YSGP’nin Hedefleri Hakkında

Ahmet Muhtar Çakmak

Yoksulluğun ortadan tamamen kalkması için, daha eşit bir dünya için ve ekolojik krizin hızla hafiflemesi için kuzey ülkelerinde yaşayan insanların tüketim düzeyinin oldukça önemli miktarda azalması gerekiyor. Böyle olduğunu kanıtlamak için kitaplar ve makaleler yazmaya artık gerek kalmadığı kanısındayım. Çünkü böyle olduğunu fazlasıyla kanıtlayan çok sayıda kitap ve makale zaten yayınlandı. Bu saatten sonra bunun böyle olduğunu veri kabul ederek yazmalıyız ne yazacaksak.
YSGP Kuzey’in en önemli parçalarından olan Avrupa’nın içine dahil olup oradaki yeşil-sol muhalefetle birlikte daha farklı bir Avrupa için mücadele etmeyi hedefliyor. Bu önemli ve anlamlı tabii ama yetmez. Neden yetmez? Çünkü bu daha demokratik bir Avrupa için mücadele anlamına gelir. Peki çok daha az tüketen bir Avrupa anlamına gelir mi? Bir başka ifadeyle Avrupa kendi göbek bağını kendisi keserek çok daha az tüketmeye kendisi karar verebilir mi? Bu mümkün mü?
Avrupa’da yapılan bir çalışmada insanlara ekolojik krizin en önemli nedeni sizlerin tüketimidir, kabul ediyor musunuz şeklinde bir soru soruldu. Cevap büyük çoğunlukla evet oldu ama kimse yaşam tarzını değiştirmedi. Demek ki sorun bir ‘bilinç eksikliği’ sorunu değil. İnsanların cebine para koyarsanız ve civardaki mağazaları da malla doldurursanız onlarda bu paralarla gidip o malları alırlar. Dolayısıyla kuzey ülkelerinin tüketiminde ekolojik kriz açısından anlam taşıyabilecek bir değişim olabilmesi için kapitalizmin yerini başka bir yaşam biçiminin alması gerektiği tezi oldukça kuvvetli gözüküyor. Nitekim büyüme-sonrası ve ekolojik adalet gibi yaklaşımlar da sonunda gelip kapitalizmin ortadan kalkması gerekliliğine dayanıyorlar. Bunun yerini de ekolojik krizin ve eşitsizliğin ortadan kalktığı bir sosyalizmin alacağı, alması gerektiği söyleniyor ama bu nasıl bir şeydir ve nasıl gerçekleşecek, belli değil. Bizi burada ilgilendiren kapitalizmin ortadan kalkması konusu. Benim bu yazıdaki ana varsayımım kapitalizmin kısa vadede ortadan kalkma ihtimalinin zayıf olduğudur. Yakın vadede çok ağır bir krize girebilir ama bu dünya kapitalizminin çökmesi ile sonuçlanmayabilir. Bununla birlikte öyle bir krizle birlikte ortaya şimdikinden oldukça farklı bir kapitalizm çıkabilir. Hatta bu “altında yaşamakta olduğumuz şey kapitalizm midir yoksa başka bir şey midir” tartışmalarına neden olacak kadar farklı bir ilişkiler ağı olabilir.
Diğer taraftan IPCC tarafından bilim insanlarına hazırlatılan ve geçtiğimiz ağustos ayında birinci kısmı açıklanan rapor içinde bulunduğumuz durumun sanılandan daha vahim olduğunu kesin bir biçimde gösterdi. Öyle ki 2015 Paris konferansında üzerinde anlaşmaya varılan 2050 yılında sıfır karbon emisyonu hedefinin kasım ayında yapılacak olan Glasgow konferansında tartışma konularından biri haline geleceğini sanıyorum. Bunu bu yazıda “2040 yılına kadar oldukça radikal tedbirlerin kararlaştırılması ve uygulamaya sokulması” olarak ifade edeceğim. Bu tedbirler kapitalizm altında mümkün müdür? Bunu göreceğiz. Burada şu kadarını kaydetmek isterim: Ekolojik krizin semptomları o kadar hızla ağırlaşmaya başladı ki bu kriz kendisi olarak kapitalizmin temel kurallarını giderek daha fazla zorlamaya başladı diyebiliriz. Öyle ki çok yakın bir gelecekte ekolojik krizle nasıl mücadele edilebileceği tartışmalarının birçoğu krizin bizzat kendisi tarafından boşa düşürülecektir. Bu çok net olarak gözüküyor.
Çok kısaca ifade etmeye çalıştığım bu şartlar altında YSGP radarını çok daha geniş tutmalıdır. Kendi mücadele alanını Avrupa ile sınırlı tutamaz. Bunu biraz da yoksulluk konusuna girerek daha net hale getirmek istiyorum. Dünya bankasının tanım cambazlıkları yaparak 2030’da yoksulluğu ortadan kaldırma hedefini koyması ve bunun peşine takılanları hemen bir kenara bırakmamız lazım. Neoliberalizm hem zenginlerin sayısını artırdı hem de kendine özgü yeni bir orta sınıf yarattı. Bunların tamamına emperyal yaşam tarzı adını veren yeni bir literatür var, henüz emekleme aşamasında bir literatür. Orada emperyal yaşam tarzına sahip olanların sayısı 1.7 milyar olarak veriliyor. Bunun dışında kalanları yoksul sayarsak dünyada 5 milyarın üzerinde yoksul olduğunu varsayabiliriz. Bu konuda yapılan çalışmalar gösteriyor ki bu insanların yoksulluktan kurtulabilmeleri, bir bütün olarak baktığımızda, sadece kendi bölgeleri ve/veya ülkelerindeki süreçlerle mümkün olamaz. Daha somut ifade edersem, bunun dünya çapında temel gelir, temel altyapı ve temel hizmetler çerçevesinde düşünülebilecek bir konu haline geldiği kanısındayım. Bu doğruysa YSGP radarını bu gerçeklere göre de ayarlamalıdır. Nihayet YSGP eko-sosyalizm, büyüme-sonrası ve eko-Marksizm tartışmalarını da yakından izlemeli, mümkünse katkı sunmaya çalışmalıdır.
Nihayet Türkiye konusu var. YSGP bu konuya esas olarak iki açıdan yaklaşmalıdır. Birincisi uzun vadede çölleşmeyi de hesaba katan bir iklim değişiklikleri sürecini ve burada doğacak sonuçlara intibak edebilmek için yapılması gerekenleri ele alan mümkün olabildiğince ayrıntılı bir rapor. İkincisi de Türkiye’nin enerji sorunu konusunda kapsamlı bir çözümler demeti raporu.
Toparlarsak beş büyük acil çalışma alanı var. Avrupa’nın demokrasi ve işi olan ve olmayan çalışanlarının gelirden adil pay alma mücadelesinde yer alma. Bu konuda ayrıca yazmaya gayret edeceğimi yukarıda belirtmiştim. Burada şu kadarını söylemek isterim. Bu çok geniş bir konu, muazzam bir literatür var. O literatürün içinde boğulma tehlikesine karşı teyakkuzda kalarak çok sıkı çalışmak gerekiyor. İkincisi gerçek anlamda yeşil ve sol bir dünyanın kurulabilmesinin şartı olarak kapitalizm-sonrasını ele almaya çalışan literatürlere hakim olmak ve YSGP olarak bu konuda katkı sunmaya çalışmak. Üçüncüsü yoksulluğu acil bir sorun olarak görüp yapılabilecekler üzerinde çalışmak, tabii bu konudaki literatüre hızla sahip olmak. Dördüncüsü, ekolojik krizle mücadele konusundaki literatüre hakim olmak ve bu konuda krizin derinleşmesine paralel olarak hızlanan tedbir arayışları süreçlerine dahil olmaya çalışmak. Nihayet sonuncusu da, yukarıda belirttiğim üzere Türkiye’nin iklim değişikliği ve enerji sorunlarına çözüm arayan kapsamlı araştırmalara hemen girişmek.
Bunların hepsinin birden üstesinden gelebilmek için öncelikle bu çalışmaların örgütlenmesi gerekiyor. Parti üyelerinin herbiri bu çalışmaların içinde yer almalıdır ki raporların hazırlanma süreci doyurucu bir tempoya ulaşabilsin ve bunun çok önemli bir yan sonucu da olur: YSGP’nin gerçek bir taban partisi olmasına katkısı olur. Taban partisi olmak sadece tabana yetkiler vermekle olmaz. Bundan ibaret olursa taban partisi lafta kalmış olur. Bu noktada YSGP’nin üye sayısı düşük küçük bir parti olması da avantaj sağlıyor. Bu beş büyük alandaki çalışmalar için taban seferber edilebilirse bunun kendisi gerçek bir taban partisi olmaya giden yolda önemli adımlar atılmasına vesile olur.

1-Genelde kuzey kullanılıyor. Pek yaygın olmamakla birlikte aşırı gelişmiş ülkeler de deniyor.

2- Ekolojik kriz konusunda zamanla yarışıyoruz, yoksulluk konusuna da böyle bakmak lazım. Dolayısıyla “uzun vade” üzerinde yeniden düşünülmesi gereken bir kavram. Bu fiilen sorunların ertelenmesi anlamına gelmeye başladı. Birçok konuda adım adım yaklaşılan bir hedef olmaktan çıktı. Türkiye’nin AB üyeliği de bence böyle bir tuzak-kavram haline geldi. Bunu ayrı bir yazıda ele almayı düşünüyorum.

3- Bunun İngilizcedeki karşılığı degrowth. Ne var ki bu terime Türkçede uygun bir karşılık bulmak zor. Almanlar degrowth karşılığı olarak post-growth ( büyüme-sonrası) kullanıyorlar. Bu Türkçe karşılık olarak daha uygun bence.
4-Tabii bunun içinde önemli yaşam standardı farklılıkları var. Belki hafif, orta ve ağır yoksullar olarak düşünebiliriz.

PAYLAŞ