Koçyiğit: Anadilinde eğitimi anayasal statüye kavuşturarak yol alabilirsiniz

Yeşil Sol Parti Kars Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, eğitim öğretim yılının açılması vesilesiyle eğitim alanında yaşanan sorunlara ve çözüm önerilerine ilişkin TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Koçyiğit, şöyle konuştu: 

Bugün okul zili tek dilde çaldı

2023-2024 Eğitim-Öğretim Yılına ilişkin sorunları dile getirmek istedik. Bildiğiniz gibi milyonlarca öğrenci için ders zili çaldı ama ne yazık ki bu ders zili tek dilde çaldı. Farklı halklardan olan milyonlarca öğrencinin dili inkar edilerek bu zil çaldı. Milyonlarca Kürt çocuğu yeniden kendilerini asimile edecek okullarda eğitim ve öğretime başladılar. Dünyada yapılan pek çok araştırmada anadil eğitim ve öğretimdeki temel etkenlerden biridir. Çocuğun gelişim dünyasını, öğrenme kapasitesini etkileyen etmenlerin başında da anadilinde eğitim geliyor. Cumhuriyet tarihinden beri eğitim-öğretim tek dilde yapılmakta ve diğer halkların; Kürtlerin, Lazların, Çerkeslerin, Arapların, Pomakların, sayamayacağım kadar halkın anadili yok sayılarak eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Bunun ne bilimsel araştırmalarla ne insan haklarıyla ne bilimsel yöntemlerle ne de çocuk haklarıyla bir ilişkisi olmadığını; tek tipçi bir dayatma olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. 

Kürtçenin Kurmancî ve Zazakî lehçelerine öğretmen atamaları yapılmıyor

Kürt sorununda demokratik yöntemlerle çözüm üretmeyen iktidarın, ne yazık ki anadili konusunda da adım atmadığını görüyoruz. Kendilerince iyi bir şey yaptıklarını ifade edip Kürtçe ve diğer bazı dilleri seçmeli dil statüsüne geçirdiler ama görüyoruz ki burada da ciddi sorunlar var. Kürtçenin Kurmancî ve Zazakî lehçelerine öğretmen atamaları yapılmadığını, öğrencilerin bu dersi seçmelerine belirli kotalar konulduğunu, bu dersi verecek öğretmen yetersizliği nedeniyle birçok yerde öğrencilerin seçmeli derse bile ulaşamadıklarını görüyoruz. Buradaki sorun şudur. Anadili gibi insana sıkı sıkıya bağlı olan temel bir hakkın seçmeli bir ders olarak verilmesi, bir insanın anadilini eğitim öğretim içinde seçmek zorunda bırakılması, yazınsal dilini bir seçim sonucunda öğrenmek zorunda bırakılması insan haklarına da çocuk haklarına da aykırıdır. Bu nedenle seçmeli ders değil; bütün eğitim-öğretimin anaokulundan başlayarak aslında anadilinde olması gerekiyor.

Anadilinde eğitimi yasal ve anayasal statüye kavuşturarak alarak yol alabilirsiniz

Bu anlamda özellikle yeni anayasa tartışmalarının başladığı bugünlerde biz hükümete ve MEB’e çağrı yapıyoruz; bu ülkedeki milyonlarca Kürt çocuğunu ve milyonlarca diğer etnik gruptan çocuğu yok sayarak eğitim-öğretim hayatına devam etmekten vazgeçin. Çok dilli eğitime geçmek bu ülkenin farklılıklarını ve zenginliğini kabul etmektir. Gerçekten eğitimi demokratikleştirmek istiyorsanız ilk adım olarak anadilinde eğitimi yasal ve anayasal statüye kavuşturarak, anayasal güvenceye alarak yol alabilirsiniz. Çünkü mevcut durumda eğitim-öğretimin bir asimilasyon politikasının aracı haline dönüştüğünü ve milyonlarca çocuğun bu vesileyle kendi anadillerini konuşamaz, yazamaz, kendi anadilinde düşünemez hale geldiğini çok iyi biliyoruz. Bu nedenle bir an önce asimilasyon politikasından geri adım atılması çağrısını yineliyoruz. 

Okul terklerinin arttığını ve bunun ekonomik nedenlerle olduğunu iyi biliyoruz

Geçen dönem de ifade etmiştik. Okullar kapanırken dönem sonunu değerlendirdiğimizde, bugün eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engellerden birinin yaşanan derin ekonomik kriz ve bu krizin eğitim alanına yansımaları olduğunu biliyoruz. Her gün artan enflasyon nedeniyle kırtasiye, kayıt, üniforma, okul fiyatlarının ve servis ücretlerinin artması sonucunda neredeyse veliler öğrencilerini okula gönderemez hale geldi. Geçen dönem çokça dillendirdiğimiz ama MEB’in kulak tıkadığı okullarda bir öğün ücretsiz yemek meselesinde, bir adım atıldığını ifade etmişti dönemin MEB Bakanı Mahmut Özer bütçe görüşmelerinde. Anaokullarında bir öğün ücretsiz yemek verilmekten vazgeçildiğini öğrendik. Bir öğün yemeği anaokullarındaki öğrencilere vermeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Yeni bakan Yusuf Tekin sadece deprem bölgesi olan 11 ilde anaokulundaki çocuklara bir öğün ücretsiz vereceklerini ifade etti. Ama hâlihazırdaki gerçek, ana okullardaki çocukların bu öğünden mahrum kaldığını değiştirmiyor. Temel ihtiyaçları karşılanmayan öğrencilerin olduğu, eğitimin paralı hale geldiği bu ortamda ne yazık ki eğitim-öğretim terkleri artıyor ve çocuklar ailelerinin geçimine katkıda bulunmak için okumak yerine çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Okul terklerinin arttığını ve bunun ekonomik nedenlerle olduğunu iyi biliyoruz.

Öğrencilerin açlıktan baygınlık geçirdiği bir dönemden geçiyoruz

Biz kanun teklifi de verdik. Okullarda, özellikle ilk ve ortaokullarda bir öğün ücretsiz yemek ve temiz suyun hayati bir ihtiyaç olduğunu söyledik. Çünkü anneler babalar öğretmenlere şu konularda ricacı olmak zorunda kalıyorlar. Lütfen değişik, karşılayamayacağımız gıda talebinde bulunmayın, biz bunları alamıyoruz diyorlar. Çocukların bu konuda rekabet etmesinin ve birbirine imrenmesinin önüne geçmeye çalışıyorlar. Neredeyse beslenme çantalarına kuru ekmeğin konulduğu bir dönemden geçiyoruz. Öğrencilerin açlıktan baygınlık geçirdiği bir dönemden geçiyoruz ama hem Milli Eğitim Bakanı hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan güllük gülistanlık bir eğitim tablosu çizdiler. Bu kabul edilemez ve gerçekle bağdaşmıyor. Çocuk yoksulluğunun sıradan bir mesele olmadığını biliyoruz. Bunu UNICEF raporları da ortaya koyuyor. UNICEF raporları “Yoksulluk içinde olan her 3 çocuktan biri yoksulluğu ömür boyu taşımak zorunda bırakılıyor” diyor. Yoksulluğun nesilden nesile aktarıldığı, yoksulun yoksul olarak kaldığı yeni bir kast sistemi Türkiye toplumuna dayatılıyor. Bunun kabul edilemez olduğunu ifade edelim.

Öğrencilerin tarikat ve cemaat yurtlarında kalmasını istiyorlar

Yine üniversite öğrencileri açısından geçen yıl özellikle barınma meselesi çok temel bir gündemdi. Barınamıyoruz diyen öğrenciler bir hareket başlattılar ve ne yazık ki polis zoruyla bastırıldılar. Öğrencilerin yurtlardan deprem nedeniyle atıldığını, eşyalarının çöp torbalarına konularak kapı önüne konulduğunu biliyoruz. Bugün üniversite öğrencileri çalışmak dışında bir seçeneğe sahip değil. Çalıştığı için okuyamayan öğrenciler var. Sadece sınavdan sınava giden bir öğrenci gerçekliği ile karşı karşıyayız. Yetersiz ve niteliksiz yurtların özel bir tercih olduğunu, AKP’nin bunu özel olarak tercih ettiğini biliyoruz. Yurt yapmak devlet açısından zor olmasa gerek ama yapmıyorlar. Çünkü öğrencilerin tarikat ve cemaat yurtlarında kalmasını istiyorlar. Nasıl geçmişte Gülen Cemaati öğrencileri Işık Evlerinden yetiştirip onları kritik yerlere yerleştiriyor ve oradan devleti yönetiyor idiyse, bugün de farklı cemaatler ve vakıflar eliyle bunun yapıldığını çok iyi görüyoruz. Zeki Anadolu ve Mezopotamya çocuklarının, devlet yurtlarında yer bulamadıkları için bu cemaat yurtlarında kaldıklarını, doğal olarak o cemaatlerin etkisine girdiklerini, onlara karşı borçlu hissettiklerini ve bunun kamusal bir kriz yarattığını belirtmek lazım. Aç olarak üniversiteye giden gelen bir gençlik yarattılar. Neredeyse hiçbir sosyalitesi olmayan üniversitede yaşam güzelliklerinden yararlanmayan bir gençlik yarattılar. Buna hakları yok. 

Eğitim-öğretim görevi MEB yetkisinde ve MEB bunu hiçbir yere devredemez

Şimdi tarikatlardan ve cemaatlerden bahsettik. Tarikat ve cemaatlerin sadece üniversite öğrencilerinin yurt sorununu çözmek gibi bir fonksiyonu yok, bunlar yaşam alanlarımızın her yanını kaplamış durumda. Bu, AKP eliyle tek din tek mezhep dayatmalarının sonucunda olmuştur. Yaz aylarında basına yansımıştı; özellikle İzmir çevresinde ÇEDES uygulamasının MEB tarafından hayata geçirildiğini gördük. Yani ilkokuldan ortaokula kadar imamların okullara gidip çocuklara dini vaazlar verdiğini ve bunun MEB tarafından yapıldığını gördük. Bunun bir anayasa ihlali olduğunu ifade etmemiz gerekir. Anayasaya göre bunun eğitim-öğretim hakkı ihlali olduğunu ifade edelim. Eğitim-öğretim görevi MEB yetkisindedir ve MEB bunu hiçbir yere devredemez. MEB bu hakkı kendisi kullanır. Fakat bugün okullara öğretmenler dışında gerçekten ne olduğunu bilmediğimiz, nereden geldiğini bilmediğimiz, hiçbir pedagojik formasyonu olmayan kişilerin çocuklara bazı telkinlerde bulunduğunu, bazı dersler verdiğini görüyoruz. Bunun kabul edilemez bir uygulama olduğunu ifade edelim.

Bütün müfredatın AKP’nin ihtiyaçlarına göre şekillenmesi gerçeği karşımızda duruyor

Ne yapılmaya çalışılıyor? Çok açık ki ideolojik bir toplum, AKP’nin kodlarına göre kurulmuş dindar ve kindar neslin yeni bireyleri özellikle de ilkokuldan başlayarak yetiştirilmeye çalışılıyor. Yani AKP’ye göre bir toplumsal düzen, toplumsal nizamın yeni bireyleri ilkokuldan itibaren okullarda yetiştirilmeye çalışılıyor. “Yoksul çocuklara din dersi, zengin çocuklara fen lisesi” gibi formüle edilen şeyin kabul edilemez olduğunu ifade edelim. Haftanın 16 saati din dersleri zorunlu hale getirildi, görsel sanatlar ve spor gibi faaliyet alanlarının seçmeli hale getirildiği bir eğitim-öğretim sistemi ne laik ne demokratik ne özgürlükçü ne de çocuğun kendini gerçekleştirmesine uygun bir ortam değildir. Hızlı bir şekilde dini dayatmalardan vazgeçilmelidir. Hali hazırda yıllardır zaten Alevi çocuklarına zorunlu din dersi dayatması vardı. AİHM kararlarına ve AYM kararlarına rağmen MEB zorunlu din derslerini Alevi çocukları için uygulamadan kaldırmamıştır. Ama bugün çok daha büyük bir riskle karşı karşıyayız. Sadece zorunlu din dersi değil; bütün müfredatın dinselleştirilmesi, dini-ideolojik AKP ihtiyaçlarına göre şekillenmesi gerçeği karşımızda duruyor. Buna karşı çocuklarımızı, öğrencileri ve geleceğimizi korumak ve çocukların üstün yararını gözetmek gibi bir zorunluluğumuzun olduğunu ifade edelim. Bu anlamda din derslerinin neredeyse tüm yerde zorunlu seçmeli ders ya da gerçek anlamda dayatmayla öğretilmesinin kabul edilemez olduğunu söyleyelim. Toplum mühendisliğine geçit vermeyeceğimizi, bu durumun bu ülkenin temel birlikte yaşam iradesine dinamit koyduğunu ifade edelim.

Deprem bölgesindeki eğitimcilerin ve çocukların hiçbir ihtiyacı giderilmeden ders zili çaldı

Diğer bir sorun, deprem bölgesi. 6 Şubat’ta en büyük deprem felaketini yaşadık. 11 ili etkileyen ve yüz binlerce insanımızın canını kaybettiği bir deprem felaketi yaşadık. Şimdi yeni bir eğitim-öğretim yılındayız. Ne yazık ki deprem bölgesindeki eğitimcilerin ve çocukların hiçbir ihtiyacı giderilmeden ders zili yeniden çaldı. Örneğin birçok çocuğun okula erişim sorunu devam etmektedir. Ya çadırlar ya da konteynırlarda eğitim-öğretim görmek zorunda kalan çocukların bu kötü koşullarda eğitime devam etmesi dayatılmaktadır. Sağlam olan birçok okul başka kurumlara tahsis edildiği için öğrenciler başka ilçelere gitmek zorunda bırakılmaktadır. En önemlisi, bunun altını çizmemiz gerekiyor, henüz oradaki yaralar sarılmadan, enkazdan cenazeler çıkmaya devam ederken çocukların destek almaması, travmalarının onarılmadan eğitim öğretime devam etmelerinin beklenmesi büyük bir haksızlıktır.

AKP’nin politikaları nedeniyle öğretmenlik mesleğinin itibarı zedeleniyor

Yine Sayın Bakan ifade etmiş: ‘Bütün eğitim emekçilerini aradım, deprem bölgesinde hiçbirinin barınma sorunu yok’ demiş. Bu gerçek dışı bir bilgidir. Birçok öğretmen, az hasarlı olan binalarda fahiş kira fiyatları nedeniyle ciddi bir barınma sorunu yaşıyor. Altyapının bozuk olması nedeniyle eğitimciler ve öğrenciler ciddi bir ulaşım sorunu yaşıyorlar ve bu soruna çözüm bulunmuyor. Özellikle deprem bölgesinde temiz su, güvenli barınma ve gıda erişimi sorunları bir de krizle birleşiyor. Bu krizi çözmeden normal bir hayat varmış gibi eğitim-öğretime devam etmek haksızlıktır. Bu nedenle buradan hızlı bir şekilde geri adım atılmalı ve eğitimcilerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayacak bir planlama hayata geçirilmelidir. Artan ekonomik kriz nedeniyle Türkiye genelinde bütün eğitim emekçileri barınma sorunuyla karşı karşıyadır. Büyük kentlerden küçük kentlere tayin istiyorlar, çünkü kiraları karşılamıyorlar. Artık bu ülkede AKP’nin politikaları nedeniyle eğitim emekçilerine saygı duyulmadığını, öğretmenlik mesleğinin itibarının her geçen gün zedelendiğini ve öğretmenliğin kamuoyuna değersiz bir meslek gibi yansıtıldığını görüyoruz.

Ücretli, kadrolu gibi farklı statülerde öğretmenleri istihdam eden bir MEB gerçeği ile karşı karşıyayız

Ataması yapılmayan öğretmenler meselesi bu ülkenin kanayan yaralarından biridir. AKP iktidara geldiğinde ataması yapılmayan 70 bin öğretmen vardı, şu anda ise 600 bin ataması yapılmayan öğretmen bulunmaktadır. Bu kadar fazla yedek işgücü yaratarak AKP, sermayeye ucuz işgücü sağlamaktadır. Bu öğretmenler, kölelik koşullarında özel eğitim emekçileri olarak çalışmak zorunda bırakılıyor. Milli Eğitim Bakanı sadece kamuda çalışan öğretmenlerin sorumluluğunu taşımıyor, aynı zamanda bütün eğitim emekçilerinin sorunlarından sorumludur. Ancak ne yazık ki özel eğitim emekçileri haklarını savunurken onların gözaltına alınmasına sessiz kalan bir Milli Eğitim Bakanlığı, onların asgari ücretin altında çalışmasına sessiz kalan bir Milli Eğitim Bakanlığı var. MEB’de bile ücretli, kadrolu gibi farklı statülerde öğretmenleri çalıştıran bir MEB gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez. Bütün öğretmenlerin atamasının yapılması, kadrolu güvenceli ve insan onuruna yaraşır eşit işe eşit ücret sağlanması temel yöntemdir ve bu mutlaka hayata geçirilmelidir. Bununla birlikte eğitim alanında sayabileceğimiz binlerce sorun var. KHK’lı öğretmenler var. Neredeyse ağaç kabuğu yesinler diye işlerinden ve ekmeklerinden edilip banka hesabını bile açamayan bir pozisyona bırakılan yüz binlerce öğretmenin sorunları da çözüm bekliyor ve bunlar için adım atılmıyor.

16 Eylül’de eğitimdeki dinsel uygulamalara karşı gerçekleşecek olan mitinge çağırıyoruz 

Eğitim alanı her bakanın geldiğinde değiştirdiği ve hiçbir şekilde dikiş tutmayan bir alan. Özünde tekçi, mezhepçi ve cinsiyetçi bir bakış açısıyla eğitim sistemi devam ettiriliyor. Bunun yaklaşımın özel olarak çocukları yıprattığı ortada. Eğitim emekçilerine çağrı yapıyoruz; bu sorunların hiçbiri kader değildir, gelin hep birlikte eleştirel pedagoji ile okulları demokratik eğitimin mekanı haline getirelim. Anadilinde, bilimsel, laik, özgürlükçü eğitim için hep birlikte öğrencilerimiz ve velilerimizle birlikte mücadele edelim. Hep beraber eğitim hakkımızı; kamusal, ücretsiz, anadilinde eğitim hakkımızı kazanmak için el ele verelim. Bu vesileyle birçok kurumun çağrıcısı olduğu “Laik Eğitim, Laik Yaşam ve Eşit Yurttaşlık Mitingine” buradan katılım çağrısı yapmak istiyorum. 16 Eylül’de İzmir’de gerçekleşecek olan bu miting, ÇEDES uygulamasına ve eğitimdeki dinsel uygulamalara karşı bir miting olacak. Eğitimdeki dinci, tariktçı, tekçi, mezhepçi yaklaşıma geçit vermeyeceğiz. Anadilinde, bilimsel, laik, özgürlükçü eğitim yürüyüşümüzü de bütün eğitim emekçileri, velilerimiz ve cesur öğrencilerimizle beraber devam ettireceğiz. 

11 Eylül 2023

PAYLAŞ