1970 yılına kadar, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli ve Çanakkale’nin Gelibolu Yarımadası’ndan oluşan; ayçiçeği, buğday, pancar, çeltik ve diğer ürünleri, bunlara dayalı ufak ölçekli tarım sanayi, pırıl pırıl dereleri, ormanları, yemyeşil Ergene Havzası ile yaşam fışkıran bir Trakya vardı.
1970’lerin başında siyasiler ve sanayiciler el ele vererek 6.000 nüfuslu Çerkezköy’ü sanayi bölgesi ilan etti. Suyu az, ulaşımı sıkıntılı, demiryolunun aktif olmadığı bu ilçede devlet, teşvik, vergi/gümrük muafiyeti ve ucuz arazi temini ile cazibeyi artırdı. Buna ucuz iş gücünü de ekleyince sanayi için bir cennet yaratıldı.
Bölgeye dayalı hiçbir planlama ve altyapı çalışması da yapılmayınca, işkolu temelli alan kullanımı da olmadı. Hem birinci sınıf tarım toprakları sanayi alanı oldu, hem de tüm iş kolları iç içe yerleşti.
Çerkezköy doldukça sanayi, Çorlu İlçesi’ne doğru Kızılpınar, Veliköy, Velimeşe, Yulaflı’ ya, Saray İlçesi’ne doğru Kapaklı, Yeniköy, Büyükyoncalı’ya ulaştı. Çimentoyla Vize buluştu. Çorlu içindeki sanayi şişkinliği Velimeşe ile buluşurken, Tekirdağ ve Lüleburgaz hattında hızla ‘gelişme’ oldu. Tekstil, kâğıt, yağ, cam, kimya ve ilaç sektörü Çorlu – Lüleburgaz arasını doldurdu. Muratlı İlçesi de payına düşeni aldı. Çorlu İlçesi İstanbul’un baş belası deri sektörüne kapısını açtı. Kazlıçeşme Çorlu’ya taşındı. (Bu arada arsa spekülatörleri büyük vurgunlar yaptı.)
Köylü nüfusumuz ise iş gelecek diye arazilerini kendilerine göre “yüksek” fiyatlarla sattı.
Tüm bunlar olurken bir yandan da bilim insanı kimliklerinden sıyrılan bazı akademisyenler birinci sınıf tarım topraklarına beşinci sınıf tarım toprağı raporları vererek yatırımcıların önünü açtılar.
Yerel yönetimlerden çıkan cılız seslere bakanlık müdahaleleriyle çözüm üretildi. Bir devlet “büyüğümüz” dedi ki; “Sanayicimiz ne kadar cesur ruhsatsız yatırımlar yapıp üretime geçmiş, kutlamak lazım.”
Edirne, Tekirdağ merkez ilçeleri de sanayileşmeden aynı şekilde nasiplerini aldılar.
1977 yılında İğneada Mert Gölü, kişi mülkiyetine indirgenip TRT’ye satılırken, bu satışı İğneada halkı ayağa kalkıp engellemişti. 12 Eylül, yarattığı korku ile bu geleneği yok etti.
Bu süreçte; Ergene Havzası zaman içinde 1500 fabrikaya ev sahipliği yapar hale geldi. Özellikle tekstil, yeraltı suyunu hızla tüketirken, kaçak kuyular ve yerinde deşarj uygulamaları da su varlığını kirletip tüketti. Tarım toprakları yok oldu. Derelerimizden ve Ergene Nehrimizden sanayi ve kentsel atıklarla zehir akmaya başladı. Hayvanlar, suyla bitkiyle; toprak, ilaç, toksik atık ve gübre ile zehirlendi. Buna bir de Lüleburgaz-Hamitabat Termik Santrali eklendi. Çernobil’le birlikte kanserin tavan yaptığı bir bölge haline gelirken, Istranca Ormanları ve longoz rant politikalarının hedefi oldu.
İstanbul İl Genel Meclisi, bu süreçte Trakya ürünlerinin İstanbul’a sokulmaması tavsiye kararı alabildi.
KÖTÜ GİDİŞİN FARKINDA OLAN İNSANLAR İÇİN BİR UMUT IŞIĞI YANDI
Trakya Üniversitesi ile Çevre Bakanlığı arasında Ergene Havzası Bölge Planı Hazırlama Anlaşması imzalandı. Üniversite planı hazırlayıp Bakanlık’a teslim etti. Çevre Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı ile planı önce askıya aldı sonra revize etti. Daha sonra İstanbul Metropolitan Planlama Merkezi’ne devretti. Yapılan plan Trakya’nın tamamen İstanbul’un arka bahçesi ve onun ihtiyaçları için kullanılan bir bölge planı oldu. Trakya halkı sessiz kaldı. UMUT SÖNDÜ.
Son yıllarda sabit hayvan ağılları( 500-2000 baş hayvan için) ruhsatlandırması ile küçük dere yatakları, kuru dere yatakları dâhil atıklarla zehirlendi. Yağışlarla birlikte tüm atıklar göletlere ulaştı. Su kirlendi, balıklar öldü, hayvanlar zehirlendi.
Edirne – Uzunköprü çeltik ekiminin bir kısmı %20-25 kadarı Ergene’den sulandığı için çeltik tartışma konusu oldu ve üretici mağdur edildi. Son tahlilde Ergene’de siyanür bulundu. Ergene Havzası’na artık ölüm havzası denmesi hiçte abes karşılanmıyor. Havzada ölümlerin %40 ı kanser, geri kalan ise kalp ve solunum yolu hastalıklarıdır. Edirne – Keşan İlçesi kalitesiz kömür kullanımından yaşanmaz hale gelmiştir.
Ergene Havza planına dayalı 1/100.000 ve 1/25.000lik planlar yapılırken, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne il genel meclisleri bu planlara onay vererek Trakya’yı seçim ve bireysel çıkarlara feda ettiler. Doğanın tahribatına izin verdiler.
Özelleştirmeyle Sarmısaklı Çiftliği’nin satılmasıyla, Trakya köylüsüne buğday, ayçiçeği, pancar tohum üretim merkezi kaybettirildi; hayvancılıkta ise damızlık merkezi yok edildi.
Sözde “tarım destekleme” politikalarıyla pancara vurulan kota darbesi de Alpullu Şeker Fabrikası’nı üretim dışına itti. Pancarın bölgesel önemi göz ardı edildi.
Hızlı trenle İstanbul’un kalbine Eminönü’ne ulaşma hayali yaratılan Trakya, yıllardır beklemede.
Rusya’dan gelecek doğal gaz boru hattı için, Kıyıköy, Lüleburgaz, İpsala’dan Yunanistan hattı seçilmiş durumda. Tekirdağ kuzey ormanlarında, Saray İlçesi’nde 100 hektarlık bir alanda, İstanbul’da yapılan havalimanı dolgu malzemesini karşılamak için maden ocağı izni çıkarıldı.
Enerji bölgesi ilan edilen Trakya’da, Hamitabat termik kapasite artırımı, Zorlu Enerji Dönüşüm çalışması, Silivri, Çerkezköy ve Kırklareli’nde kömüre dayalı termik santral girişimi gündemde. Bu santrallerin ihtiyacı olan kömür için Vize İlçesi’nde onlarca sondaj izni verilmekte. Yapılması planlanan çimento fabrikalarının ve kapasite artırım çalışması süren Pınarhisar Çimento Fabrikası’nın hammadde ihtiyaçları için taşocağı izinleri verilmekte. Taş ocakları ve kuvarsit işletmeleri patlamalı işletileceğinden hava kirliliği ve orman yangını tehlikesi yaşanacak. Demirköy ilçesinde özel şirketlerin 2831 hektarlık alanda 91 adet bakır arama izni ve bu talepler için ÇED gerekli değildir kararı, artık gizlenemeyen İğneada’da planlanan nükleer ve termik santraller, Istranca’da yanlış yer seçimiyle ruhsatlandırılmaya çalışılan RES’ler Trakya’nın idam fermanı olmaktadır.
Bu izinler havzadaki yeraltı su beslenmesinin önünü kesecek, Ergene Havzası susuz kalacak, dün “umut” olan tekstil fabrikaları kapanacak ve işsizler ordusu çığ gibi büyüyecek.
Asıl korkunç olanı, yerel siyasetçiler, STK’lar, sendikalar, tarım alanlarında yaşayan halkımızın sessizliği.
HEM KENDİ YAŞAMIMIZ, HEM DE GELECEK NESİLLER İÇİN TRAKYA’YA SAHİP ÇIKMALIYIZ.