Monica Frassoni: Milliyetçi ve Aşırı Dinci Güçleri Durdurmak Tüm Demokratların Görevidir!

Monica Frassoni
Avrupa Yeşiller Partisi Eş Başkanı

Kasım 2014’te Avrupa Yeşiller Partisi Konseyi İstanbul’da gerçekleştirdi. Bu olayı çok canlı hatırlıyorum. Beş yüzden fazla kişi katılmıştı. Katılımcıların en az yüz ellisi Türkiyeliydi. Büyüleyici İstanbul sokaklarında yürürken, genç insanlara ve halka açık alanlarının canlılığına bakarken, o dönemde AB’nin büyük bir kesiminde atmosferin ne kadar tozlu ve depresif olduğunu düşündüğümü anımsıyorum.

Daha o zaman Erdoğan’ın ülkesini, “İslamlaştırma” üzerine kurulu otoriter bir rejime dönüştürme niyetleri çok açık olmasına rağmen, bugün yaşadığımız, milletvekilleri ve önde gelen siyasetçilerin elli günü aşkın bir süredir cezaevinde olduğu, yüzbinlerce insanın hayatlarının altüst edildiği ve “Ben, Erdoğan’a çay vermem” dediği için bir insanın cezaevine konduğu günlerin geleceğini asla düşünmemiştim.

Maalesef, bir buçuk yıl önce yaşanan umut günümüzden oldukça uzakta. IŞİD ve diğer terörist gruplar tarafından her gün askerler ve siviller öldürülüyor; Suriye ve Irak savaşları bitecek gibi görünmüyor.

Elbette Avrupa Birliği’nin güvenilirliğinden, yardıma muhtaç insanlara yardım etme ve insan haklarını savunma kapasitesinden bu denli kayıp vereceğini de asla düşünmezdim. Pek çok Avrupalı ​​üzerinde uygulanan çılgın kemer sıkma politikaları ve hükümetlerinin birçoğunun savaş yükünün bir kısmını dahi üstlenmelerindeki isteksizlikleri nedeniyle ne savaşı durdurmaya yardım ettiler ne de insana yaraşır bir haysiyetle daha fazla mülteciyi ağırlama yönünde tavır koyabildiler.

Sanırım hepimiz hep ayakta kalacağını düşündüğümüz şeylerin – hoşgörünün önemi, komşuyu arkadaş olarak görme, barışın değeri ve zenginliğin ortak paylaşım ihtimali veya perspektifi – hızla gözümüzün önünde alaşağı olmasının şokunu yaşıyoruz. Fakat bu çaresizlik hissinden hızla kurtulmamız gerekir diye düşünüyorum. Böylesi zor zamanlarda özgürlüğün, refahın ve demokrasinin hiçbir zaman gerçekten elde edilemediği ortaya çıkıyor. Bu konuda kısa yollar veya sihirli yöntemler yok. Ama her şeyin kaybedildiğini düşünmek yanlış olur. AB’nin sadece kemer sıkma politikaları, işe yaramaz düzenlemeler ve ortak para biriminden ibaret olmadığı gerçeğine sıkıca sarılmalıyız; dönüştüğü şeyin birçok insanın geri dönülemez ayrıştırma noktasına doğru götüren şey olduğu gerçeğini bilmemize rağmen. Bugün yapmamız gereken en az iki şey var.

Birincisi AB’nin, onun sivil toplumunun, medyasının ve partilerinin Türkiye’de hukukun üstünlüğü, dinler-diller-kültürler arası karşılıklı saygı ve anlayışın gelişmesi için uğraşanları terk etmediğini göstermektir. Bu insanlar bugün tehlike içindeler ve biz onlara destek olmalı, onların zorlu mücadelesinin görünür hale gelmesini sağlamalıyız. Milliyetçiliğin ve başkalarının özgürlüğüne kayıtsız kalmanın arttığı zamanlarda bile kamuoyu önemli bir güç olabilir.

Avrupa Yeşilleri, Türkiye’nin AB’ye giriş müzakerelerinin dondurulmasını savundu. Fakat biz Türkiye ile ekonomik, kültürel ve politik bağların sürdürülmesini her zamankinden çok destekliyoruz. Yeni arkadaşı Putin (kendi halkını şiddetle bastırmaktan çekinmeyen otokrat), Erdoğan’a AB’den daha çekici geliyor olabilir. Bunun nedeni kesinlikle AB’nin denetim ve dengeleme sistemini, hukukun üstünlüğünü, ifade özgürlüğünü, mutlak iktidarın sınırlandırılarak ortak kuralların varlığını ve muhalefet hakkına saygıyı savunmasıdır. Bütün bunlar şu an için Erdoğan’ın planlarıyla uyumsuz. Bugün AB’nin kendi modelinin otokratik bir sistemden daha cazip olduğunu göstermekte yetersiz kaldığının farkındayım. Fakat AB, kendisini oluşturan hükümetlerden daha fazla bir şeydir. Eşitlik ve demokrasi için mücadelenin küresel bir sorun haline geldiği konusunda şüphem yok. Erdoğan bu yolda devam eder ve Türkiye’nin sağlam bir demokrasi haline gelme tutkusu tamamen ortadan kalkarsa bu, AB için çeşitli sonuçlar doğurur.

İkinci olarak, eğer AB mültecilerin girişi ve onlara uygulanan muamele konusundaki var olan, yetersiz politikalarını değiştirmezse, Erdoğan’a karşı herhangi bir koz elde edilemez. Biz, 3 milyondan fazla Suriyeli mülteciye kapılarını açan ve onlara her gün yardım eden Türkiye yurttaşlarını, hükümet görevlilerini ve STK’ları özellikle ve içtenlikle tebrik ediyoruz. Fakat şunu da biliyoruz ki Türkiye ile AB arasındaki anlaşmanın imzalanması, savaştan kaçan birçok insanın onurunu ve onların uluslararası korunma hakkını gittikçe artan bir düzeyde tehdit ediyor. Avrupa Birliği üye ülkeleri sorumluluk almalı ve Avrupa Komisyonu’nu mültecileri yerleştirme planına, destekleyen şehirleri ve toplumları da dahil ederek; planı ulusal hükümetlerin karşı tutumuna rağmen desteklemeli ve geliştirmelidir. Gerçekten AB, mültecileri Türkiye’ye göndermeyi bırakmalı ve AB-Türkiye Mülteci Anlaşması’nı bu bakımdan yeniden gözden geçirmelidir. AB, sığınmacılar ve mülteciler sorununu düzgün bir şekilde halletmediği müddetçe, bölgede pozitif bir rol oynayamayacağız.

Milliyetçilik savaştır; aşırı dincilik de öyle. Bu kadar basit. Türkiye’de ve AB’de milliyetçi ve aşırı dinci güçler işbaşındalar. Onları durdurmak tüm demokratların ortak görevidir.

PAYLAŞ