Bugün Dünya Su Günü ve ülkemiz dahil dünyanın birçok yerinde suyun şişelenerek, barajlara hapsedilerek, kullanım hakkının küresel sermayeye ya da kamu-özel diye nitelendirilen birliklere devredilerek özelleştirilmesine karşı mücadele sürüyor.
Erişime açık suyu %85’inin, nüfusun %12’si tarafından kullanılıyor olması ise, dünya üzerindeki adaletsiz dağıtım hakkında çok şey söylüyor.
Dünya Bankası, IMF, OECD, “kullanan öder” prensibinin gerektiği gibi uygulanması, piyasa temelli araçların kullanılması, daha etkin fiyat mekanizmalarının yürürlüğe konması, kamu-özel iş birliklerinin arttırılması konusunda çalışıyor, şirketleştirme, müşteri katılımının genişletilmesi, mali yapının dönüştürülmesi gibi araçları savunuyor ve hayata geçiriyorlar.
Özelleştirmelerden sonra Dünya Bankası raporları bile su hizmetlerinin kamu tarafından daha iyi verildiğini söylemektedir. Su imtiyaz haklarının devrinden sonra su fatura bedellerinin 2-3 kat arttığı, bazı ülkelerde salgın hastalıklar baş gösterdiği, iletim vb hatlara yatırım yapılmadığı, maliyet gerekçeleri ile çok sayıda insanın işten çıkarıldığı gözlenmiştir.
Su, ekonomik bir kalkınma aracı değil tüm canlıların yaşam hakkıdır.
Su, merkezi yönetimin hegomanyasından uzak, yerel ölçekte, halkın katılımı esasıyla ve dezavantajlı durumda olanlar lehine suya erişim noktasında pozitif ayrımcılık ilkesi ile paylaşılmalıdır.
Su havzalarının üzerindeki kapitalist baskı kaldırılmalı, rant, yapılaşma, Hidroelektrik Santral (HES) lisansları/ su kullanım hakkı anlaşmaları, maden arama izinleri vb iptal edilmeli, “doğal dengenin sürdürülebilirliği”ne göre koruma politikaları geliştirilmelidir.
Hibrit tohumlar yerine, yerele daha iyi adapte olmuş az su ve besi maddesi tüketen yerel çeşitlere ağırlık verilmesi, geçimlik tarımın güçlendirilmesi, su ve toprağı koruyacak yenileştirilmiş geleneksel tekniklerin geliştirilmesi gibi tarım politikalarındaki değişiklikler mutlaka yapılmalıdır.
Sanayinin yer altı ve yüzeysel sulardan kaçak su çekmeleri engellenmeli, fosil akiferden su kullanımına izin verilmemeli, kullandıkları suyu arıtarak tekrar kullanmalarını sağlayacak yasal zorunluluklar getirilmelidir.
Su mücadelesinde, dünyada en zor koşullarda yaşayan yerel toplulukların çıkarlarından hareket edilmeli ve talepler ortaklaştırılmalıdır. Saldırı küreselse, direniş de küresel olmalı ve yerel, tarihsel ve kültürel tüm farklılıklar göz önüne alınarak bilgi, deneyim paylaşım ağları örgütlenmeli ve yaygınlaştırılmalıdır.
Canlıların, güvenilir, sağlıklı, içme kalitesindeki suya erişimi bedelsiz sağlanmalı, bu yaşamsal hak kapitalizmin insafsızlığına terk edilmemelidir.
Eylem Tuncaelli – Naci Sönmez
Yeşil Sol Parti
Eş Genel Sözcüleri