Ufuk Uras (Zeytin-Sen Kurucu Üyesi); AKP’nin Serencamı

16 yıllık bir partinin girdiği her seçimden birincilikle çıkması, özgün ve dersler çıkarmaya değer bir durumdur.  AKP’nin oyları düşmesine karşın hegemonik bir parti, post-hegemonik bir partiye dönüşüyor. Erdoğan’ın otoriter popülizmi bütün adaletsiz ve eşitsiz şartlara karşın toplumsal destek bulabiliyor.

İçinden geçtiğimiz iktisadi krize rağmen vaat siyasetinden çok Erdoğan’ın plesibitine ve “parlamenter sistem mi başkanlık sistemi mi?” tartışması ön plana çıkıyor.

Nisan ortasında seçimlerin birinci turda biteceğini saptamamıza karşın seçimin 2. tura kalacağı varsayımına dayanan model de, seçim sonuçlarını takip örgütlenmesi de maalesef hızla çöktü.

Uluslararası konjonktür açısından küreselleşmenin has partisi olarak başlayan süreç küreselleşmenin asli aktörleriyle kavgaya dönüşmesi önemli bir kırılmaya denk düşüyor. Ama seçim sonuçları uluslararası eksendeki ilişkilerin normalleşmesi sonucunu da verebilir.

İç konjonktürde de merkeze tepki oylarını alarak merkezi yeniden inşa etmeye yönelen AK partinin, giderek itiraz ettiği eski Türkiye’nin özneleriyle kurduğu ittifak süreciyle AKP’ye dönüşmesi de, dış konjonktürdeki değişimle senkronize bir iç kırılma anlamına geliyor.

AKP’nin siyasi matriksi parlamenter sistemden başkanlık sistemine evrilmesiyle değişiyor. MGK üzerinden devlet aklı, Kürt sorunuyla başkanlık yapılanması içinde baş edebileceğini düşünüyor.

Türkiye siyasi tarihindeki bütün önemli değişimler merkez siyasi çizgideki kırılmayla oluştuğu için, 4 seçmenden birinin kararsız olduğu bir ortamda gözler AKP içindeki memnuniyetsizlere yöneldi ama 24 Haziran seçimlerinde onların adresi yine ittifak içindeki MHP’ye kaldı.

Eski dostların düşman olmasını bir oyun ve tali bir faktör gibi algılayan bütün siyasi okumalar yanlıştır. DP’nin CHP içinden çıkması, Ecevit’in ha keza CHP’den ayrışması, Fazilet’ten AKP’nin çıkması ve Gülenciler AKP ayrışmasını bir oyun ya da “dün beraber değil miydiniz?” şeklinde hafifseyen ya da bu analizi muhalefetinin merkezine koyan yaklaşımların işi zor. Usame Bin Ladin’i ABD’nin destekleyip sonra düşman olmasını da bu zihniyet yapısı doğru okuyamadı. Unutmayalım ki Stalinizmi tasfiye eden Kruşçev de eski bir Stalinistti. Her ağaç kurdunu içinde taşıyor.

Osmanlı’da da Cumhuriyet döneminde de siyasi düzey dini düzeyi her zaman kontrol etti. AKP’nin toplumu muhafazakarlaştıran hattını “teokrasi geliyor” diye okumayı tercih eden ve resmi laiklik çizgisini merkeze koyan ana muhalefet partisinin hattı sadece AKP’yi güçlendirdi.

Olgusal gerçeklerle kendi değerlerimizi ikame eden yaklaşımlar ya da hayattan kopuk politik doğruculuğa bel bağlayan pür-steril yaklaşımların siyasette bir karşılığı yok. Bazı doğruları mutlaklaştırdığınızda siyasi faydayla ilişkisini koparıveriyorsunuz.

Bugün, eski Türkiye karşısında yeni bir Türkiye’den yana olduğunu söyleyen AKP, tek parti dönemi parti devletine sahip çıkarak, dairesel bir başa dönüşü başka bir konjonktür altında gerçekleştirmiş oldu.

Siyasi tarihimiz ne lineer-çizgisel, ne dairesel, ne de spiral bir gelişme izledi. Adeta satrançtaki atın hamleleri gibi kestirilmesi kolay olmayan süreçlerden geçtik. Eski Türkiye (örneğin Saadet Partisi) karşısında AKP yeni Türkiye’yi temsil ettiğini söylerken, Saadet Partisi neredeyse eski Türkiye (AKP) karşısında yeni Türkiye’nin sesi soluğu oluverdi sanıldı, ama seçimlerde ciddi bir varlık gösteremedi.

Dün Erdoğan’ın siyasi yasağına karşı çıkılırken, bugün AKP-CHP ittifakıyla Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının siyasi yasağı, dokunulmazlıkların kaldırılması skandalıyla gündeme gelebildi. Buna rağmen HDP barajı geçerek “aforoz siyaseti”ni boşa çıkardı.

Gerek 2015 seçim beyannamesinde, gerek “Hedef 2023” programında başkanlık tercihini ortaya koyan AKP, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de %51 oy almayı başarmıştı. Bugün de Erdoğan %52 ile ilk turda onay almış bulunuyor.

Bu arada, 2007 anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının seçiminin halka sorulması referandumu önemliydi. Katılımın %67 olduğu halk oylamasında %68 evet, %31 hayır oyu çıkmıştı. DTP’nin evet oyu kullandığı bu süreçte solun nasıl bir politika geliştirmesi gerektiği konusunda bocaladığını biliyoruz. Biz geçmiş referandumları tartışırken Erdoğan ulusalcı muhaliflerle ortak tutum almayı da bildi.

28 Şubat Dolmabahçe mutabakatının geçersiz kılınmasında çok taraflı bir sorumluluk olduğu ortada, ama bu durumun soğukkanlı bir değerlendirmesi ve aşılması yönünde adım atılması yoluna gidilmedi. Tarafların birbirine karşı güvensiz tutumundan, gözlem heyetinin içeriğinde anlaşmaya varılmamasına, küresel aktörlerin devreye girmesinden, Suriye Kürdistanı’ndaki gelişmelerin tayin edici hale gelmesine değin bir dizi faktör hâlâ irdelenmeyi bekliyor. Ama bütün bu süreçleri tersine çevirecek bir irade ve politik olgunluk gösterilememesinin memlekete faturası çok ağır oldu. Öcalan daha Roma’dayken “kendi örgütüne yenildiğini” söylemişti.

İktidar bloğundaki cemaat yarılmasının 2010’larda başladığını ve iktidarın paylaşım ortaklığının iktidar savaşımına dönüştüğünü biliyoruz.  Dershanelerin kapatılması süreciyle beraber 2012 MİT kriziyle savcılığın MİT başkanını yakalama kararıyla birlikte savaş açık hale geldi. Konunun KCK soruşturmasından kaynaklanması, Oslo görüşmelerinde cemaatin tutumundaki farklılığı ortaya koyuyordu.

Hem darbeye hem de Erdoğan’ın otoriter popülizmine karşı çıkanlar, siyaseten alan genişlemesi sağlayamadılar. “AKP devleti ele geçirdi” diyenleri 15 Temmuz darbesi şaşırttığı gibi, Genel Kurmay Başkanı’nın tutuklanması, Kozmik odaya girilmesi, devletin yeniden yapılanması ihtiyacını, nepotizmin kurumları felç edici niteliğini gösterdi. Şimdi devleti baştan aşağıya yeniden inşa ediyorlar.

15 Temmuz darbesinin siyasi ayağının AKP olduğunu ilan edenler, aslında darbenin söz konusu olmadığını ima ederek, niye Yenikapı mitinginde sıraya dizildiklerini anlatamaz hale geldiler. AKP’nin darbenin sonuçlarından yararlanmasıyla, “darbe mekaniği”nin devreye girmesini ayrıştıramamak siyasette yine ölümcül bir hata oldu.

16 yılın ardından bugün bir arada yaşam siyasetini savunan bizler, bir arada durabilme becerisini göstermek durumundayız. Yeter ki AKP’nin 16 yıllık başarı öyküsü dahil, kendi üslubumuzca dersler çıkararak önümüzdeki yerel seçimleri örgütsel kampanyamızı tahkim ederek en geniş zeminde göğüsleyebilelim.

Demokrasi, büyük balığın küçük balığı yeme özgürlüğü değil, küçük balığın var olma hakkını teminat altına alan rejimdir. Bu bizim zemin için de geçerli.

Kavafis şiirinde, “’Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim’, dedin,
‘bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.” diyordu. Ama unutmayalım ki nereye giderseniz gidin, gittiğiniz yere yine kendinizi götürüyorsunuz.

Siyasi müktesebatımız ideolojik pozisyondan siyaset üretmeye çabalayan ideoloji merkezli partilere hep mesafeli oldu. Konu merkezli bir yaklaşımla yeni başlangıçlara, yeni sayfalara açık olmalıyız.

Yeşil-Sol adresimizi, kurumsal kimliğimizi ve örgütsel yapımızı tahkim edelim ki en geniş yanyana gelişlerimizde başkalarına da katkımız olsun. Toprağına kök salamayanların köklü çözümler üretmesi mümkün değil. Kendine hayrı olmayanın başkasına da faydası olmuyor.

PAYLAŞ