Ahmet Muhtar Çakmak
YSGP, AB’ye eşit ve tam üyeliği savunuyor. Bunun uzun vadeli bir hedef olduğunda sanırım Türkiye’deki hemen herkes anlaşıyordur. Uzun vadeli hedef ne demektir? O hedefe doğru gidiyoruz ama varmamız uzun vadede gerçekleşecek demektir. Oysa AB’de düşük büyüme ve işsizliğin artması ve Türkiye’de göçmenlerin yığılması bu hedefi eskisine göre yakınlaştırmadı, aksine uzaklaştırdı. Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşması da tabii AB tam üyeliği hedefinden iyice uzaklaştırdı Türkiye’yi. Kısacası biz o hedefe doğru gitmiyorsak o hedefin uzun vadede gerçekleşeceğini söyleyemeyiz. O yüzden Türkiye’nin AB tam üyeliği hedefi bence bir tuzak-kavrama dönüştü. Yani bu bizim Avrupa ile ilişkilerimizde bir yakınlaşmaya olumlu bir etki yapmıyor, en azından yapıyor mu, bunu sorgulamalıyız. Bununla birlikte, bu hedefi korumalıyız, onu Türkiye’nin geleceğe doğru yürüyüşünde önemli bir çapa olarak muhafaza etmeliyiz de denebilir. Ben buna karşı değilim. Şunu söylemeye çalışıyorum. AB’ye tam üyelik işlevsel bir kavram olmaktan çıktı. Her hükümet AB tam üyeliği hedefinden vazgeçmeyeceğiz dedikten sonra kendi bildiğini okuyor. Bir başka ifadeyle tam üyelik hedefinden vazgeçmeyeceğiz diyor ama o hedef doğrultusunda ilerlemenin gerektirdiği hiçbir adımı atmadığı gibi hedeften uzaklaştırıcı politikalar uyguluyor.
YSGP eşit tam üyelik dedikten sonra ne yapabilir? Öncelikle Türkiye’yi demokratik hukuk devleti yoluna sokacağız ve bu zaten AB tam üyeliği yolunda çok önemli bir adım olacaktır diye düşünüyorsak bence biraz yanılıyoruz demektir. Çünkü, diğer koşullar aynı iken, demokratik bir hukuk devleti olma yolunda neredeyse AB ülkeleri ile aynı seviyeye gelmiş bir Türkiye’yi AB kabul etmez, etmemesi oldukça zordur tabii, çok takla atması gerekir ama sonuçta etmez. Çünkü demokratik hukuk devleti olma şartı gerçekten önemli olmakla birlikte tam üyelik için hiç de yeterli değildir. Uzatmadan söyleyeyim, işsizliğin çok yüksek ve eğitim seviyesinin görece düşük olduğu bir Türkiye’yi, hele bir de birkaç milyon göçmeni de eklersek, AB tam üye olarak kabul etmez. Dolayısıyla bir zamanlar tartışılan ama epeydir gündemde olmayan özel statü çözümünü yeniden devreye sokmak gerekir, tabii YSGP’nin bunun içini yeniden doldurması koşuluyla. Bunu “tam üyeliğe kadar özel statü” şeklinde formüle edebiliriz. YSGP bunun için kapsamlı bir çalışmaya derhal girmelidir. Türkiye işsizlik sorununu çözmüş demokratik bir hukuk devleti olduğunda AB’nin onu tam üye olarak kabul etmesi yüksek bir ihtimal olarak belirir , . Eğer böyle bir Türkiye’nin AB tam üyeliğine ihtiyacı zaten kalmaz diyorsanız o zaman durum şudur: Türkiye demek ki AB tam üyeliğini faydacı bir açıdan düşünmüştür. Ülkemizde böyle düşünenler vardır ve sanıyorum sayıları hiç de az değildir. Kimse aptal olmadığından böyle bir yaklaşım zaten sonuç vermez. Şimdi bu noktada diyelim ki YSGP AB tam üyeliğini veya AB çıpasını ülkemizin demokratik bir hukuk devletine katkı sağlayacağı mülahazasıyla düşündü. AB içinde demokratikleşme ve çalışanların haklarının sağlanması ve güçlendirilmesi için gereken kurumsal yapının oluşturulması mücadelesine katılmak da bunun diğer boyutunu oluşturuyor. Şimdi bunun kendisini değerlendirmeden, bunu veri alarak devam etmeye çalışalım. Kuzey ülkelerinin, bu çerçevede Avrupa’nın tüketim düzeylerinin önemli ölçüde düşürülmesinin bu gezegende yaşamın devam edebilmesi açısından elzem olduğunu artık anladık ve Kuzey toplumları bu kararı kendileri alamaz. Şimdi buradan baktığımızda, yani ekolojik krizin çözümü açısından baktığımızda YSGP’nin mevcut politika demeti son derece yetersiz kalıyor. Ekolojik krizin çözümünün dünya ölçekli olması gerekiyor. Bu açıdan YSGP ekososyalizm, ekomarksizm, yeni yeşil sözleşme ( new green deal ) ve büyüme sonrası ( degrowth ) literatürlerini çok yakından takip etmeli ve bu konuda tutum geliştirmelidir.
Şimdi belki de en önemli konuya geliyoruz. Kuzey ülkelerinin insanlarının büyük çoğunluğu Güney ülkelerinin insanlarının büyük çoğunluğundan çok daha fazla tüketiyor. Artık çok iyi biliyoruz ki Kuzey ülkelerindeki tüketim düzeyine tüm insanlığın ulaşması gezegenin imkanları açısından mümkün değil ve Kuzey ülkeleri bu şekilde tüketmeye devam ederse ekolojik krizle mücadelede başarıya ulaşmak imkansız hale gelir . YSPG’nin mücadelesini Avrupa’ya dahil olarak yürütme politikasına bir de bu açıdan bakmalıyız. Bence Avrupalılara yaşam tarzlarını çok daha az tüketecek şekilde değiştirmelerini söyleyen bir yaklaşımın Avrupa’da başarılı olma ihtimali çok zayıf. Kaldı ki bu Dünya ölçüsünde bir mesele. Çünkü hem diğer Kuzey ülkeleri eskisi gibi tüketirken sadece Avrupa’nın çok daha az tüketmesi son derece zor, hem de Avrupa’nın daha doğrusu Kuzey ülkelerinin çok daha az tüketmesi Güney ülkeleri için aşağı yukarı ekonomik çöküntü anlamına gelir, çünkü ekonomileri önemli ölçüde Kuzeyin tüketim düzeyine bağlı . Öyleyse dünya ölçüsünde büyük bir değişimden söz ediyoruz . Bu durumda YSGP, biz bu değişimi Avrupa ölçeğinde savunmanın günümüz Türkiye’sinin gerçekleri de hesaba katıldığında daha uygun ve doğru olduğunu düşünüyoruz diyebilir mi? Bir defa bu soruya cevap verebilmek için elimizde çok daha fazla bilgi olması gerekir. Nasıl bir alternatif yaşam tarzı öneriyoruz? Buna geçiş nasıl olacak? Bu soruların cevabı henüz bilinmiyor, yeterince gelişmiş bir literatür henüz yok. Bunların süreç içerisinde olgunlaşacağı söylenebilir belki ama bunun için de vakit kalmadığından endişe ediyorum. Bilim insanlarının zamanında yaptıkları uyarıları insanlık ciddiye almayı beceremedi. Peki elimizde ne var? Bilebildiğim kadarıyla temel gelir, temel hizmetler ve temel altyapı var. Bunları kullanarak dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldırmak mümkün. Hatta, mesela yaptığım hesaba göre Kuzey ülkelerindeki insanların yaşam standartlarını düşürmeden yoksulluğu giderecek temel gelirin sağlanması mümkün. Ne var ki çoğu durumda temel gelir yetmiyor. Temel hizmetler ve temel altyapı gerekli. Bu konunun detaylarına girmek istemiyorum, sadece mevcut teknolojik düzeyin bunlar için yeterli olduğu kanısındayım, yeter ki politik irade ortaya çıkabilsin. Bununla birlikte gereken politik irade ortaya çıksa bile yoksulluğun ortadan kalkması ekolojik krizi olumsuz etkileyebilir. Buna neden olmayacak bir yoksullukla mücadele programının somutlaştırılması üzerinde çalışmak lazım. Ne var ki bu söylediklerim sadece yoksulluğun giderilmesinin potansiyel imkanlarının var olduğuna işaret ediyor, ekolojik kriz konusundaki kırmızı alarm durumu konusunda bir şey söylemiyor. O çok radikal tedbirlerin acilen alınmasını gerektiriyor, yani Kuzeyin tüketim seviyesinin hızla düşürülmesi gerektiğinin altını çiziyor ama bu konuda elimizde pek bir şey olmadığını yukarıda kısaca izah etmeye çalıştım.
Özetle şunu söylemeye çalıştım: YSGP dünya ölçeğinde mümkün olabilecek köklü bir çözümün parçası olmaya çalışmalı, o çözümün geliştirilmesine katkı sunmaya da gayret etmelidir. Avrupa içinden daha demokratik ve çalışanların haklarının kurumsallaştığı bir Avrupa mücadelesi 20-30 sene önce belki anlamlı duruyordu ama buna odaklanmak günümüz dünyasının önündeki acil sorunları görememek manasına gelir.
1-Buna rağmen AB içinde koyu tartışmalar olacaktır, çünkü Türkiye büyük çoğunluğu Müslüman bir ülkedir. Bunun nasıl çözüleceği o zamanki, yani işsizlik sorununu çözmüş demokratik bir hukuk devleti olarak bir Türkiye’de Müslümanlığın nasıl yaşanacağına ve yine o zamanki AB’nin nasıl bir yapı olacağına bağlıdır.
2-Burada işsizlik sorununun çözümü derken eskisi gibi herkesin bir iş bulabilmesi halini kastetmiyorum ve böyle bir duruma ulaşmak günümüz koşullarında zaten çok zordur. Burada işsizlik sorununun çözümü derken mesela bir temel gelir politikası sayesinde insanların belli bir gelire sahip olması da anlaşılmalıdır. Tabii en ideal çözüm haftada 4 gün çalışmanın sağlanmasıdır.
3-YSGP olarak başlıca amaçlarımızdan biri zaten “tüketim toplumu” dediğimiz yaşantı tarzını ortadan kaldırmak ama şimdi bunu veri alıyorum.
4-Daha az tüketmek mesela daha az muz tüketmek, sıklıkla araba ve TV değiştirmemek v.s. den ibaret bir şey değil. Yukarıda da değindiğim gibi bir yaşam tarzının terkedilmesinden söz ediyoruz.
5-Bu kadar köklü bir değişim, bu kadar muazzam bir devrim ekolojik krizin çözümünün gerektiği kısa süre içinde mümkün olabilir mi? Bence bu yaşamsal önemde bir soru ama buradaki konumuz nedeniyle bunu da veri alarak düşünmeye çalışıyorum.