Referandumun tarihi açıklandı.16 Nisan’da Anayasa’da yapılacak değişiklikler için sandığa gideceğiz. Var olan Anayasa’nın demokratik, özgürlükçü ve ekolojik bir yönde değişmesi her demokrasi odağının talebi olmasına rağmen önümüze hazırlanışı ve içeriği ile gelen paket tam bir ucube.
Değişik zamanlarda dillendirilen Başkanlık sistemi talepleri Bahçeli eliyle yeniden gündeme getirilip parlamentoda büyük bir hızla oylanıp toplumun önüne konuldu. Yangından mal kaçırılması terimi herhalde bu durum için söylenebilecek en hafif söylemlerden biri olur.
Öncelikle bu teklifin toplumun önüne konuş biçimi ve parlamentoda oylanışı antidemokratiktir. Olağanüstü hal şartlarında, toplumsal muhalif hareketler baskı altına alınmış, birçok hak ve özgürlük kararnamelerle askıya alınmışken böyle bir teklifin getirilmesi bu önerinin tartışılmaması ve gelebilecek itirazların önünün alınması amacını taşımaktadır. Bırakın toplumsal yapıyı oluşturan kurum ve kuruluşların görüşlerinin yansıması, mevcut parlamentodaki grupların bile katılımdan dışlanıp, sadece iki parti milletvekillerinin bir kısmının hazırladığı bir tekliftir ki bu durum bile doğuştan sakat bir teklif olması sonucunu doğurmaktadır. Mecliste 3. üye sayısına sahip bir parti olan HDP’nin Eş Başkanları’nın ve milletvekillerinin haksız olarak tutuklu olduğu bir Mecliste hazırlanması ayrı bir sakat doğum nedenidir. Bu teklif hazırlanış ve sunuş olarak antidemokratik ve gayrimeşrudur.
Yeşil felsefe toplumsal müzakere ve uzlaşmayı temel yöntem olarak görür. Belli bir konsensüs oluşana kadar görüşmelerin yürütülmesini ve sonucun anlaşmayla ortaklaşmasını savunur. Oy çokluğunun değil çoğulculuğun sonucuna inanır. Azınlıkta kalan görüşünde sonuca yansımasını ve rengini vermesini sağlayan yöntemleri savunur. Bu nedenle toplumsal uzlaşmadan uzak ve her türlü tartışma ortamından kaçırılarak hazırlanmış bu ucube teklif sırf bu haliyle sağlam bir Yeşil Hayır’ı hak etmektedir.
Teklifin içeriğine bakınca ise Meclisin yetkilerinin azaltıldığı, tüm yetkinin tek adam elinde toplandığı bir sistem önerilmektedir. Yürütme tek adama teslim edilmekte, seçilmiş Cumhurbaşkanı her şeyi seçme ve kararnameler yoluyla ülkeyi yönetme yetkisine sahip olmaktadır. Yardımcılarını, bakanları hakimleri ve Partili olma hesabıyla milletvekillerini de seçme yetkisine kavuşmaktadır. Onu denetlemesi gereken Meclisin elindeki bütçe silahı da ( -ki demokratik başkanlık sistemlerinde güçler ayrılığının sağlanması için yasamaya verilen en önemli güç) elinden alınmıştır. Teklifin Anayasanın 161. Maddesinde değişiklik getiren 15. Maddesinde “….. Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır” denmektedir. Bu yasamanın hiçbir şekilde Cumhurbaşkanı’nı durduramayacağı yani güçler ayrılığının ve güçlerin birbirini denetlemesi kuralının devre dışı bırakıldığı sonucunu doğurmaktadır. Bu teklif eksik güdük de olsa Meclisin denetleme gücünün sona ermesi ve tek adamlık sisteminin şahikasına varmasının son adımıdır.
Tek adamlığın bir başka görüntüsü de hiçbir gerekçe göstermeden Cumhurbaşkanı’nın Meclisi feshederek seçime götürebilme yetkisidir. Meclisin seçime gidebilmesi için 3/5 çoğunluk gerekirken bir kişi toplumun tamamını temsil eden Meclisin görevine son verebilmektedir.
En önemli sakıncalardan bir tanesi ve Hukukun bittiği an diyeceğimiz kısım 13 üyeden oluşacak HSK’nın 6 üyesini Cumhurbaşkanının seçmesi durumudur. Geri kalan 7 üyesi de Meclis tarafından “… nitelikli çoğunlukla seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır” hükmüyle Cumhurbaşkanının denetimindeki Meclisin salt çoğunluğu ile seçilmektedir. Yani Yargı erki de Cumhurbaşkanı’nın denetimi altında olmaktadır.
Bu teklifle Cumhurbaşkanı tek adamlığı da aşan bir noktaya varmaktadır. Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesiyim diyen Monarklar bile bu kadar yetkiyi görseler Cumhurbaşkanı olmayı Monarklığa tercih eder noktaya gelebilirdi.
Yeşil Sol felsefenin önemli ilkelerinden biri doğrudan demokrasi ve yerellik ilkeleridir. Bu ilkeleri hatırlarsak şöyledir:
Doğrudan Demokrasi
Yeşil Sol, toplumun doğrudan demokrasi temelinde örgütlenmesi, insanların karar süreçlerine doğrudan müdahale edebilecekleri demokratik yapıların kurulması, yetki ve sorumlulukların yerel ve bölgesel düzeylerde yoğunlaştırılması için çalışır. Temsili ve katılımcı demokrasinin siyasetin tabana yayılmasını sağlayacak doğrudan demokrasi uygulamalarıyla paralel olarak ve birbirlerini destekleyerek işlemelerini savunur.
Yerellik
Yeşil Sol, geleneksel siyasi hareketlerin ve partilerin merkeziyetçi, hiyerarşik, erkek egemen, kişileri putlaştıran, liderlik mekanizmalarına dayalı ve katılıma kapalı örgütlenme tarzını reddeder. Yerel yapıları öne çıkaran yatay, merkezsiz, ağ tipi örgütlenme tarzını, tüm yurttaşların eşit ve özgür katılıma açık yapılarda, kolektif çalışmaya dayalı bu örgütlenme anlayışını hayata geçirmeyi amaçlar.
Bu ilkeler açısından baktığımızda da yeni Anayasa teklifinin Yeşil felsefenin tüm varoluş sebeplerine ve insanlık tarihinin bizi ulaştırdığı noktaya ne kadar uzak olduğu açıkça görülmektedir.
Bunun dışında mevcut iktidar ve Cumhurbaşkanının doğaya bakış açıları ve uygulamaları da bu yetkilerin nasıl kullanılacağı konusunda bize önemli ipuçları vermektedir. Tüm doğal varlıklarımızın kalkınma adı altında nasıl bir yok oluşa götürüldüğü, dünya yenilenebilir enerjiye geçerken nükleer santral ve termik santrallerle terse doğru nasıl bir yol çizdiği gözümüzün önündedir. Ülkeyi fosil yakıtların dumanına boğan, derelerimizin kökünü kurutan bu anlayış toplumun itirazlarına kulaklarını tıkama alışkanlığını da Gezi ve Cerattepe örneklerinde bize göstermiştir. İtirazları dikkate almak yerine onları sopayla baskılama deneyimi gelecekte neler yaşanabileceği konusunda yeterince bizi aydınlatmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile ülke yönetecek olan bu seçilmiş kişi, yukarıda saydığımız nedenler ile ne Meclis ne de Mahkemeler tarafından denetlenemeyecektir. Kanal İstanbul gibi lüzumsuz ve çılgın projeleri şimdiden uygulayacağını ilan etmiş bu anlayış bu referandum da durdurulmak zorundadır.
Bu oylamada Hayır çıkması bizim için önemli bir adımdır ama son değildir. Demokratik, özgürlükçü ve ekolojik bir anayasa talebimiz ve eşit, adil ve yeşil bir dünya için mücadelemiz bu oylamadan güçlenerek çıkmalı ve gelecek dönem için yol göstermelidir.
Getirilen bu değişiklik teklifi Meclisten geçmiş olsa da bizden geçmeyecektir. Toprak anamızın rengi olan kahverengi bu oylamada bizi çağırmaktadır. Tercihimiz doğadan ve toprak anamızdan yanadır. Oyumuzun rengi kahverengi ve havamız suyumuz toprağımız için hayırlısı Hayır tercihidir.