Dünya’da en sevilen oyun nedir diye sorsak kendimize, sevsek de sevmesek de vereceğimiz tek cevap vardır; futbol. Bir topu tekmeleyerek üç direk arasından geçirme esasına dayanan bu oyunun insanları bu kadar cezbeden yanı ne olabilir ki?
Buna verebileceğimiz ilk yanıtın basitlik olduğunu düşünüyorum. Kuralları basit, oynaması basit, seyrederken anlaması basit… Endüstriyel futbolun mabetlerini, büyük statlarını, yeni gladyatör arenalarını yaratmak için harcadığı trilyonlar ve koskoca futbol endüstrisi sizi yanıltmasın. Bu oyunun temeli bir top ve boş bir alan bulma esasına dayanır. Kale olmasına gerek yok, iki işaret taşı bu görevi görür. Bu nedenle her yerde her alanda oynanabilecek kadar basit bu oyun, yoksulların temel eğlencesi ve sporu haline gelmiştir. Bu nedenle her boş arsada, sokak aralarında, bahçelerde oynanabilen bu oyun gönülleri fethetmiş, bütün dünyayı sarmıştır.
Dünyanın neresine giderseniz gidin boş alan bulan çocukları bir topun peşinde koştururken görürsünüz. Afrika’nın sazdan kulübelerinin etrafında da, Avrupa’nın çok katlı binalarının bulunduğu sokaklarda da, Brezilya’nın gecekondularında da görüntü aynıdır. İklim değişir, arkadaki manzara değişir ama top peşinde koşan çocuklar gerçeği değişmez. Çöl, orman, step, plato fark etmez. Yeter ki bir top olsun ve çocuklar. Hatta bazen top olmasa bile olur. Topa benzetilmiş bir nesne bile çocukların ayağında en mükemmel topa dönüşür. Tek kişiyse bile bir duvarın karşısına geçer ve duvara şut çeker yine oynar.
Bence işin sırrı da budur. Futbol bir oyundur ve hepimizin oynadığı ya da arkadaşlarımızı oynarken seyrettiğimiz, yaşamımızın tam içinde ve bizim olan bir oyun. İnsanlığın içindeki çocuk bu oyunun tadını almıştır ve gelişiminin birçok noktasında futbolun önemli bir rolü olmuştur.
Futbol oynarken bireysel yeteneklerin, topa vuruşun, koşman önemlidir, ama bundan daha önemli bir şey daha vardır: takım olarak birlikte hareket etmen, yardımlaşman ve arkadaşlarınla uyumun. Hem bireysel becerilerini kullanmak gereklidir hem de bu yeteneklerini kolektif bir uyumun parçası yapma becerisini göstermen gerekir. Futbol bu yönüyle birey özelliklerini yitirmeden aksine onları kullanarak takım olarak hareket etmenin sırlarını öğretir bir çocuğa.
Bu yukarıda saydıklarımız aslında özlediğimiz bir dünyanın ipuçları da değil midir? Birey olarak özgünlüğümüzü yitirmeden dayanışma içinde kolektif bir yaşamı örmek. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz derken biraz da bundan bahsetmiyor muyuz acaba?
Toplumsal yaşamı örmenin deneyimini bize aktaran mükemmel bir oyundur futbol.
Endüstriyel futbol dünyası bize başarıya odaklanan zenginlik hikâyeleri anlatsa da, bu oyunu oyun olmaktan çıkarıp seyir zevkini satıp taraftarı müşteri haline getirse de, her şeyi metalaştırsa da bir gerçeği değiştirmeyi başaramamıştır. Futbol bizimdir, yoksullarındır ve gazozuna futbol mahalle aralarında oynanmaya devam ettiği sürece bizim toplumsallaşma eğitimimizin önemli bir parçası olmaya devam edecektir.
Futbol oyununu cazip kılan yanlardan biri de sonsuz sayıda hareket alternatifinin oyunun içerisinde yer almasıdır. Öngörülemez. Bir oyun başladığında oyunun genel akışı için genel bir tahminimiz olabilir, ama gelişecek pozisyonların ve sonucun kesin tahmini imkânsızdır. Bu takımların, oyuncuların hakemlerin o günkü performanslarına bağlı olduğu kadar şans faktörünü de içerir. Hava durumu, oyuncunun ayağının kayması, topun birilerine çarpıp pozisyon oluşturması gibi hayatın tüm sürpriz olasılıklarını da içinde barındırır. O yüzden sonucun ne olacağı ancak maçın son düdüğünde belli olur.
Bu, hem oyunun seyir zevkini artıran bir faktördür hem de direnç yeteneğini geliştiren umut yeşerten bir özelliktir.
Güçlülerin her zaman kazandığı bir oyun değildir futbol. Bu yüzden Afrika’nın yetiştirdiği en büyük oyunculardan George Weah bu oyun için ezilen halkların mutluluğu demiştir. (Bilmeyenler için kazandığı birçok ödülün yanı sıra 1998 yılında ‘Yüzyılın Afrikalı Oyuncusu’ ödülünü alan Weah, Afrika’nın yetiştirdiği en büyük futbolcu olarak tarihe geçti.)
Evet, futbol ezenlerin kitleleri uyutmak için kullandığı bir afyon olarak değerlendirilse de futbolun kendi dinamiği bunu aşan bir yapı ve direniş noktası oluşturur. Fado, fiesta, futbol üçlüsü kitleleri uyutmanın ötesinde yoksulların zulme karşı koyuşlarının dayanakları haline gelmiştir. Fado yoksulların acılarını paylaştığı ve sağalttığı müziği, fiesta kapitalizmin çalış çalış öğütlerine karşı tembellik hakkımızın bayrağı, futbolsa ezenlere karşı direnişimiz ve zaferlerimizin sembolüdür aynı zamanda.
Nasıl Barselona, Atletico Bilbao ve benzerleri sadece bir futbol takımı olmanın dışında Katalanların, Basklıların direnişlerinin bir simgesi ise Amedspor da ülkemizde Kürt halkının hak mücadelesinin bir sembolü haline dönüşmüştür.
Yani futbol başka işlevler için kullanılmaya çalışılsa da yoksulların basit spor olanağı ve ezenlere karşı direnişlerinin sembolü olarak önemlidir. Sol camianın ve aydınlarımızın futbolu küçümseyen bıyık altı gülümsemelerinin bir haksızlık ve tek taraflı bir bakış olduğunu düşünüyorum.
Mesela, Liverpool’un eski Teknik Direktörü Bill Shankly’e göre futbol, ‘’bir ölüm-kalım meselesi değildir. Ondan çok daha önemlidir’’.
Simon Kuper’e kulak verirseniz, ‘’futbol asla futbol değildir’’.
Barcelona taraftarlarına sorarsanız, statlarında şöyle haykırdıklarını duyarsınız; “Visca Barca, visca el Cataluna”, yani “Barca kazanınca, Katalonya kazanır!”
Che Guevara’ya göre ise ‘’sadece basit bir oyun değildir, futbol devrimin silahıdır”.
Bence de futbol bunların hiçbiri ve hepsidir. Hayatın yansımasıdır ve saygıyı hak eder. Futbola ve barındırdığı değerlere saygılarımla…