the region are an issue that sows conflict and anger. This is why, hydrocarbon removal and the war against Cyprus, Turkey and Greece have launched this campaign together.
Murat Kanatlı – Cyprus
The current situation in Cyprus has emerged first with the anti-colonial armed movement in 1955, then the inter-communal armed conflict, the armed conflicts within the communities, and the final stage being the military coup with the support of a guarantor state, and a de-facto military operation by another guarantor state. There is ceasefire on the island since August 1974, which however is not based on an agreement. Alongside with the above, the island is a geography with the most armed units per square meter.
In addition, inter-communal negotiations have been going on for a very long time. With the discovery of new natural gas deposits, some people claim that the solution process can be financed with the income to be obtained. Gas for peace is a complete illusion… The process of natural gas exploration increases military tension, the increasing tension also increases nationalism and reduces inter-communal trust. Therefore, along with many other reasons, natural gas exploration must be stopped.
This is not a slogan or an empty claim based on simple concerns.
Beginning with the tender process for exploration permits in parcels, the military tension between the parties began to increase. Turkey has upgraded its military presence in the northern part of the island, has sent drones and UAVs, and has transferred warships to the region. It is anyway difficult to guess how fragile the situation is, as there is no direct ceasefire agreement between the parties on the island.
In 2018, Turkey with her warships, interfered and made the Italian company move away from the region; after the war ships and research vessels continued to approach each other in a dangerous manner that the threat is not only a possibility, but reaching a point of close contact.
The tension on the island has reached such a serious level that the Greek Cypriots officers who were called for reserve service in the summer of 2020 were also notified with documents that they could be called to arms at any time. The possibility for war on the island has also risen to maximum level.
The political process which Turkey has already entered and considering the Greek Cypriot leadership’s links with capital based on interest and corruption, it can be clearly understood that this problem is too deep to be overcome by an agreement. Every new natural gas exploration activity is driving us towards greater military tension. This is followed by militarist propaganda and naturally an increase in nationalism. Hydrocarbon activities in the Eastern Mediterranean have brought the island to the brink of war and continue to distance the communities living on the island from each other by preparing the ground for the rise of nationalism.
The issue is not only about the island being dragged into a military disaster.
The Greek Cypriot leadership used these ongoing tensions as an excuse and signed new military agreements, starting with France, allowing many countries to keep new weapons on the island. This means an increase in the military presence on the island. Most recently, the Republic of Cyprus signed military agreements with the United Arab Emirates in 2021, with France in August 2020, and with Israel and Greece in November 2020. In February 2015, the Republic of Cyprus signed an agreement with Russia, allowing Russian warships to use her ports. Also, last year, the United States signed agreements with the Republic of Cyprus for non-lethal military weapons and training. Apart from all these agreements, and also considering what Turkey has sent to the island, with up to now nearly 15 years’ long natural gas explorations, the already large military units on the island have multiplied.
The issue is not only about the island. Some time ago, Israel, Egypt, Cyprus and Greece with the support of other EU countries, formed a military bloc, with the excuse of the EastMed Eastern Mediterranean Pipeline. Later, this partnership turned into the Eastern Mediterranean Gas Forum. It can easily be said that such a structure’s military activities will further disrupt the unstable situation of the region.
The militarization of the Eastern Mediterranean will not bring peace to the region. For this reason, natural gas explorations should be opposed to, in order to have regional peace and demilitarization.