Sevay Akkan Açıcı: Kadınlar Olmadan Barış Toplumsallaşamaz

Bu dünyanın yaşanır olmaktan çıktığını sık sık tekrarlar olduğumuz bu günlerde siyasi gündeme yetişmek için büyük çaba harcıyoruz. Birçoğumuz kendimizi hiç bu kadar güvencesiz hissetmediğimiz duygusuyla boğuşuyoruz.  Yaşam alanlarımızın rant uğruna talan edilmesi, insan hayatları üzerinden yapılan iç ve dış siyaset, pazarlıklar ve yolun başında iken sonlanan gencecik yaşamlar, acı, vahşet, belirsizlik…

Böyle bir konjonktürde barışın sağlanması açısından da katılım adaleti, kadınların toplumsal ve siyasal yaşama eşit katılımı kritik önemdedir.

Savaşlarda en çok kadınlar zarar görmektedir. Dolayısıyla barış ve müzakere süreçlerinde kadınların asli rol alması hem eşit bir yeni yaşamı oluşturma açısından, hem de bu yeni yaşamın sürdürülebilir olması açısından gereklidir.

BM’nin 2000 yılında aldığı 1325 nolu kararında “Kadınlar barış görüşmeleri de dâhil olmak üzere barış inşasının her evresine katılmalı. Tüm barış anlaşmaları kadınlar ve kız çocuklarının güvenliğini sağlamak zorunda. Barış süreçleri toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmeli ve sağlamalı” denilmektedir.

Birçok ülkede kadınlar bu yönde farklı mücadeleler sürdürmüşler, öncelikle resmi görüşme heyetlerine katılmaya çalışmışlardır. Ancak hem devlet, hem de örgütlerin üst kademelerinde kadınlar sayıca az olduğu için bu gerçekleşememiş, görüşmelere tanık olarak ya da sivil toplum ve akademisyenlerden oluşan gözlemci heyetler kurarak dâhil olmuşlardır.

Kadınlar kendi feminist bakış açılarıyla toplumsal bir barışın nasıl inşa edileceğine dair tahayyüllerini ortaya koymaları açısından da bu süreçlerde önemli katkı koymuşlardır. Nüfusun yarısını oluşturan ve savaşı en ağır şekilde yaşayan kadınların barışın inşası için öngördükleri yol ve yöntemlerin var olması toplumda da farklı bir algıyı yaratabilme gücüne sahiptir. Bundan dolayı farklı kesimlerdeki kadınları bir araya getirebilen örnekler mevcuttur.

Müzakere ve barış sürecinin rafa kaldırıldığı bu dönemde, kadınlar kendi birikimlerine, güçlerine ve söylemlerine güvenerek, kadın hakikatini ortaya çıkarmakta ve savaş ortamındaki cinsiyetçi, milliyetçi ve militarist politikaları deşifre ederek yeni bir yaşamın inşası anlamında toplumsal barışı savunmaya devam etmektedir.

Biz biliyoruz ki kadınlar özgürleşmeden bu toplum özgürleşemez ve yine biliyoruz ki kadınlar olmadan barışın toplumsallaşması mümkün değildir.

Ne var ki toplumsal cinsiyet rollerimiz kadın ve erkeğin kendi istekleri veya tercihleri doğrultusunda bireysel gelişmelerini sürdürmelerini önlüyor ve onları belirli bir biçimde yaşamaya zorluyor.

Gerçek şu ki kendimizi birey olarak geliştirmeyi istiyorsak, öncelikle yaratıcılığımızı ve özgürlüğümüzü kısıtlayan cinsiyet normlarını kırmak zorundayız.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği çağımızın en temel meselelerinden biridir. Sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlar başta olmak üzere yaşamın tüm alanlarının eşitlikçi bir anlayışla yeniden düzenlenmesi için mücadele etmek, en öncelikli hedefimiz olmalıdır.

Kadın-erkek eşitliğinin yaşamın tüm alanlarında sağlanması için mücadele etmeliyiz. Erkek egemenliğini pekiştiren sistemle, yasalarla, kurallarla, alışkanlıklarla, örf ve adetlerle ve zihniyetlerle mücadele etmek, toplumsal ve siyasal yaşamın her düzeyinde pozitif ayırımcılığı savunmak, eşitlikçi bir siyasal hareketin de ana uğraşlarından biri olmalıdır.

Kadınlar lehine pozitif ayrımcılık ilkesi anayasa, siyasi partiler ve ilgili tüm yasalarda yer almalıdır. Siyasi partilerde yüzde elli eşit temsiliyet zorunluluğu olmalı, yasalardaki cinsiyetçi bakış açısı ve cezalandırma mantığı değişmelidir.

Türkiye dünyada kadın erkek eşitsizliğinin en ağır yaşandığı ülkelerden biridir. Dünya Ekonomik Forumu’nun 142 ülke üzerinden yaptığı araştırmaya göre, Türkiye kadın-erkek eşitliğinde 125. sırada.

Mevcut iktidarsa bu eşitsizliği gidermek bir yana, Bakanlıklardan kadın ismini çıkararak Aileden Sorumlu Bakanlık olarak değiştiriyor. Meclis boşanma komisyonuysa tüm kadın ve çocuk haklarını gasp edecek ve var olan yetersiz haklarımızı da geri alacak bir rapor yayınlıyor. Biz bu raporu tanımıyor, bu ceberut devlet anlayışını kabul etmiyoruz.

Biz kadınlar onca yılın yoksunluğuna “Artık Yeter!” diyoruz. Mahkemelerde adil olmayan tutumlara maruz kalmaktan, kadın katillerinin yargı tarafından kayırılmasından bıktık.

Biz artık, adaletin, hukukun, yönetenlerin eşit muamele yaptığı,

Şiddete uğradığımızda her türlü koruma tedbirine, sığınaklara, özgür yaşam evlerine sahip olduğumuz,

Ev içi çalışmanın da, çocuk, yaşlı ve hasta bakımının da toplumsallaştırıldığı,

Çocukların yemyeşil parklarda koşuşturduğu, her mahallede ve iş yerlerinde güvenle kalabilecekleri ücretsiz kreşlerin olduğu,

Meclis’in yarısının kadın olduğu, kadın vekillerin kadın mücadelesini temsil ettiği,

Savaşın ve şiddetin olmadığı,

Başta erkek egemenliği olmak üzere, hiçbir egemenliğe tabi olmadığımız,

Bir ülke ve bir dünya için mücadele ediyoruz. Özgürleştiğimiz bir Türkiye’yi hayal ediyoruz.

Bunu yapabiliriz! Çünkü kadınların tarihi mağduriyetler tarihi değil, mücadeleler tarihidir…

PAYLAŞ