Yaşanan Felaket, Ranta Dayalı Beton Ekonomisinin, İmar Aflarının ve Mevcut Otoriter Yönetim Sisteminin Kaçınılmaz Sonucudur !

Yeşil Sol Parti Meclisi’nin gerçekleştirdiği deprem özel gündemli toplantı sonuç bildirgesi

6 Şubat Pazartesi günü Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen iki büyük deprem sonucunda bugün on binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, bundan çok daha fazlası ise yaralanmış durumdadır. Depremden etkilenen ve 15 milyona yakın insanın yaşadığı 10 ilimizde milyonlarca insan da evsiz kalmıştır. Yeşil Sol Parti olarak yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı; enkaz altından çıkan, evleri hasar gören yurttaşlarımıza geçmiş olsun diyor, yaralananlara acil şifa diliyoruz.

Can kayıplarının artmamasını içtenlikle dilemekle birlikte, deprem bölgesindeki gerçek durumun, resmi açıklamaların çok ötesinde olduğu, ne yazık ki kayıplarımızın açıklanandan çok daha fazla olacağı, yapılan resmi açıklamaların asıl manzarayı karartmaya dönük olduğu açıktır.

İnşaata dayalı bir büyümeyi esas alan AKP iktidarı, kentlerde ve kırsal yerleşim alanlarında, bir yandan mevcut yerleşim alanlarının yeniden imarı bir yandan da yeni alanların imara açılması yoluyla inşaat sektörünü şevkle desteklemiştir. Her iki yol da bugün yaşananların felakete dönüşmesine sebep olmuştur. Mevcut kentlerin ve yerleşim alanlarının kentsel dönüşüm ve yerinde dönüşüm projeleri ile iyileştirilmesi vaadi başta büyük kentlerde ve kentlerin rantı yüksek bölgelerinde olmak üzere yaşam alanlarının mutenalaştırılması sonucunu doğurmuştur. Halkın yaşam alanlarının iyileştirilmesi bir yana kentleri arındırılmış-soylulaştırılmış, güvenli yerleşim bölgeleri ve dayanıksız, sağlıksız konutlardan oluşan bölgeler olmak üzere yeniden bölmüştür. Depreme dayanıksız, güvensiz, sağlıksız konutların mesken haline gelmesi ise en yakın örneği 2018’de olan, imar affı uygulamalarıyla kolaylıkla çözülmüş ve bugün derin bir acı ve öfkeyle yaşadığımız gibi içinde yaşayanlar için mezara dönüşmüştür. 6 Şubat depremlerinde, 10 ilde, binlercesi yıkılan, binlercesi hasar gören 294.166 konuta, işte bu 2018’de çıkarılan imar barışı ile Yapı Kayıt Belgesi verilmiştir. İnşaat sektörünün irili ufaklı aktörleri, daha düşük maliyet, daha hızlı inşa süreci ve daha yüksek kar için mevcut yükümlülüklerini bir yana bırakırken devlet bu suça engel olmak yerine “imar barışı” adı altında hasıraltı etmiştir. Kentlerin çevresinde yeni yaşam alanları oluşturmak üzere imara açılan bölgelerin nitelikleri de benzer sonuçlar doğurmuş yapılaşmaya uygun olmayan, sulak alanlar, tarım arazileri, dere ve göl tabanları imara açılmıştır. Hem bu bölgelerin flora ve faunası açıcından geri döndürülemez tahribat yaratılmış hem de üzerine yapılan binaların dayanıklılığı sorunu doğmuştur. Tüm itirazlar, raporlar ve değerlendirmelere rağmen Amik Ovasına yapılan Havalimanının patlayan pistleri bunun örneğidir.

Depremin bugün yaşadığımız biçimiyle bir toplumsal felakete sebep olması sokakları, evleri, okul, hastane ve parkları ile kentleri nasıl planladığınızla ilgilidir. Geçmişte ve bugün insanlara mezar olan bu yapıları inşa edenler, izin ve onay verenler, yapı denetim işlerini özelleştirerek her türlü yozlaşmanın önünü açanlar, bilime, yasalara ve planlamaya uygun yapılmadığı halde “imar affı” gibi uygulamalarla bu sürece yol açanlar, mahallelerin afet toplanma alanlarını şaibeli ihalelerle satışa çıkarıp inşaata açanlar ortaya çıkan felaketin sıralı sorumlularıdır. Bu nedenlerle:

  • Tüm sorumlular yargılanmalıdır.
  • Yapı denetim ve kontrol mekanizmalarındaki yozlaşma ve çürümenin önüne geçecek yeni yasal düzenlemeler yapılmalı, bu alandaki özelleştirmelere son verilmelidir.
  • Kentsel dönüşüm projeleri, rant, emlak spekülatörlüğü, arındırma-soylulaştırma amacıyla değil, yurttaşların gerçek ihtiyaçlarını gözeten bir şekilde kamusal destekle yürütülmelidir.
  • Devlet eliyle bölgede uygun zeminlere, uygun inşaat yöntemleri ve iyi malzemeyle depremzedelere bedelsiz verilmek üzere konut üretimi planlanmalı ve bu çalışmalar bütün ihtiyaçlar karşılanana kadar devam etmelidir.
  • Deprem sonrası yeni yapılacak konutlarda ranta değil deprem güvenliğine öncelik verilmeli, tüm inşaatlar sıkı denetlenerek, çok katlı yapılardan ve zemini sulak alan an bölgelerden kaçınmalıdır. Yeni binaların proje ve inşaat süreci boyunca denetiminde TMMOB aktif rol almalı ve yaptırım yetkisine sahip olmalıdır.
  • Arama Kurtarma çalışmaları bölgeyi, semtleri yakından tanıyan, bölge halkı ile hızlıca ve yakından iletişim kurabilecek ve olası ihtiyaç durumlarında ivedilikle müdahale edebilecek olan yerel yönetimler tarafından örgütlenmeli, yerel yönetimler bu organizasyonu sağlayabilecek şekilde güçlendirilmelidir. Mevcut durumda Türkiye’deki aşırı merkezileşme AFAD örneğinde olduğu gibi hareket kabiliyetini azaltmış, hızlı müdahale edilemediği için can kayıplarının artmasına neden olmuştur.
  • Türkiye’nin en sık kullanılan ifadeyle “deprem ülkesi” olduğu bilgisi, bir yandan depreme dayanıklı yapılar ile önleyici tedbirler almayı gerektirmekte diğer yandan ise olası afet durumlarında işe koşmak üzere arama kurtarma, ilk yardım ekipleri oluşturmak, bu ekiplerin arama kurtarma çalışmalarının her aşamasında ihtiyaç duyacakları ekipmanların yaygın ve yeterli biçimde depolanması, hayatta kalanlara hızla ve insan onuruna yakışır biçimde destek olabilmeyi sağlayabilecek ekip, ekipman ve malzeme temini yoluna gidilmelidir.

AKP ile Devam Eden Bozuk Sistem Enkaz Altında Kalmıştır.

6 Şubattan itibaren depremlerin verdiği zarar, can kayıpları, milyonlarca insanın hayatında yaptığı yıkıcı tahribat yanında afete müdahale, arama kurtarma çalışmalarındaki gecikme ve sorunlar ülke gündemindedir. Türkiye’deki milyonlarca insan, karşılaşılan felaketin yanı sıra mevcut devlet yönetiminin yarattığı ikinci bir yıkımla yüz yüze kalmış durumdadır. Depremin ardından, tüm ulusal kapasitenin kullanılmasını ve gerektiğinde uluslararası yardım çağrısını içeren 4. Seviye Alarm ilan edilmesi, siyasal iktidarın ilk andan itibaren hangi boyutta bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu aslında bildiğini göstermektedir. Eldeki verilere ve bölgeden akan onca bilgiye karşın on binlerce insanımız enkaz altında bırakılmıştır. Arama kurtarma çalışmalarının hızlı ve uygun biçimde yapılmamış olması hayatını kaybeden insan sayısını ne yazık ki çok artırmıştır. Evlerinden çıkmayı başarabilenler ise kara kış koşullarında, altında aile bireyleri bulunan enkazla baş başa kalmış; beslenme, sağlık, barınma ve güvenlik ihtiyaçları yeterince karşılanamamıştır.

Güvenlikçi politikalar etrafında kurulan ittifak, tüm özneleriyle, devletin kurumsal kapasitesinin önemli bir kısmını, beka söylemi ile de paralel biçimde militarist pratiklere hasretmiştir. Tek adam rejiminin sağladığı bütün olanaklarla, devletin tüm kurum ve kuruluşları hem idari hem de mali olarak yozlaşmış, işlevsizleşmiş ve AKP seçmeni de dâhil olmak üzere tüm halk nezdinde güvenirliklerini kaybetmiştir. Bu tablo yaşadığımız deprem felaketi ile derinleşmiş, apaçıklaşmıştır. Özellikle ilk günlerde devlet tüm bölgede yalnızca koordinasyonsuzluk, organizasyonsuzluk, kaba kuvvet ve engellemeler şeklinde varlık göstermiştir. Depremden zarar gören milyonlarca yurttaşın, günler boyunca ısınma, su ve gıdaya erişim gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, hızla ve ülke çapında seferber olan halkların, futbol takımlarından hemşehri derneklerine kadar sivil toplum örgütlerinin, sendika, muhalif siyasi partiler ve sol-sosyalist güçlerin yan yana gelmesiyle oluşan dayanışma iklimi ile mümkün olmuştur.

Otoriterleşen ve otoriterleştikçe merkezileşen tek adam rejimi, sorunları çözen değil, onları krize dönüştüren bir niteliğe sahiptir. Mevcut yönetim anlayışının sorun çözme adına dokunduğu her yerde yeni ve daha derin sorunlara ortaya çıkıyor, böylece durum içinden çıkılmaz bir kaosa dönüşüyor. Hukuk yerine keyfiyeti, denetim yerine kayırmacılığı, planlama yerine idare-i maslahatçılığı, önleyici tedbirler yerine İslami kader/fıtrat söylemini, adil sosyal politikalar yerine yandaşların sınırsızca zenginleştirilmesi, milyonlarca yoksula inayet edilmesini, yardımseverliği koyan iktidar anlayışı boylu boyunca enkaz altında kalmış; yandaşlarına verdiği şaibeli ihalelerle yapılan havaalanları çökmüş, yollar parçalanmış, köprüler, hastaneler, okullar yıkılmıştır. İktidar, geriye kalan tek şey olan güvenlikçi söylemi ve zor aygıtını devreye sokmuş, bu politikalar ırkçı yapılanmaların köpürttüğü mülteci düşmanlığı ile birleşmiş ve “yağmayla mücadele” adı altında sokaklar şiddet, linç görüntülerine boğulmuştur. Rant, yolsuzluk, vurgun gibi fiillerin sorumluları olan sermaye çevrelerinin sorumluluğunu görünmez kılmak amacıyla büyüyen öfkenin sokaklardaki diğer depremzedelere ve yabancılara yönlendirilmesi bilinçlidir. Ülkenin her tarafında en küçük muhalif sesi dahi kolluk güçleri müdahalesiyle susturmaya çalışan siyasal iktidar, yaşanan bu şiddet ve linç dalgasına karşı kayıtsız kalmış, şiddetin önlenmesi bir yana, bu şiddet ve linç gösterilerine zaman zaman güvenlik görevlileri de katılmış, gözaltına alınmış insanlara uygulanan şiddet ve işkence görüntüleri bilinci bir şekilde servis edilmiştir.

Tek adam rejimi ve sözcüleri depremin ardından yaptıkları açıklamalarla, mevcut durum karşısında devletin yetersiz kalışını eleştiren depremzedeler başta olmak üzere kendilerinden başka herkesi hedef alıyor, yine bildik ifadelerle toplumsal muhalefeti kriminalize etmeye çalışıyorlar. Deprem bölgesinin 7269 Sayılı Yasa Kapsamında “Afet Bölgesi” ilan edilmesi gerekirken 10 ili kapsayan OHAL kararı, acil yardım sağlanmasında, enkaz kaldırma ve temizleme çalışmalarında, hasar tespit sürecinde durumu kolaylaştırıcı bir işleve sahip değildir. OHAL uygulamaları ile esas olarak depremin sonuçlarını ve devlet kurumlarının yetersizliğini sorgulayan yurttaşlar susturulmak istenmektedir. Yapılması gereken bölgenin 7269 Sayılı Kanun Çerçevesinde “Afet Bölgesi” ilan edilmesi ve bu illere kalkınmada birinci öncelik sağlanmasıdır.

Ranta Dayalı Kent Yönetimi, İnşaata Dayalı Büyüme, Irkçı, Ayrımcı, Şiddete Dayalı Politikalar Karşısında Dayanışmayı Örgütleyeceğiz!

İktidarın bu hali karşısında ise halklar dayanışmanın, bir arada, yan yana olmanın tarihsel örneklerinden birini sergilemektedir. Toplanan yardımları taşıyan tırlara el konmasından kriz koordinasyon merkezi haline getirilen Pazarcık Cemevine kayyum atanmasına kadar her cepheden yöneltilen engelleme çabalarına rağmen sivil girişimler, muhalefet örgütleri, sosyalistler bölge halkları ile birlikte yaşanan felaketin yaralarını sarmak için çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay Hatay Havalimanının onarılması haberleri üzerine sorduğu  “siz kimsiniz?” sorusunu biz yanıtlayalım. Biz mevcut sorunların ancak ülkenin ve toplumun demokratikleşmesi ile aşılabileceği unutmayan; kentlere ilişkin sorunların kayyum gibi uygulamalarla tamamen işlevsiz hale getirilmiş olan yerel yönetimlerin, sivil inisiyatiflerin, şehir plancıların, başta TMMOB olmak üzere meslek örgütleri ile birlikte çalışarak çözebileceğinin farkında olan; sokaklarını ırkçılara, yabancı düşmanlarına, şiddete ve linç görüntülerine teslim etmeyecek olanlarız. Ranta ve talana dayalı kent yönetimi karşısında, güvenlik öncelikli olarak imar edilmiş, kültürel ve toplumsal farklılıkları tanıyan ve koruyan, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı tedbirler alan ve ekolojik tahribatı onarmayı öncelik haline getiren demokratik kentleri kuracak olanlarız. Ve biliyoruz ki içinde bulunduğumuz felaket tablosu sürmekte olan ekonomik krizle daha keskinleşmektedir, işçiler, emekçiler, yoksul halklar için baş etmesi çok daha zor bir hale bürünmektedir. Binlerce insanın evlerini ve işlerini de kaybettiği depremin aynı zamanda yoksullaştırıcı bir etki getireceği açıktır ve bunun bedeli yoksul halklara değil yıkımın derinleşmesinde payı olanlara ödetilmelidir. Bu nedenlerle:

  • Deprem bölgesindeki yurttaşlarımızın ödenmemiş faturaları, vergi borçları ve kredileri derhal silinmelidir.
  • Cumhurbaşkanlığın örtülü ödeneği derhal deprem bölgesi yatırımları için tahsis edilmeli ve miktar halka açıklanmalıdır.
  • Merkezi bütçe planlaması acil olarak revize edilmeli, güvenlik, silahlanma, savaş vb başta olmak üzere çeşitli harcama kalemlerindeki ödenekler deprem bölgesinin inşası, depremzedelerin ihtiyaçları için ayrılmalıdır.
  • Bugüne kadar toplanmış olan deprem vergilerinin toplam miktarı halka açıklanmalı ve bu vergilerin toplanma amacına uygun harcanması sağlanmalıdır.
  • Bölgedeki tarım ve hayvancılık faaliyetinde uzun süreli sübvansiyonlar sağlanmalı, küçük ve orta üreticiler bölge tamamen inşa edilinceye kadar vergiden muaf tutulmalıdır.
  • Bölgeye yakın iller başta olmak üzere emlak ve konut üzerinde oluşabilecek spekülatif fiyat dalgalanmalarının önüne geçecek uygulamalar hayata geçirilmelidir.
  • Depremzedelerin istihdamında kamu kurumları başta olmak üzere öncelik sağlanmalıdır.

Oluşan yıkım derin, yaşanan kayıp büyük ve ortaya çıkan durum felaket hali oldukça geniş kapsamlıdır. Böylesi bir yıkımın yaraları günübirlik önlemlerle veya pansuman niteliğindeki uygulamalarla çözülemez. Ranta dayalı kent yönetiminin, inşaata dayalı ekonomik büyümenin ve yozlaşmış bürokrasinin terkibiyle oluşan iktidar bloğunun sebep olduğu büyük kayıp ve yıkımın onarılması ve benzerleriyle karşılaşılmaması için işe koyulanların yeni sorunlara yol açmayacak şekilde hareket etmesi gerekmektedir.

Duruma ekonomik, sosyal, ekolojik, hukuksal ve politik geniş bir çerçeve ile yaklaşılması gerekmektedir. Sorun, sorumluluklarından kaçmak isteyenlerin söylediklerinin tersine, elbette oldukça siyasidir ve ancak halklardan yana siyaset yapılması ile çözümü mümkün olacaktır. Hak temelli dayanışma ilişkileri inşa etmek, tüm destek ve yeniden inşa/imar çalışmalarında toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın farkında olarak, kadınların ve LGBT+’ların tüm yıkım ve felaketlerde en fazla zarar görenler, hak gaspına uğrayanlar olduğunun bilinciyle kadın ve LGBT+ örgütleri ile birlikte çalışarak, pozitif ayrımcılığa dayalı destek mekanizmalarını oluşturmak; kentlerin yalnızca fiziki değil kültürel ve toplumsal yapısını da koruyacak biçimde onarmak gibi görevler karşımızda durmaktadır. 10 ilden oluşan geniş bölgenin bugünden yarına yeniden imar edilmeyeceği, uzun bir inşa süreci yaşanacağı açıktır. Bu süreçte:

  • Depremle ilgili tüm faaliyetlerde insana ve sosyal yaşantısına verilen değer merkezde yer almalı, sosyal yaşamın, insanın içinde bulunduğu ekosistemden bağımsız olamayacağı unutulmamalıdır. 
  • Başlayacak yoğun enkaz kaldırma çalışmalarında toplanan hafriyat ormanlık, mera, tarım alanları, yaban hayatı bölgeleri, su havzaları, deniz gibi bölgelere kesinlikle dökülmemelidir. Belediyeler tarafından belirlenecek özel alanlarda toplanmalı ve bertaraf için uzman görüşleri (inşaat mühendisleri, halk sağlığı uzmanları) alınmalı.
  • Deprem bölgesinde sokaklarda hızla biriken çöpler orman, mera vb alanlara bırakılmamalı, toprağa gömülmemelidir. Belediyelerin çöp döküm alanlarına götürülmelidir.
  • Bölgede başlayacak inşaat süreci kapsamında, başta çimento ve demir çelik olmak üzere fazla enerji tüketimi, yoğun çevre kirliliği ve aşırı miktarda sera gazı salımının ortaya çıkması söz konusu olacaktır. Bunu sınırlamak için iyi bir planlama yapılmalıdır. Öncelikle yeni inşaat alanları ormanlık, mera, tarım alanı, yaban hayatı alanı gibi bölgelere yapılmamalı, bu amaçla bu tür bölgelerde acele kamulaştırma veya arsalara el koyma yoluna gidilmemeli, doğal alanlar tahrip edilmemelidir.
  • Deprem bölgesinin çok yakınında olan Akkuyu Nükleer Enerji Santralinin inşaatı acilen durdurulmalı ve proje iptal edilmelidir.
  • Yeni konutların yapımı için enerji ihtiyacı bahane edilerek, yeni fosil yakıtlı santral yapımına gidilmemelidir. Bu kapsamda acilen ülke çapında enerji verimliliği çalışmalarına başlanmalı ve başta “Kanal İstanbul” olmak üzere tüm mega projelerin inşaatları (Otoyollar, AVM’ler, rezidanslar, büyük çaplı, rant amaçlı lüks konut projeleri) durdurulmalıdır.
  • Denetim zafiyetinin oluştuğu bu dönemde tüm termik santrallerin katı, gaz atıkları ile atık su arıtma tesislerinin atık suları, numuneler alınarak sıkı denetlenmeli ve arıtma tesislerinin devrede olması sağlanmalıdır, uygunsuz çalışan tesisler kapatılmalıdır.
  • Yeni binalarda enerji tasarrufu yönüyle yalıtıma önem verilmeli, tüm konutların tepelerine güneş panelleri yerleştirilmeli, ücretsiz kömür dağıtımı yapılmamalıdır. Depremzedelerin su ve enerji ihtiyaçları devlet tarafından ücretsiz karşılanmalı, bu insanların enerji yoksunluğu ve enerji yoksulluğu yaşamalarına engel olunmalıdır. Yeşil Sol Parti Meclisi
PAYLAŞ