Naci Sönmez: Şimdi Hayır Zamanı

Bir kez daha Türkiye, derin bir kutuplaşma ortamında referanduma gitmektedir. Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana, darbe anayasasının yol açtığı adalet arayışlarını, gelen her siyasi iktidar demokratik taleplere köklü çözüm üretmek yerine, geçici ve yetersiz bir takım düzenlemeler yapmak yoluyla geçiştirdiler.
12 Eylül anayasasının üzerinde yapılan kimi tadilatlar, bazen meclisteki çalışmalar sonucu bazen de referandum yoluyla yapılmıştır. Bu düzenlemelerin hepsi esasen darbe anayasasını restore etmeye çalışan, toplumsal taleplere geçici çözümler üreten kısmi reform operasyonları olarak gerçekleştirilmiştir.
Bu kez AKP/MHP işbirliği ile gündeme getirilmiş olan referandumun öncekilerden farklı olarak, darbe anayasasını reforme etmekten uzak, onun da gerisinde olması ve yeni bir rejim inşasının dayatmasından ötürü toplumu kutuplaştırıp gerilimi yükselttiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu referandumun daha önceki referandumlardan farklı olarak, OHAL koşullarında yapılacak olması bu referandumun hukuki açıdan da, siyasi açıdan da oldukça tartışmalı olacağı ve meşruiyet sorunu yaşayacağı bugünden bilinen bir gerçektir.
Yapılacak olan bu referandumu en çok 12 Eylül generallerinin hazırlayıp topluma dayattıkları anayasa referandum sürecine benzetebiliyorum. Kasım 1982’de üzerinde birçok değişiklik yapılmış olmasına rağmen tümüyle ortadan kaldırılamamış olan mevcut anayasa, 12 Eylül yönetimi tarafından halkoyuna sunulmuştu.
12 Eylül’ün bütün kurum ve kurallarıyla ayakta olduğu, binlerce insanın hapishanelerde tutulduğu, siyasi parti, sendika ve kitle örgütlerinin kapatılmış olduğu, muhalefet edecek hiçbir örgütlülüğün bulunmadığı koşullarda yapılan halk oylamasının sonucunu bugün gibi hatırlıyorum. Türkiye toplumunun büyük bir çoğunluğu, askeri darbenin sonlanması, kısmen sivil olabilecek bir döneme geçebilmek adına, bu darbe anayasasına evet oyu vermişti.
Elbette o günkü koşullarda, 12 Eylül generallerinin halka zorla dayattığı anayasa referandumunda tavrımız hayır olmuştu. Ancak bir hayır çalışması, kampanyası yapmak mümkün olmadığı gibi, hayır oyunun ağırlıklı çıkacağı köyler, beldeler, mahalleler, ilçeler büyük bir baskı ve kuşatma altına alınmışlardı. 12 Eylül yönetimi, anayasa oylamasında hayır oyu verecekleri, “terörle, anarşiyle” işbirliği yapanlar olarak propaganda etmişti. Kim hayır oyu verirse başına gelebilecek sıkıntılar hatırlatılmıştı.
Elbette o baskı koşullarında yapılacak olan anayasa baştan tartışmalı ve meşruluğu sorgulanacak bir anayasa olmaya mahkumdu. Zaten öyle de oldu. 1982’de büyük bir halk desteğiyle kabul edilmiş olan anayasa, sonrasındaki dönemler içinde sürekli eleştiri konusu edilen ve tümüyle değiştirilmesi gereken bir anayasa olarak, günümüze kadar yaşamayı başarmıştır.
1980 sonrası, bütün seçim dönemlerinde sistem partilerinin seçim beyannamelerinde, darbe anayasasının değiştirilmesine yönelik güçlü ifadeler olmasına rağmen, ne yazık ki bu ucube anayasa bir türlü rafa kaldırılarak yerine sivil demokratik bir anayasa yapılmamıştır. Gelmiş geçmiş hükümetler, seçim beyannamelerindeki vaatlerini anayasa üzerinde tadilatlar yaparak, kimi reform düzenlemelerine giderek yerine getirmeye çalışmışlardır.
Daha çok Avrupa Birliği ile müzakerelere bağlı olarak gerçekleşen düzenlemeler kısmi radikal reformlarla kalan düzenlemeler oldu. Yeterli olmayan bu düzenlemeler karşısında daha fazlasını talep eden ısrarımız baki olmak üzere, mevcuda yapılan her türlü ileri müdahale, bu ülkenin demokratik geleceğinin peşinde olan bizlerin pozitif tutumuyla desteklendi. Özellikle geleneksel sol yaklaşımları bir yana bırakırsak, Türkiye’nin demokratik geleceğini kazanmak adına, güncel siyasetin kazanımlarını önemseyen ve mevcut sisteme yapılan en küçük bir müdahaleyi cesaretlendiren yaklaşımlar arasında da bu sürecin önemli gerilimler ürettiğini gördük.
Birey temel hak ve özgürlüklerinin iyileştirilmesini, evrensel hukuka entegrasyonu sağlayacak değişiklikleri, demokratik siyaset alanındaki çeşitliliği çoğaltan ve önünü açan yasal düzenlemeleri, yaklaşımları amasız fakatsız olumlu görerek, yeterli görmeden daha fazlasını kazanabilmek için pozitif muhalefeti esas aldık.
Yani 1982’de hayır dediğimiz anayasayı demokratik açılımlara vesile olacak şekilde revize eden hiçbir değişikliği küçümsemeden, Türkiye’nin demokratik geleceğini demokrasi açığını giderecek adımlarla sürdürmenin önemine inandık.
Doğaldır ki, mevcut 12 Eylül anayasasını zaafa uğratacak düzenlemelere hangi gerekçelerle iyimser yaklaşmışsak bugünde aynı gerekçeyle 12 Eylül anayasasını kalıcı kılan hatta daha da gerisine düşen tekçi ve demokrasiyi dışlayan mevcut anayasa değişiklilerine de hayır diyerek karşı durma göreviyle karşı karşıyayız.
Bu gerekçenin adı, demokrasidir, Türkiye’nin demokratik geleceğidir. 12 Eylül 1980’den bugüne, bütün hükümetlerin toplumsal mücadelenin baskısıyla ya da AB görüşmelerinin mecburiyetleri üzerinden atmış oldukları adımların bir çırpıda bugünkü siyasi iktidar tarafından rafa kaldırılma girişimi karşısında, “şimdi hayır” deme zamanıdır.
Bugün karşı karşıya kaldığımız sorun, sadece bir anayasa değişikliği sorunu değildir. Nasıl 12 Eylül yönetimi, yapmış olduğu anayasa ile Türkiye toplumunun o güne kadar kat etmiş olduğu demokratik aşamayı yok saymış ve yeni bir sistem/rejim inşa etmişse, bugün yapılacak anayasal değişiklikler de Türkiye toplumuna yeni bir rejimi ve sistemi dayatmaktadır.
AKP’nin özellikle, Kürt sorununu barışçı bir şekilde ve müzakere ederek çözebilecek ve demokratik siyaseti güçlendirerek şiddete son verebilecek şansı geri çevirmesi sonrasında yaşadıklarımız, bugün bizi böylesi bir yeni rejim inşa etme girişimi ile karşı karşıya bırakmıştır. İçeride ve dışarıda savaş eksenli bir siyasetin etrafında oluşturulan yeni iktidar koalisyonu, siyaset sahnesinde AKP/MHP ittifakı olarak şekillenmiş durumdadır.
Özellikle milliyetçi/muhafazakar bir ideolojik akılla şekillendirilmeye çalışılan bu yeni rejim adımı, toplumun farklı kesimlerini top yekûn dışlamayı, etkisiz kılmayı amaçlamaktadır. İktidar bloğu özellikle 7 Haziran seçimlerinin açığa çıkarmış olduğu umudu geriletmek ve yok etmek üzerine milli bir mutabakat sağlamış gözükmektedir.
Bu mutabakatın ana ekseni, özellikle Kürt siyasetini demokratik siyaset zeminin dışına atmak, seçilmişleri ve onları seçen halk iradesini yok sayarak her türlü saldırıyı OHAL koşullarında fütursuzca hayata geçirmektir.
Sadece Kürt siyasetini değil, yeni devlet aklının karşısında olan ve demokratik bir Türkiye’nin mücadelesini veren bütün muhalifler bu dışlanmanın, etkisiz kılınma faaliyetlerinin başlıca hedefi durumundadır. Dolayısıyla, tarihte görülmediği ölçüde akademisyenlere, gazeteci ve yazarlara, siyasetçilere, sivil toplum örgütlerine yönelik büyük bir saldırı furyasını adım adım yaşamaktayız.
Önümüzdeki referandum süreci İktidar bloğunun bu gidişatını durdurabilmek, yaşadıklarımız karşısında toplumda ihtiyacı hissedilmekte olan duyarlılığın açığa çıkarılması açısından bir şans olarak da değerlendirilebilir. Şayet bu referandumda, AKP ve bu milliyetçi/muhafazakar aklı geriletmek mümkün olabilirse, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından yeni bir sayfa açmak ve umutlanmak mümkün olabilecektir.
Bu dönemde Türkiye toplumunun dikkati, memleketin demokratik geleceğine odaklanabilir, duyarlılık bu yönde yaratılabilirse, referandumun nasıl sonuçlanacağından çok, son yıllardaki teslim olmuşluk hali açısından yeniden umutlanarak mücadelenin büyütülmesi referandum sonrası mümkün kılınabilecektir.
Sonuçta referandumdan hangi sonuç çıkarsa çıksın, referandum, bu yeni devlet aklının son hamlesi olmayacaktır. Referandumu yeni rejim inşasındaki ilk adım olarak okumak ve esas atılacak adımlar için gerekli olan bir başlangıç olarak değerlendirmemiz gerekir. İktidarın esas adımları referandum sonrası ardı ardına gelecektir.
Dolayısıyla referandum kampanya dönemini sadece verilecek bir hayır oyu ile sınırlı görmeyen, aynı zamanda bir süredir AKP’nin politik hegemonyasına direnebilecek, toplumun farklı kesimlerini demokrasi mücadelesi içinde ortak hareket edebilecek güvene ve dayanışmaya kavuşturma mücadelesi olarak planlamak gerekir.
Bu nedenle şimdi” hayır zamanı” derken, aynı zamanda şimdi “mücadeleyi büyütme ve birleştirme zamanıdır” demek doğru olacaktır.

 

PAYLAŞ